Suriye’de üç yılı aşkın süre önce başlayan emperyalist destekli vekil savaşında her şeylerini kaybedip canlarını kurtarmak için birçok ülkenin yanında Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyeli göçmenler, maruz kaldıkları ağır sefalet koşullarına ek olarak, giderek artan şoven milliyetçi saldırılarla karşı karşıya.
Dün, Kahramanmaraş’ta, sosyal medya üzerinden örgütlenerek Türk bayraklarıyla yürüyüşe geçen bir güruh “Suriyelileri istemiyoruz” sloganları attı. Gösteri sırasında, içinde Suriyelilerin bulunduğu bir araca ve yürüyüşü durdurmak isteyen insanlara saldırdılar.
Bu güruh, Suriyeli göçmenlerin “suç” işlediklerini ve “huzursuzluk” çıkardıklarını iddia ediyor. Bu tür iddialar, göçmen düşmanlığı ve ırkçı söylemler açısından tipiktir. Tüm dünyada yükselen ırkçı ve faşist hareketler, göçmenlerin onların “işlerini çaldıklarını”, “suç” işlediklerini ve “huzuru” bozduklarını iddia ediyor; karşı karşıya oldukları tüm sorunların kaynağının, Asyalı ve Afrikalı göçmenler olduğunu ileri sürüyorlar.
Bizzat kapitalistler ve onların siyasi temsilcileri tarafından desteklenen bu propaganda, gerçekte onların sorumlu olduğu savaşlardan ve iç savaşlardan kaçan göçmenleri günah keçisi ilan etmeye ve işçi sınıfının dikkatini sahte / hayali bir düşmana yöneltmeye hizmet etmektedir.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde, bundan iki yıl önce yayımlanan “Yunanistan’daki göçmenleri savunun” başlıklı yazıda, Yunanistan’da kabaran göçmen karşıtı faşist saldırılarla ilgili olarak, “Yunanistan’daki sığınmacıların çoğu Irak’tan, Afganistan’dan, Suriye’den ve Yunanistan’daki kemer sıkma önlemlerinden sorumlu olan hükümetler tarafından askeri yollarla harabeye çevrilmiş ya da iç savaşa sürüklenmiş olan diğer ülkelerden gelmektedir,” tespitini yapmış ve şu çağrıda bulunmuştuk:
“Yunanistan’daki ve Avrupa’daki işçiler göçmen ve sığınmacı karşıtı duyguları kışkırtmaya yönelik bütün girişimlere karşı çıkmalılar. İşçiler, kökenleri ve etnik temelleri ne olursa olsun, dünyanın her yerinde aynı çıkarlara sahiptir ve aynı düşmanla karşı karşıyadır: kendi ayrıcalıklarını ve servetini korumak için her şeyi yapmaya hazır acımasız bir mali aristokrasi.”
Bu tespit ve çağrı, Türkiye için de geçerlidir. Giderek artan yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın ifadesi olan Kahramanmaraş’taki gösteri, işçi sınıfının ve gençliğin savaşa ve kemer sıkma politikalarına karşı mücadelesi ile onların kurbanı olan göçmenlerin savunusunun birbirinden ayrılamayacağını gösteren bir uyarı niteliğindedir.
Toplam sayıları yaklaşık 3 milyona ulaşan Suriyeli göçmenlerin 1 milyondan fazlası Türkiye’ye sığınmış durumda ve onlar, yıllardır en temel insani ihtiyaçlardan mahrum bir şekilde, hayata tutunma mücadelesi veriyorlar.
Suriyeli göçmenlerin barındığı kamplar yetersiz ve göçmenlerin ifadesiyle, “hapishaneden farksız.” Başbakan Erdoğan, Suriyeli göçmenlerin mahkum edildiği insanlık dışı koşulları, onların “mülteci” veya “vatandaş” değil ama hiçbir hakka sahip olmayan “misafirler” olmalarıyla haklı göstermeye çalışıyor. Erdoğan’ın Suriyeli göçmenlere ilişkin sözleri, kapitalistlerin ve onların emrindeki siyasetçilerin sinik ikiyüzlülüğünün ifadesidir. Zira onlar, bu insanlık dışı koşulların, Suriyeli göçmenlerin küçük bir kesimini oluşturan burjuvalar için geçerli olmadığını çok iyi biliyor ve “mülteci” ya da “vatandaş” olmayan zengin Suriyelilerin satın aldıkları lüks konutlarda –kendilerine sağlanan ayrıcalıklarla birlikte– refah içinde yaşıyor olmasından memnuniyet duyuyorlar.
Suriyeli burjuvalar (ki çoğu bu ülkede sürmekte olan iç savaşta emperyalistleri ve Ankara’yı destekliyor) refah içinde yaşarken, ülkelerine dönmeleri mümkün olmayan emekçi göçmenler, birçok ilde, devletin hiçbir katkısı olmaksızın yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Suriye sınırına yakın iller bir yana, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin caddeleri bile, kucağında çocuğuyla dilenen ya da mendil, su vb. satan Suriyeli kadınlarla dolu. Kadın göçmenler her türlü aşağılamaya ve tehlikeye açık şekilde, mümkün olan her yolla para kazanmaya çalışırken, erkekler, kendilerini kaçak çalıştıran Türkiyeli patronlar tarafından dizginsizce sömürülüyor. Suriyeli göçmenler, ortalama günlük ücretin 40-50 TL olduğu işlerde 20-25 TL’ye çalıştırılıyorlar.
Göçmen karşıtlarının son derece yaygın ve temelsiz argümanlarından biri olan “işlerimizi elimizden alıyorlar” söylemi, kapitalistlerin kendi yarattıkları felaketlerden nasıl acımasızca yararlandıklarını gizlemenin bir yoludur. Göçmenleri “yasadışı” bir şekilde, asgari ücretin çoğu durumda yarısına ve sosyal haklardan yoksun bir şekilde çalıştırmak sermayenin işine gelmekte; onun siyasi temsilcisi olan AKP hükümeti de buna göz yummaktadır.
Kapitalist üretim biçiminin işçiler arasında yarattığı acımasız rekabeti bir fırsat olarak değerlendiren patronlar, Suriyeli göçmenlerin içinde bulunduğu trajik durumdan en fazla kârı elde etmek için yararlanmakla kalmıyor, bizzat kendilerinin sorumlu olduğu toplumsal felaketin (savaş, işsizlik, yoksulluk, sosyal hakların gaspı vb.) günah keçisini de üretiyorlar. Kapitalistler ve hükümet, Suriyeli göçmenleri –aynı batıdaki büyük kentlere göç eden Kürt emekçilere birkaç yıl öncesine kadar yaptıkları gibi– şeytanlaştırarak, işçi sınıfını bölmekte ve onun dikkatini gerçek hedeflerden saptırmaktadır.
Göçmen karşıtlığının geliştirilmesinde, sözde AKP’ye muhalif burjuva ve küçük burjuva medyası da önemli bir rol oynuyor. Sahte solcu soL1 gazetesinin de zaman zaman katıldığı bu gerici dalgada, Sözcü gibi şoven milliyetçi gazeteler, faşist bir propaganda aygıtı işlevi görüyorlar. Onlar, “AKP karşıtlıklarını” göçmen düşmanlığı üzerinden şekillendiriyorlar. Hükümetin, kamplarda yaşayanları sefalet koşullarında hayatta tutacak kadar yaptığı harcamaları ön plana çıkartarak, “paralarımız yabancılara gidiyor” yaygarası kopartmak, su katılmamış bir yabancı düşmanlığının ifadesidir.
Şoven milliyetçi medyanın bu propagandası, bir yandan faşist hareketin değirmenine su taşırken, asıl olarak hükümetin ve büyük sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedir. Toplumsal eşitsizliğin devasa boyutlara ulaştığı, emekçilerin geçtiğimiz on yıllarda elde etmiş olduğu sosyal ve ekonomik kazanımların son kırıntılarının da gasp edildiği ve yoğun savaş hazırlıklarının yapıldığı mevcut uluslararası koşullarda, egemenlerin, yaklaşan toplumsal patlamalara karşı otoriter polis devletlerini inşa ederken en çok ihtiyaç duydukları şey işçi sınıfının bölünmüşlüğü ve perspektifsizliğidir.
ABD’nin ve Avrupa’daki emperyalist müttefiklerinin izinden giden Türkiyeli egemenler ve iktidar, önümüzdeki dönemde, kendisine hizmet eden kimlik politikacısı sahte solcu partilerin ve medyanın da desteğiyle, Türkiye işçi sınıfını bölmek için Suriyeli göçmenlerin varlığını giderek daha fazla kullanmak isteyecektir.
Kapitalizmin dünya çapındaki krizinin ve Ortadoğu’da sürmekte olan iç savaşların ortasında yaşanan ve kapsamlı savaş hazırlıklarının bir parçası olan bu yönelime kararlılıkla karşı durmak gerekiyor. Bunu yapabilecek tek toplumsal güç, işçi sınıfıdır.
İşçi sınıfı, bankaların ve şirketlerin emrindeki burjuva iktidarların toplumsal karşıdevrim ve savaş politikalarına karşı mücadelede başarılı olmak için, kapitalistlerin ve hükümetlerin kendi suçlarını gizlemek ve düzenlerini sürdürmek için günah keçisi ilan ettiği göçmen işçilerin diledikleri ülkede eşit siyasi ve sosyal haklara sahip şekilde yaşama hakkını savunmalıdır. Dili, dini, etnik kökeni, cinsiyeti vb. ne olursa olsun, hangi burjuva devletin vatandaşı olursa olsun, bütün işçilerin eşit haklara sahip olması uğruna mücadelenin başarısı, yoksulluk, işsizlik, savaş, göç vb. bütün felaketlerin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı mücadeleden ayrılamaz.
Dünyada, tüm insanların insanca koşullar altında yaşamasına yetecek kadar iş, konut, besin, giyim vb. temel ihtiyaçlar mevcut. İnsanlığın ezici çoğunluğunu bu gerçekliğe rağmen açlık ve sefalet içinde yaşamaya mahkum eden şey, kâr, özel mülkiyet ve ulus devlet üzerine kurulu kapitalist sömürü sistemidir.
Kapitalistler, bilimsel ve teknolojik gelişme (üretici güçlerin gelişmesi) sayesinde, dünya ölçeğinde ve dünya pazarı için üretim yapıyor; yatırımlarını dünyanın en kârlı buldukları bölgelerine aktarıyor; işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarını, dünyanın her yerinde, mümkün olan en düşük düzeye indirmeye çalışıyorlar. Bu sürece, borsa vurgunları ve devlet desteği yoluyla işçi sınıfından aktarılan servet sayesinde akıl almaz derecede zenginleşmiş bir mali aristokrasinin yükselişi eşlik ediyor.
Son 40 yıldır tüm dünyada yaşananlar (Stalinist diktatörlüklerin yeniden kapitalist sömürüye açılması dahil), işçi sınıfının, kapitalizmin bu küresel dinamiklerine karşı ulusal sınırlar içinde direnmesinin mümkün olmadığını fazlasıyla kanıtlamış durumda. İşçi sınıfı, küresel sermayeye karşı, uluslararası bir güç olarak ve sosyalist bir perspektifle örgütlenmelidir. Bu, her bir ülkedeki işçi sınıfının iktidarı alması, bankaları ve şirketleri toplumsallaştırması, üretimi toplumsal gereksinimleri karşılamak üzere çalışanların denetiminde ve demokratik bir planlama yoluyla yeniden düzenlemesi; bütün bu önlemleri de bir dünya sosyalist devletler federasyonunun inşası hedefine tabi kılması demektir.
Bir zamanlar işçi sınıfı içinde yer alan ve zaman zaman “sosyalizm” adına konuşan bütün diğer burjuva ve küçük burjuva sahte solcu akımların (sosyal demokrasi, Stalinizm, Pabloculuk vb.) gerici kapitalist politikaları savunduğu koşullarda, işçi sınıfını bu enternasyonalist sosyalist perspektifle örgütleme iradesi sergileyen ve bunu başarabilecek tek siyasi akım, Uluslararası Komite’de temsil edilen Dördüncü Enternasyonal’dir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), bu perspektif doğrultusunda, egemen sınıfların geliştirdiği göçmen karşıtlığına karşı işçileri uyarıyor ve dünya çapında birleşmeye çağırıyor.
Dipnotlar:
1 TKP’nin yayın organı soL gazetesi, özellikle 1 Ocak 2013’te attığı “Van paraları mültecilere” manşeti ve onu takip eden “AKP’nin Suriye’deki savaş kışkırtıcılığının faturasını Vanlı depremzedeler de ödüyor. Vanlılara aktarılması gereken kaynak Suriyeli mülteciler için harcanıyor. Böylece TOKİ evlerine para yetiştirmeye çalışan depremzedelerin en temel gereksinimleri karşılanmamış oluyor” haberiyle, depremzedeler ile göçmen emekçileri karşı karşıya koymuştu. Suriyeli göçmenler için harcanan kaynak ile AKP’nin Suriye’deki vekil savaşında desteklediği teröristler için harcanan paranın aynı yere gittiği algısını yaratan ve Suriyeli göçmenlerin tamamının “El Kaideci” olduğu izlenimi yayan bu haber, yabancı düşmanlığının ve adı konmamış milliyetçiliğin ifadesiydi.