Tartışılması bile tabu olan bir konu: Ateizm

Kendinize hiç sordunuz mu, Türkiye’de yaşayan ateistler düşüncelerini ifade etmekte ne kadar özgür? Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu kendisini “Müslüman” olarak tanımlıyor. Fakat “Neye inanıyorsun?” diye sorulduğunda, “Elhamdülillah Müslümanım” diyenlerin büyük bir çoğunluğu, gündelik hayatlarında İslam’ın hiçbir şartını yerine getirmiyor. Türkiye’de ister ateist ister agnostik (bilinemezci) olsun, dine ilişkin radikal fikirlere sahip olan insan sayısının bu kadar az olmasının en temel nedeni, kuşkusuz devletin ve toplumun bu kesimler üzerinde uyguladığı psikolojik ve fiziksel baskıdır.

Türkiye’de ateist olmanın çok “tehlikeli” bir seçim olduğunu söylemek hiç de abartılı bir yorum olmasa gerek. Örneğin bir dönem Diyanet İşleri’nde çalışmış eski bir imam ve din bilgini olan Turan Dursun, ateist olduktan sonra yazdığı yazılar nedeniyle kontrgerilla tarafından katledilmişti. Geçmişte ve günümüzde Marksizm öyle “gerektirdiği” için ateist olanlar bile, ateizm konusunda yeterince kafa yormadı. Günümüzde ise, Marksist olmasa da pek çok radikal genç, Tanrı ve din kavramı üzerine daha fazla düşünüyor ve sorguluyor. Hatta İslamcı gelenekten geldiğini söyleyen pek çok kişi, geleneksel Tanrı ve din fikrine radikal eleştiriler getiriyor.

Türkiye’de ateizm karşıtlığı o kadar güçlü ki, Turan Dursun sitesi de, ateizm içerikli sayısız site gibi geçmişte pek çok defa hacklenmişti. Turan Dursun sitesi ancak yabancı bir server’a geçerek yayın faaliyetini sürdürebildi. Turan Dursun sitesi yöneticisi Dilaver Koman’a göre, sitenin şu anda 10 bin üyesi var. Koman sitenin atlattığı badireleri anlatırken Cyber Warriors (Siber Savaşçılar) hacker grubunun Turan Dursun sitesini kapatmak için açtığı yarışmadan da söz ediyor. Söz konusu faşist-dinci grup, sitelerinin “Neler Yaptık?” bölümünde “Misyonumuzun en büyük hedefleri arasındaki İslam’a en büyük zarar veren sitelerden biri olan ilhanarsel.org’u hack ederek net aleminden sildik”, “İnanç ve ahlaki değerleri yükselten sitelere ücretsiz güvenlik desteği programı başlattık”, “Mayıs 2006 tarihinde Operasyonel TIM’lerimizin düzenlediği saldırılar sonrası inanç ve ahlaki değerlerimize saldıran en populer 7 siteyi hack ederek ana sayfalarına mesajımızı yazdık” [1] gibi maddelere yer veriyor. Nette bu tür misyonlar edinmiş bir grup da Adnan Hocacılar. Adnan Hocacılar, özellikle Darwin ve evrim karşıtı yayınlar yapan siteler kuruyor.

Türkiye’de kamusal alanda, ateist olduğunu, iyi formülleştirilmiş, bilimsel ve felsefi argümanlarla, hele ki örgütlü bir şekilde ifade eden insan sayısı çok az. Laikliğin en bağnaz yorumunu benimsemiş olan Kemalistler arasında ise, “dincilik ve gericilikle mücadele” misyonu adı altında, sahte bir din karşıtı söylem yaygınlaşıyor. Bu kesimlerin öfkesinin, zaman zaman başörtülü kadınlara karşı aşağılamalara varan biçimler alabildiğini görüyoruz.

Din ve özgürlük

Bugüne kadar, Türkiye’de, Sünni İslamın teori ve pratiğine yönelik “en keskin” ateist söylem Turan Dursun, İlhan Arsel gibi yazarlardan gelmişti. Bu iki yazarın külliyatı da, dünyaca ünlü pek çok ateist yazarda bulabileceğiniz türden, radikal bir “din karşıtlığına” tekabül ediyordu. Fakat bugün bu yazarların ürettiği fikirler, daha ziyade kısır bir İslamcı-laik tartışmasına ve köktenci Kemalistlerin “dincilikle ve gericilikle mücadele” misyonuna malzeme yapılmaya çalışılıyor. Halbuki daha özgürleştirici bir ateizm, Turan Dursun ve İlhan Arsel gibi isimlerle eleştirel olarak da hesaplaşılarak yeniden tanımlanmalıdır.

Özgür yetiştirilmiş bir beyin ve bu konulara olan merak birleşince, zaten dini inancı terk etme dışında bir durum ortaya çıkmaz. Dini inanç, ancak küçüklükten beri beyinlere yerleştirilir ve sürekli empoze edilirse kök salar. Türkiye’de ateizm bilinmiyor, çünkü ateistler çıkıp özgürce ateizmi anlatamıyor. En tuhafı da ateizmi en çok anlatanın dinci kesimler olması. Yani ateistlerden çekinen, onları sevmeyen, onlardan kurtulmak isteyen kesim… Onların sayıları çok daha fazla olup, sesleri de -olanakları sebebiyle- çok daha yüksek çıktığından, onlar ateizmin nasıl bilinmesini istiyorlarsa, ateizm öyle biliniyor. Yani bir “sapkınlık”, “ahlaksızlık”, “suça ya da intihara iten”, “Satanizm” gibi eğilimlerle bir arada anılacak bir dünya görüşü olarak biliniyor. Bu yüzden de pek çok insan “ahlaklı bir insan ateist olamaz” gibi yanlış bir düşünceye sahip. Tabii ki, geniş kitleler arasında bu düşüncenin destek bulmasının bir nedeni de, devlet eliyle yürütülen Sünni-İslam propagandasının ahlak ve dini özdeş kılan bir mantık üzerine kurgulanıyor olması. Bu çarpık düşünceye göre, ateistlerin tanrı, cehennem korkusu olmadığı için ateistlerden “türlü suçlar, türlü kötülükler” beklenebilir. Saçma denilebilecek bu düşünceye Albert Einstein şu sözlerle cevap veriyordu: “Bir insanın ahlaki ve etik davranışları diğerlerini anlamasına, eğitimine ve sosyal ilişkilere dayalı olmalıdır, dini dayatmalara gerek yoktur. Zira ölümden sonra ceza korkusu veya ödül iştahı ile hareket eden kişi zavallıdır.”

Farklı dünya görüşüne, bakış açısına, inanca ya da dine sahip olanlara yeterli tolerans gösterememek, hangi toplumda olursa olsun dinci-gerici kesimin ortak özelliğidir. Dinler hem bu duruma sebep olur, hem de bu durumu körükler. Bilim ve ilerleme ancak özgürlük ortamında mümkün olabilir. Özgürlük ortamı ise, dinlerin isteseler de sağlamakta çok zorluk çekecekleri bir ortamdır. Çünkü dinlere göre, kendi inançları doğrudur, başka tüm fikirler yanlıştır. Diğer fikirlerin doğru olma ihtimali bile yoktur. Pek çok dinde başka dine mensup kişiler ve inançsızlar için öldürülmeye kadar varan cezalar söz konusudur. Bunların günümüzde uygulanıp uygulanmadığı ve nerede ne kadar uygulandığı ayrı bir tartışma konusu. Fakat esas mesele, bu durumun, dinlerin doğasında olmasıdır. Dinler doğaüstü ve insanüstü (ilahi) olma iddiasındadır. Böylesi bir ortamda ne bilim, ne ilerleme, ne de özgür düşünce yeşerebilir.

İnsanların tanrı fikrine ihtiyacı olmadığını söylemek ateistlerin en temel hakkıdır. Fakat insanları “dinlerinden kurtarmaya” çalışmak ise yapılabilecek en büyük hatadır. Din, tarihsel ve toplumsal bir kategoridir, bir zamanlar din diye bir şey olmadığını, bir zaman sonra da olmayacağını, onu yaratan sebepler ortadan kalkmadan dinin de ortadan kalkmayacağını insanlara sabırla anlatmak gerekir. Bu yüzden Lenin haklı olarak, “Dinle nasıl savaşacağımızı bilmeliyiz, bunu yapabilmek için de inancın ve dinin kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız. Dinle savaş, soyut ideolojik öğütler çerçevesinde kalamaz, bu tür sınırlı öğütlere indirgenmemelidir. Dinle savaş, dinin toplumsal kökenini ortadan kaldırmayı amaçlayan sınıf hareketinin somut uygulamasıyla bağlanmalıdır. Din etkisini neden en çok geri kalmış şehir proletaryası, yarı-proletarya ve köylü kitlesi üzerinde göstermektedir? Burjuva ilerici aydınları, radikaller ve burjuva maddecileri bu soruya ‘cahil oldukları için’ diye cevap verirler. O zaman da ‘kahrolsun din, yaşasın dinsizlik! Ateist görüşleri yaymak başlıca görevimizdir’ diye haykırmaya başlarlar. Marksistler ise, bunun doğru olmadığını, aldatıcı bir görüş olduğunu, dar görüşlü burjuvaların fikri olduğunu söylerler” demişti [2].

Yukarıda vurgulandığı gibi, bilimin olduğu yerde dine, dinin olduğu yerde bilime ihtiyaç yoktur. Almanya’da, Fransa’da yaşayanlar için bu meseleler büyük oranda çözülmüştür. Çünkü Avrupa tarihsel gelişimi içersinde, din ve bilim işlerini birbirinden ayırmayı (sekülerleşmeyi) burjuva devrimleriyle başardı. Fakat çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde, Avrupa’dakine benzer bir tarihsel süreç yaşanmadığı için, din ve bilim işleri birbirinden hala ayrılamadı. O yüzden bizim gibi ülkelerde bu meseleler daha karmaşık bir hal almaktadır.

Pek çok insanın sandığının aksine, ateizm, politik bir ilke değildir. Bir Marksist, tanrıya inananlarla birlikte yaşayabilir, hatta aynı politik program uğruna mücadele bile edebilir. Örneğin Bolşevik Partisi’nin programında hiçbir parti üyesinin dini inancını açıklamaya zorlanamayacağını belirten bir ilke yer alıyordu. Lenin şöyle diyordu: “Bir papaz gelip de, ortak siyasal çalışmamıza katılmak ister, parti görevlerini dürüstçe yapar ve parti programına karşı çıkmazsa Sosyal Demokratların safına katılması olumludur. Çünkü bu dinsel inançları arasındaki çelişki sadece kendisini ilgilendiren bir olay, kişisel çelişkisi olacaktır. Üstelik bir siyasal örgüt, üye alırken onların görüşleri ile kendi programı arasında bir uzlaşmazlık olup olmadığını araştırma durumunda değildir. Aslında böyle bir durum Rusya’da kesinlikle olanaksız olması yanı sıra, Batı Avrupa’da bile ender görülen, olağanüstü bir olaydır. Ama diyelim ki, bir papaz Sosyal Demokrat Partiye üye oldu da, sonra Parti içinde din propagandası yapmaya kalkıştı, işte o zaman Parti onu kesinlikle ihraç edecektir. Bize düşen, sadece tanrıya inancını sürdüren işçileri Sosyal Demokrat Partiye almak değil, özellikle bunları partiye kaydetmeye çalışmaktır. Onların dinsel inançlarına karşı çıkmamalıyız, ama onları kendi programımızın ruhuna uygun olarak eğitmek için, programımıza karşı etkin bir mücadeleye yol açmamak için bu tür işçileri saflarımıza kaydetmeliyiz” [3].

Marksistlerin ilk hedefi, insanları sömüren, köleleştiren ve doğa-insanüstü bir varlığa inanma ihtiyaçlarını doğuran sınıflı toplum düzenidir, yoksa tek başına dinler değil. Devrimciler, emekçi halkın dini inancına karşı değil, onları sömüren ve köleleştiren kapitalist sisteme karşı mücadele verirler. Lenin’in de vurguladığı gibi: “Ne olursa olsun tanrıya savaş açılmasını isteyen… gerçekte papazlara ve burjuvaziye yardım ediyor demektir” [4]. Kuşkusuz ateizm kendi başına yeterli bir kimlik de değildir. Bir ırkçı-faşist de ateist olabilir. Ateizm ancak sağlıklı bir ideolojik çerçeve içerisinde anlam kazanabilir, o da olsa olsa bilimsel sosyalist dünya görüşüdür.

Bugünün Türkiye’sinde ateist olmak cesaret gerektiren bir durumdur. Açıkça ateist olduğunu söyleyenler yaşamın her alanında hor görülüyor ve dışlanıyor. Aslında “kritik eşiğe” Özal döneminde varıldı. Devlet tarafından tanrı inancı yasayla “koruma altına” alındı. Herhangi bir dine “küfretmek”, “aşağılamak” diye bilimsel ölçütten yoksun bir “suç” ve “suçlu” tanımı yaratıldı. Kamusal alanda din eleştirisi fiilen yasaklandı. Bu yasaklar bugün de gündelik hayatın her alanında kendini hissettiriyor.

Marksistler, pek çok ateist tarafından kendi taleplerini desteklememekle eleştiriliyor. Marksistlerin bu “suskunluğunun” tek bir nedeni var; sol, toplumun desteğini iyice kaybettiği için, bir de ateizm tartışmasıyla, edindiği sınırlı desteği kaybetmekten korkuyor. Solun bir bölümü iyiden iyiye bu korkuya kapılmış olmalı ki, sol bir grup militanlarına “camilerde örgütlenin!” diyebiliyor. Aynı çevrenin yıllardır cem evlerinde örgütlenmeye çalıştığı, herkesin bildiği başka bir “sır”. Bu çevre bir dönem “devrim şehitleri için mevlüt” bile okutmuştu.

Toronto’da ilginç bir buluşma

2010 yılında bir tarafta üniversite yıllarından beri kiliseye olan bağlığını sürdürmüş, dindarlığı (ve neo-liberalizm savunuculuğu) ile bilinen eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, diğer yanda ateizmin dünyada önde gelen sözcülerinden, İngiliz asıllı gazeteci/yazar Christopher Hitchens [5], 2 bin 700 seyircinin karşısında, “Din iyi bir şey mi, yoksa dünya onsuz daha iyi bir yer mi olur”u tartışmıştı.

Uzunca bir süredir gırtlak kanseri ile boğuşan ve Amerika’daki bazı dindar gruplar tarafından “Allah’ın sopası yok” tadında yorumlara maruz kalan Hitchens [6], Tony Blair’e konuyu tartışmayı teklif eden taraftı. Blair, sürpriz bir kararla bu teklifi kabul edince, tartışma Kanada’nın Toronto şehrinde yapıldı. İzleyicilerin, önceden fiyatları 500 Kanada Dolar’ına kadar çıktığı söylenen biletlerden alarak geldikleri tartışmanın sonunda “kazanan” taraf, salondaki 2 bin 700 kişiye dağıtılan anketlerin sonuçlarına göre Hitchens olmuştu. Çoğunluk, Hitchens’ın görüşlerini daha ikna edici bulmuştu.

Blair, tartışmaya din savaşlarını ve din uğruna ölümleri kabul ederek başlamıştı. Buna karşılık ise din adına yapılan “hayır işlerini” ve “iyilikleri” göstermişti. Afrika’da milyonlarca insanın hayatını kurtaran sağlık kurumlarının yarısından çoğunun dini kurumlar olduğunu, HIV/AIDS’le savaşan kurumların ise dörtte birinin Katolik kökenli olduğunu belirterek, “Evet, din tahrip edici olabiliyor. Ama çoğu zaman da hayırlı işlere vesile oluyor” demişti. “Bazılarının önyargılı, yobaz olması, bütün dindarları karalamamalı” demişti. Blair’e göre “kategorik olarak din iyidir veya kötüdür demek olanaksız ama dinin hiç olmadığı bir dünya ahlaken çökmeye mahkum”du.

Buna karşılık Hitchens, dindar grupların hayır işlerini vicdanlarını temizlemek için yaptıklarını, fakat yol açtıkları zararı isteseler de telafi edemeyeceklerini söylemişti. Prezervatif kullanımı gibi doğum kontrol yöntemlerine karşı çıkarken, Afrika’daki HIV/AIDS’lileri tedavi ettirmenin ironisinden dem vurmuştu. Hitchens’a göre din “Acımasız bir deneydi, bizler hasta ve eksik yaratılmıştık ve bize düzelmemiz emrediliyordu.”

Hitchens, hastalığı nedeniyle tartışmanın sonunda güçlükle ayakta durmasına rağmen, dini, uygarlığın gelişimi için önemli bir “tehdit” olarak gördüğünü, “insanlığın sonunu getireceğini” düşündüğünü söylemişti. Hitchens, din karşıtı argümanını bilim ve dinin birbiriyle çatışmaya mahkum olduğunu öne sürerek desteklemişti.

Tartışmadan önce uluslararası araştırma kuruluşu IPSOS’a 23 ülkede toplam 18 bin 192 kişi üzerinde bir araştırma yaptırılmıştı. Araştırmaya göre dünya nüfusunun yüzde 48’i, “Din, 21. yüzyılın toplumlarına gereken ortak değerleri ve ahlaki temeli sağlayacağını” düşünüyordu; araştırmaya katılanların yüzde 52’si ise “Dinsel inanç, etnik ayrılıkları ve hoşgörüsüzlüğü destekliyor, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal gelişmenin önünde engel oluyor” görüşündeydi. Araştırmacılar, ankete katılan deneklere “Dinin etkisi olumlu mu, olumsuz mu” diye sormuştu. ABD hariç zengin ülkelerde bu soruya “Olumludur” diyenler çoğunluk oluşturmuyordu.

Burada Türkiye ile ilgili sonuç da çok ilginçti. Araştırmaya göre ülkemizde dinin etkisinin olumlu olduğunu düşünenler yüzde 40’larda, olumsuz olduğunu düşünenler ise yüzde 50’lerde. Bana sorarsanız bu araştırma pek gerçekçi değil. Fakat yine de insan sormadan edemiyor: Türkiye’de tahmin edilenden çok daha fazla ateist olabilir mi? Bu soruya net bir cevap vermek zor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir