TSK’nin Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği operasyonlar ve ardından beliren savaşa tam anlamıyla müdahil olma riski, savaşa karşı haklı bir öfkeyi doğurdu. Sosyal medyada savaş karşıtı etiketler gündemin en üst sıralarına tırmanırken, başta İstanbul olmak üzere çeşitli yerlerde savaş karşıtı yürüyüşler düzenlendi. Medyada muhalif köşe yazarlarının savaş karşıtı yazıları görüldü. İktidarın tepkisi ise sansür ve savaş karşıtı muhalefeti baştan ezmeye yönelik polis saldırısı oldu.
Bununla birlikte savaşa karşı tepki, burjuva muhalefet, sahte sol ve medya tarafından bir takım yanılsamalar yaratılarak düzen sınırları içine hapsediliyor. Bunun en net örneklerinden biri Sözcü gazetesinin 27 Temmuz tarihli manşetiydi. Manşette, “yazık bu güzelim ülkeye, yazık bu ülkenin evlatlarına koltuk uğruna! Son gelişmeler ‘Kaos çıksın, erken seçim olsun… MHP’nin oyları bize gelsin… HDP baraj altında kalsın’ planına uyuyor. Oluk oluk kan akıyor!” yazıyordu. Bu yaklaşım, farklı biçimlerde, birçok muhalif burjuva politikacı, sahte solcu ve köşe yazarı tarafından dile getiriliyor.
Kısacası, son günlerde yaşanan olayların ve savaş yöneliminin tek nedeni AKP’nin iktidar hırsıymış gibi gösteriliyor. AKP’nin bu yönelimiyle, yalnızca, CHP’nin koalisyon çabalarını boşa çıkarmaya ve erken seçime gitmeye, MHP’nin milliyetçi oylarını çalmaya ve HDP’yi de baraj altında bırakmaya çalıştığı inancı son derece yaygın. Fakat bu yaklaşım, her şeyin tek sebebini AKP (hatta cumhurbaşkanı Erdoğan) gibi göstermeye, savaş karşıtı muhalefeti AKP karşıtlığıyla sınırlamaya ve yaşanan olayların gerisindeki kapitalist çürüme gerçeğini gizlemeye; kısacası işçi sınıfı içinde kafa karışıklığı yaratmaya yarıyor sadece.
Kuşkusuz bu yaklaşımda bir doğruluk payı var. AKP bir erken seçimle hem MHP’nin oylarını kendisine kaydırmayı, hem HDP’yi baraj altına iterek meclisteki sandalyelerini çalmayı hem de CHP’yi olası koalisyon ortağı pozisyonundan indirip tekrar tek başına iktidar olmayı elbette istiyor. Fakat savaş yöneliminin tek ve asıl nedeninin bu olduğunu iddia etmek, dünya genelindeki daha büyük resmi görmezden gelmek ya da gizlemekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Kaldı ki, ne Türkiye ne de başka bir ülke sadece kendi iç dinamikleriyle yorumlanacak durumda değildir. Buna dışa tamamen kapalı görünen Kuzey Kore bile dâhildir. Küreselleşme olgusu bütün dünya ekonomisini iç içe geçirmiş olsa da ondan önce bile hiçbir ülkeyi uluslararası gelişmelerden soyutlayarak anlamak mümkün değildi. Bugün Türkiye’de yaşananlarda dış dünyanın etkisinin olmadığını iddia etmek, hatta tam tersine Ortadoğu’nun bütün sorunlarını Türkiye’nin iç dinamiklerine bağlamak son derece temelsizdir. Bu, aynı zamanda, AKP’ye sahip olduğundan çok daha büyük bir güç atfetmek ve onu tek suçlu konumuna getirmektir.
Hayır, AKP de diğerleri gibi sadece sermaye sınıfının hizmetinde olan bir partidir ve onun savaş yönelimi, sadece iktidar hırsıyla değil, dünya genelindeki emperyalist çatışmayla açıklanabilir. Küresel bir güç olma konumunu hızla kaybeden ABD emperyalizmi, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Doğu Avrupa’dan Güneydoğu Asya’ya kadar her yerde Rusya ve Çin’i ekonomik, siyasi ve askeri olarak kuşatmayı ve onları birer yarı sömürge durumuna düşürmeyi hedeflemektedir. [1] ABD, bu konuda, Ukrayna örneğinde olduğu gibi, Almanya gibi diğer emperyalist rakipleri ile fikir ayrılıklarına düşmeye de başlamıştır. [2]
Ortadoğu, üçüncü bir dünya savaşı ve nükleer savaş tehlikesini de beraberinde getiren bu yönelimin ayaklarından sadece ama sadece bir tanesidir. [3] Bugün Suriye ve Irak, emperyalizm adına vekâleten savaş yürüten çok çeşitli grupların cirit attığı bir bölgeye dönüşmüş durumda ve bu grupların pek çoğu potansiyel bir IŞİD olup kendi sıralarını bekliyor.
Türkiye, ABD ile fikir ayrılıklarını, tam olmasa da önemli bir ölçüde giderdi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Alistair Baskey, TSK’nin hava operasyonlarına ilişkin yazılı açıklamada, PKK’ye karşı Türkiye’nin kendini savunma hakkına saygı duyduklarını söylerken bu durumu açıkça ifade etti. ABD, “IŞİD’e karşı tüm ortaklarımız ve Türkiye ile işbirliğimizi arttırmayı dört gözle bekliyoruz” diyordu.
Sahte sola ve HDP’ye göre sadece Kürtlere karşı Kuzey Suriye’de tampon bölge kurulması için bölgenin işgal edilmesini amaçlayan plan, aslında diğer bir ayağını da Ürdün’ün Güney Suriye’de gerçekleştireceği daha kapsamlı bir işgal planının parçasıdır. Türkiye’deki muhalif çevrelerin hiçbiri buna dikkat çekmiyor. Bu çevreler, Suriye’de savaşan güçlerin emperyalizmin vekil güçleri olduğunu da söylemiyorlar. Tam tersine sahte sol, ABD emperyalizminin “güvenilir ortağı” konumuna yükselmiş YPG’yi [4] devrimci bir güç olarak görüyor ve destekliyor. Tüm dünyada büyüyen savaş tehlikesinden ve emperyalist gerilimlerden de söz edilmiyor.
Kısacası emperyalizmin dünya genelinde tırmanan savaş yöneliminin bir parçası olan Suriye’ye müdahale, sadece AKP’nin iktidar hırsının ürünüymüş gibi gösteriliyor. “AKP iktidardan indirilirse savaş yönelimi sona erecek” yanılsaması, Ortadoğu’daki savaşların ve katliamların altında yatan kapitalizm ve burjuva egemenliği gerçeğini gözlerden gizlemeye ve işçi sınıfının muhalefetini düzen sınırları içine hapsetmeye hizmet ediyor.
Hâlbuki işçi sınıfının iktidarı kurulmadığı sürece hangi parti iktidara gelirse gelsin sonuç değişmeyecektir. Hatta bu parti kendisini “sol” olarak tanımlasa bile! Bunun en çarpıcı örneği hemen yanı başımızdaki Yunanistan’da yaşanıyor. [5] Savaşa karşı muhalefet, yerel değil küresel bir konudur; işçi sınıfı önderliğinde örgütlenmeli ve savaşın asıl nedeni olan kapitalizmin ortadan kaldırılmasını da hedeflemelidir.[6]
28 Temmuz 2015