1. Sosyalist Eşitlik Partisi, Suriye ile İran’ı askeri, siyasi ve ekonomik olarak istikrarsızlaştırmayı amaçlayan ABD önderliğindeki saldırıyı mahkûm eder. Medya ve eski solcu gruplar tarafından tekrar edilen, Suriye’nin insan hakları ihlallerinden dolayı ya da İran’ın dünya için nükleer bir tehlike oluşturduğu için hedef alındığına ilişkin resmi iddialar, emperyalist devletlerin yağmacı amaçlarını örtbas etmek anlamına gelmektedir. Bu canice komplonun amacı, Tahran’a karşı bir savaşın daha ileri hazırlıklarına geçiş olarak, Esad yönetimini istifaya zorlamak ve onun yerine dost bir müşteri yerleştirmektir.
2. Dünya, 1945’ten bu yana, büyük bir askeri çatışmaya böylesi yakın olmamıştır. Amerikan emperyalizmi, ekonomik çöküşünün üstesinden askeri yöntemlerle gelme çabası içinde, gezegeni istikrarsızlaştırıyor. Ortadoğu’da genel bir savaş, bütünüyle mümkündür. Mezhepsel, etnik ve topluluklar arası bölünmeler yalnızca Suriye’de değil ama aynı zamanda Lübnan’da, Ürdün’de ve Irak’ta da kasıtlı olarak teşvik ediliyor. Onlar şimdi, Suriye’ye karşı müdahalenin başlıca kahramanlarından biri olan Türkiye’ye sıçrıyor. Toplumsal ve siyasi olarak bölünmüş olan İsrail, İran’ın nükleer tesislerini bombalama niyetinde ısrar ediyor. İsrail’in son Gazze bombardımanının gösterdiği gibi, bölge, herhangi bir kıvılcımın tutuşturabileceği bir barut fıçısına dönmüştür.
3. Bölgenin Londra ve Paris’teki eski emperyalist efendileri, bu savaş yöneliminde Washington’a suç ortaklığı yapmaktadırlar. Onların hepsi, Ortadoğu ve Kafkasya bölgelerindeki petrol ve gaz üzerinde denetim peşinde koşuyorlar. ABD, 2001’den bu yana Afganistan’da, Irak’ta ve Libya’da Britanya’nın aktif desteğiyle savaşmıştır. Bu savaşlar, 11 Eylül’ün ardından, “terörle mücadele” bahanesiyle yürütüldü. Ama emperyalistler, şimdi, El Kaide’nin beslendiği Suudi Arabistan ve Katar gibi otokratik İslamcı yönetimlerle ittifak kurmakla kalmıyor; doğrudan El Kaide’ye bağlı milislerle birlikte dolap çeviriyorlar. Bu, tüm Avrupa’da Müslüman karşıtı duyarlılıkları tahrik etmeye, işçi sınıfını bölmeye ve savaşı haklı göstermeye yönelik çabalar tüm hızıyla devam ederken gerçekleşiyor.
4. Bölgesel egemenliğe yönelik uzun vadeli stratejik hedefe ulaşma süreci, Tunus’ta Bin Ali’nin, Mısır’da ise Mübarek’in Washington’ın hizmetindeki yönetimlerinin 2011’de devrilmesine yanıt olarak önemli ölçüde hızlandırıldı. Tüm Ortadoğu’da devrimci bir işçi sınıfı hareketinin ilk kıpırtılarıyla karşı karşıya gelen Washington ve Londra, Libya’daki Kaddafi yönetimini devirmek için bir NATO müdahalesi örgütledi. Tony Blair’in adı kötüye çıkmış “çöldeki anlaşma”da özetlenen dört yıllık bir uzlaşmanın ardından, Kaddafi dışlanmiş insan ilan edildi. Ardından, Trablus’un bombalanmasına bahane sağlamak için, Bingazi’de, önceki rejimin ateşli yandaşlarından, İslamcılardan ve CIA ajanlarından oluşan bir muhalefet hareketi geliştirildi. Savaşın sonunda Kaddafi’nin vahşice öldürülmesi, emperyalistlerin iradesine karşı koyan herkesin geleceğini gösteren bir uyarı olarak tasarlanmıştı. Varlığını bütünüyle Washington’a borçlu olan otoriter bir rejimin hüküm sürdüğü Libya, şimdi, kalıcı bir hizip savaşı içinde.
5. Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da, işçilerin ve ezilen kitlelerin baskı altında tutulması amacıyla, Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olan ve Körfez Devletleri tarafından finanse edilen hareketler kuruldu. Libya modeli, emperyalist yanlısı güçler (önce Suriye Ulusal Konseyi ve şimdi özenle seçilmiş Suriye Devrim ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu) dolayımıyla Suriye’de tekrarlanıyor. Türkiye ve Körfez Devletleri şimdi Washington adına bir vekil savaşı sürdürüyorlar. Bu, işçi sınıfının Ortadoğu’da bir başka yağmacı savaşa karşı ABD’de, Britanya’da ve uluslararası düzeyde sergilediği büyük karşı çıkışın gerekli kıldığı bir hamledir. Ama Washington, kendisini, Şam’daki ve Tahran’daki yönetimleri devirme hedefinden süresiz olarak uzak tutamaz ve tutmayacaktır. Doğrudan askeri müdahalenin hazırlıkları, bölgedeki birliklerin büyük ölçüde kuvvetlendirilmesiyle birlikte, oldukça ilerlemiş durumda.
6. Daha da büyük tehlikeler söz konusudur. Büyük güçlerin savaş kışkırtıcılığının merkezinde, onların başlıca rakipleri olan Rusya ile Çin’i yalnızca Ortadoğu’dan değil ama yerkürenin bütün stratejik bölgelerinden çıkartma çabası yatmaktadır. Washington, Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşünü “tek kutuplu” bir dünya oluşturma ve yeni bir “Amerikan yüzyılı”nı başlatma fırsatı olarak görmüştü. O yaklaşık yirmi yılını, Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’da, sıkça ikiyüzlü biçimde “renkli devrimler” olarak anılan yollarla ABD yanlısı yönetimleri kurup yerleştirerek, Rusya’yı yalıtmaya çalışmaya harcadı. Bu süreç şimdi Ortadoğu’da tekrarlanıyor.
7. 2007’de başlamış olan küresel mali kriz, Amerikan kapitalizminin kireçlenmiş karakterini açığa çıkardı. Obama yönetiminin tepkisi, ABD’nin emperyalist çıkarlarını güvence altına alma çabalarını yeni bir “Asya’ya dönüş” dolayımıyla Çin’e karşı yönlendirmek oldu. Pekin’i kuşatmaya yönelik bu “dönüş”, Avustralya’ya birlikler yerleştirilmesini, Vietnam, Endonezya ve Filipinler ile askeri bağları kuvvetlendirmeyi ve Çin’in müttefiki Kuzey Kore’ye karşı Güney Kore’yi desteklemeyi kapsamaktadır. Bu provokatif politikanın bu güne kadarki en patlamaya hazır sonucu, tartışmalı Diaoyu/Senkaku Adaları konusunda Japonya ile Çin arasında var olan gerilimleri arttırmak oldu. Pakistan’a karşı Hindistan’a arka çıkmasıyla birlikte düşünüldüğünde, bu, ABD emperyalizminin, pervasızca, bütün insanlık için korkunç sonuçları olacak çok sayıda nükleer çatışmanın tohumlarını attığı anlamına gelir.
8. Orman kanunu bir kez daha uluslararası ilişkilerde egemen oluyor. Faşist gericiliğin egemen olduğu ve savaşın fırtına bulutlarının toplandığı 1930’lardan bu yana, emperyalist güçler yasallığı böylesine küstahça ayaklar altına almamıştı. Afganistan, Irak ve Libya bağlantılı suçların (saldırgan savaşlar, sivillerin havadan bombalanması, kimyasal silahlar, yargısız hapisler, hükümler) tarihsel geçmişi Nazi Almanyası’ndadır. Washington, siyasi suikastler olayında, binlerce insanın “hedef alınarak” öldürülmesinde insansız hava araçlarını kullanma dolayımıyla, faşistleri bile aşmıştır. Bu ölçüte göre, Britanya, suçları sponsorlarından daha az satın alınabilir olmayan vatan haini bir rejim olarak suçlanmaktadır. Britanya güçleri, Afganistan’da cinayet ve suistimallerle; Irak’ta tutuklulara sistematik işkence yapmakla suçlanıyor.
9. Britanya emperyalizminin savaşa olan büyük ilgisi, onun önceki tarihsel gerilemesinden kaynaklanmaktadır. Londra, dünya arenasında ağırlığını arttırmak için ABD ile olan göklere çıkarılmış “özel ilişki”ye bağlıdır. Britanya, Avrupa Birliği’ndeki ikinci büyük orduya, dünyadaki dördüncü büyük savunma bütçesine ve önde gelen silah üreticilerinden birine sahipken, onun savunma yetenekleri bütünüyle ABD işbirliğine bağlıdır. Bu yüzden o, her zaman, onu sırtında taşıyacağını umduğu ABD militarizminin başlıca avukatı gibi davranmaktadır. Ölümcül bedel, aralarında Britanyalı ailelerin Batılı şirketler kâr yapsın diye ölüme gönderilmiş çocuklarının da bulunduğu sayısız savaş kurbanının kanıyla ödenmektedir.
10. ABD, şimdiye kadar, askeri avantajını adeta tartışmasız biçimde dayatabilmiştir. Ama büyük güçlerin hepsi, beraberinde acımasızca yeni bir dünya savaşı tehlikesini getiren bir küresel egemenlik mücadelesine sürükleniyorlar. Avrupalı büyük güçler, ABD önderliğindeki bütün önemli müdahalelere; Yugoslavya’nın bombalanmasına, Afganistan’daki savaşa, ikinci Irak savaşına ve şimdi de Suriye ile İran’a karşı savaşlara karışmışlardır. Bununla birlikte, onların kolektif askeri menzillerini ve güçlerini genişletmeleri için, Avrupalı bir silahlı gücün yaratılması yönünde sürekli çaba gösterilmektedir. Bu çabalar, asıl olarak Londra’nın ABD egemenliğindeki NATO komuta yapısının korunmasındaki ısrarıyla engelleniyor. Avrupa Birliği yapılarını atlayan ve Almanya ile Fransa arasındaki çatışmalar üzerine oynayan Britanya, aynı zamanda Fransa ile ikili bir savunma işbirliği anlaşması imzaladı. Ama Almanya, buna, Britanya’nın askeri, anayasal ve ekonomik bütünleşme konularındaki vetosuna son vermeyle birleştirilmiş şekilde, bir Avrupa ordusunun oluşturulması taleplerini canlandırarak karşılık verdi.
11. Bütün kıtada, işçi sınıfının birleşik bir hareketine karşı bir silah olarak, ulusal ve bölgesel gerilimler de kasten teşvik ediliyor. Katalan ve Bask ayrılıkçılığının, Belçika’daki Flaman milliyetçiliğinin ve İskoçya’nın Britanya’dan ayrılması yönündeki hamlelerin toplumsal kökleri, ayrıcalıklı küçük-burjuva kesimlerin uluslararası mali sermaye ile doğrudan ilişkiler kurma çabasında yatmaktadır. Bölünerek üreyen bu bölgeciliğin patlaması Avrupa’nın Balkanlaşmasına işaret etmektedir. AB, artan toplumsal ve siyasal gerilimler sonucunda bizzat kendisinin parçalanma ile karşı karşıya olduğu koşullarda, bir kez daha, barbarlığı geçtiğimiz yüzyıldakileri aşacak olan emperyalistler arası çatışmaların alanı haline gelebilir.
12. Bu kritik durumda, emekçilerin savaşa olan kitlesel muhalefeti herhangi bir çıkış yolu bulmamaktadır. 2003’te, fiilen bütün kıtalarda, 10 milyondan fazla insan tek bir günde Irak savaşına karşı yürümüştü. Ama bu hareket, birkaç ay içinde, bizzat kendi önderliği tarafından kasten çökertildi. Savaşa Son Koalisyonu, Liberal Demokratlar’ın, Britanya Komünist Partisi’nin, Sosyalist İşçi Partisi’nin ve Britanya Müslümanlar Birliği’nin ve onlarla birlikte İngiltere Kilisesi’nin temsilcilerinin bir ittifakını örgütlemişti. Ama bu güçler, başlangıçtan itibaren, işçi sınıfını, savaştan yana olduklarını açıklamış olan örgütlere tabi kılan bir mekanizmayı temsil ettiler. Onların başlıca talebi, bir düzine İşçi Partisi milletvekilinin ve sendika bürokratının, Blair önderliğindeki hükümetin savaş kışkırtıcılığını Birleşmiş Milletler’e ve barışçıl olduğu varsayılan Alman ve Fransız egemen sınıflarına çağrılar yapma yoluyla engellemeye yönelik sözde çabalarını desteklemekti.
13. Bu çağrı, dikkate alınmamaya mahkûmdu. Bosna’daki savaştan beri, İşçi Partisi milletvekillerinin, sendika görevlilerinin ve onların sözde liberal aydınlar içindeki destekleyicilerinin büyük çoğunluğu, insani yardım adına savaştan yana olduklarını açıklamışlardı. Irak da liberal müdahaleciliğin bir örneği olarak gösterildi ve Liberal Demokratlar ile en muhalif İşçi partililer, savaş ilan edilir edilmez, yurtseverlik ve “bizim çocuklar”ı desteklemek adına hizaya geldiler. Bugün, o zamanlar savaş karşıtı hareketin önderliğini oluşturanlar, emperyalist militarizmin savunucularıdır. BM, Bosna ve Kosova sırasında çığır açmış olan “koruma sorumluluğu” yasası adına ABD önderliğindeki Libya macerasına izin verdi. Liberal Demokratlar hükümette kaldı ve Libya’ya yönelik saldırıyı bütünüyle desteklediler; bu arada İskoçya Ulusal Partisi, NATO’ya yönelik çoktandır devam eden karşıtlığını çöpe attı. İşçi Partisi’ne gelince, o, savaşın ve emperyalist gericiliğin en katışıksız partisi olmaya devam etti. 2003’te varolan barışçıl “sol” artıklar neredeyse bütünüyle ortadan kalktı.
14. Eski-sol gruplar emperyalizmin ajanları işlevini görmektedirler. Onların safları, askeri müdahaleyi açıkça savunan Pablocu Birleşik Sekreterlik’ten Gilbert Achcar gibilerini kapsıyor. Burjuva kişilikler ile El Kaide unsurlarının robot-resim koalisyonlarının halka ait devrimci önderlikler olduğunu iddia eden ve emperyalist manipülasyonun bütün kanıtlarını reddeden Sosyalist İşçi Partisi ve diğerleri, Libya’da Geçici Ulusal Konsey’e ve Suriye muhalefetine tam destek veriyor. “Tepkisel emperyalizm karşıtlığı”nı mahkûm eden bu örgütler, Libya’da da yapmış oldukları gibi, Suriye Ulusal Konseyi’nin büyük güçlerden yardım alma peşinde koşma “hakkı”nı savunmaktadırlar. Bu yardım, bugün ülkeyi enkaza çevirmiştir. Onlar, bu yolla, kendilerini yarı otarşik ekonomileri emperyalist ulusötesi şirketlere açmayı amaçlayan neo-liberal piyasa politikalarına adamış Batı yanlısı müşterilerin yönetime yerleştirilmesini onaylamaktadırlar.
15. İkinci Enternasyonal partilerinin I. Dünya Savaşı’nda neden kendi egemen sınıflarının ardında hizaya geçtiğini açıklayan Lenin, işçi sınıfının devrimci enternasyonalist bir programla ve önderlikle yeniden silahlanması için oportünizmin gelişmesinin toplumsal itici gücünün ve onun açık sosyal şovenizme dönüşmesinin kavranması gerektiğini vurgulamıştı. Bu, tam da bugün işçi sınıfına siyasi olarak yeniden yön vermede ve eski, yozlaşmış örgütlerin engellemesini kırmada ihtiyaç duyulan şeydir. Oportünizmin güçlenmesi, emperyalist güçlerin, ayrıcalıklı bir işçi tabakasını (işçi aristokrasisi) geliştirmek için imparatorluğun nimetlerinden yararlanabilmesinde yatıyordu ki bu, siyasi ifadesini sınıf işbirliği uğruna sosyalizmden vazgeçen bir önderliğin güçlenmesinde bulmuştu. Bununla birlikte, günümüzde, savaş, işçi sınıfını her ülkede yoksullaştıran kemer sıkma politikalarının ikiz kardeşidir. Ama durum, savaş kışkırtıcılığının burjuva çevrelerde saygın bir yer ve ganimetten bir pay kazandırdığı üst orta sınıf liberal emperyalist kesimler için böyle değil.
17. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), savaşa karşı devrimci enternasyonalist bir muhalefet geliştirmede tek başınadır. Ama bu durum da tarihsel bir benzerliğe sahiptir. 1915’te, Zimmerwald Solu, uluslararası düzeyde dev gericilik dalgasına karşı durmuş olan küçük bir azınlığı temsil eden bir avuç delegeden ibaretti. İsviçre’deki bu eğilimin başlıca önderleri, iki yıl içinde, Rus Devrimi’nin önderleri ve dünyadaki ilk işçi devletinin kurucuları haline geldiler. Benzeri bir siyasi taban kayması günümüzde de yaşanmaktadır ve DEUK, bu süreçte, işçi sınıfının Britanya’da, Avrupa’da ve tüm dünyada gereksinim duyduğu devrimci yönelimi ve önderliği sağlamak zorundadır.
17. Gerçek bir savaş karşıtı hareket, yalnızca, savaşların kapitalist sistemin doğasında varolan çelişkilerden (küresel olarak bütünleşmiş ekonomi ile dünyanın düşman ulus devletlere bölünmüşlüğü arasındaki uzlaşmazlık) kaynaklandığı kavrayışı temel alınarak geliştirilebilir. Bunun üstesinden, yalnızca sosyalist devrim ve üretimin, dünya çapında kâr için değil ama toplumsal gereksinimleri karşılamak üzere planlı biçimde gelişmesi yoluyla gelinebilir. Bu tarihsel görevi yerine getirebilecek tek toplumsal güç işçi sınıfıdır. Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi, Almanya Sosyalist Eşitlik Partisi ile birlikte, Avrupadaki işçileri Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadeleyi ilerletmeye çağırır. Lenin gibi, gerçek düşmanın içeride olduğunda ısrar ediyoruz. Britanya’daki işçilerin çıkarları, Ortadoğu’da ve uluslararası düzeyde işçilerin ve ezilen kitlelerin, emperyalist güçler tarafından maruz bırakıldıkları yağma karşısında koşulsuz savunusuna bağlıdır.
8 Ocak 2013