Fransa’da akaryakıt vergisi zammını protesto olarak başlayan ve giderek toplumsal eşitsizliğe ve Macron hükümetine karşı kitlesel bir işçi sınıfı hareketi haline gelen Sarı Yelek protestoları dünyanın çeşitli yerlerine yayılırken, sadece Fransa’nın değil ama bütün ülkelerin egemen sınıfları dehşete düşmüş durumdalar. Protestolar şu an Türkiye’ye sıçramamış olsa da, Türkiye egemen sınıfının siyasi temsilcileri ve medya, işçi sınıfına haftalardır tehditler savuruyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2013’teki Gezi Protestolarını hatırlatarak “Şimdi yine bunların hazırlığı içindeler. Boşuna bekliyorsunuz. Bu yollara tevessül ettiğinizde bedelini çok ağır ödetiriz,” şeklinde tehditler savurdu.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli de, “Fransa’yı baştan ayağa saran ve diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan Sarı Yelek terörüne özenen varsa bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerini de şimdiden ifade etmek isterim. 1 Nisan sabahı Türkiye için yeni bir kurgu yapan, yeni bir Gezi düşü kuran, yeni bir sokak hareketi düşleyen varsa kuşku yok ki buna pişman olacaktır,” ifadelerini kullandı.
AKP ve MHP önderliğindeki Cumhur İttifakı’nın bir parçası olan Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Fransa’daki protestocuların arasında “PKK, FETÖ, DHKP-C üyelerinin” olduğunu ileri sürerek protestocuları karalamaya çalışırken, “Biz, Gezi olaylarını yaşadık. Hiç kimse aklından Gezi ve benzeri bir eylemi geçirmemeli. Hiç kimse sarı yeleklilere özenmemeli. Milletimiz, devletimiz, Gezi ve 15 Temmuz’da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere de onun misliyle cevap verecek güçtedir,” dedi.
Siyaset kurumunun tepesinden yapılan bu açıklamalar, egemen sınıfın, işçi sınıfı içinde artan huzursuzluğun farkında olduğunu ve şiddetli sınıf çatışmalarına hazırlandığını bir kez daha vurgulamaktadır. Bu tehditlerin yanı sıra, tam da Sarı Yelek protestolarının başlamasının ardından, 5 yılı aşkın süre önce Gezi Parkı protestolarına katılmış yüzlerce kişiye soruşturmalar açıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı toplam 120 kişiye altı ayrı dava açarken, yaklaşık 600 kişinin de soruşturması devam ediyor.
Türkiye ekonomisinin büyümesinin yavaşladığı, Türk Lirası’nın yıl içinde ciddi oranda değer kaybettiği, ardı ardına konkordato ilanlarının geldiği ve krizin asıl yıkımının yaklaşmakta olduğu koşullarda, kitlesel işsizlik ve yoksulluk çarpıtılmış istatistiklerle dahi gizlenemeyecek boyutlara ulaşmış durumda.
Türk-İş’in geçtiğimiz Kasım ayı sonunda açıkladığı araştırma sonuçlarına göre dört kişilik bir aile için açlık sınırı 1943 TL, yoksulluk sınırı ise 6328 TL oldu. Buna karşılık asgari ücret, açlık sınırının da altında kalacak şekilde 1603 TL. Bir başına asgari ücret tartışmaları bile, işçi sınıfı içindeki hoşnutsuzluğun farkında olunduğunun ve giderek artan öfkeyi kontrol altında tutmaya çalışıldığının bir ifadesidir. Bu noktada, açlık sınırının biraz üzerinde, yoksulluk sınırının ise yanına bile yaklaşmayan rakamlar önerme furyasında burjuva partilere ve sendikalara katılan sahte sol gruplar, düzenin koltuk değneği işlevi görüyorlar.
En son açıklanan Eylül 2018 işsizlik oranı yüzde 11,4 ile Mart 2017’den beri en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Üstelik buna iş bulma umudu kalmamış olan çok sayıda işsiz dahil değil. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2017 sonuçlarına Türkiye’de 23 milyon insan yoksul. Üstelik bu sayı, 2018’de yaşanan şiddetli toplumsal yoksullaşmadan önceydi. Ayırca, TÜİK’in istatistiklerinin güvenilir olmadığını unutmamak gerekiyor. (Bkz. İşçiler daha da yoksullaşırken patronlar karlarına kar katıyor)
Nüfusun önemli bir bölümü yoksulluk sınırı altında yaşar ve yoksullaşmaya devam ederken, patronlar rekor miktarda kar açıklıyorlar. İsviçre Bankası ve PwC’nin açıkladığı Dünya Milyarderler Listesi’ne Türkiye’den girenlerin sayısı 36’ya yükseldi. İşçi sınıfının yarattığı bütün toplumsal servet, işçi sınıfından çalınıp burjuvaziye aktarılıyor.
Yaygın yoksulluk, işsizlik ve dayanılmaz hale gelen çalışma koşulları nedeniyle işçi sınıfının öfkesi patlamaya hazır hale gelmişken egemen sınıf ve onun siyaset kurumu bunu gereken her yolla bastırmaya kararlıdır. Bunun en son kanıtı, 3. Havalimanı işçilerinin eylemlerinin vahşice bastırılması ve 30’dan fazla işçinin tüm işçi sınıfına yönelik bir gözdağı olarak tutuklanması olmuştur.
Mustafa Destici, 2013’teki Gezi Parkı protestolarını 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle bir tutmakla kalmıyor; bu protestoların, kitlelerin direnişi sayesinde durdurulduğunu iddia ederek yalan söylüyor. Gerçekte o gün olan şey; burjuva muhalefetin, sendikaların ve onların yedeğindeki sahte solun işbirliğiyle kitlesel eylemlerin sönümlendirilmesiydi. Sendikalar, protestoların bir işçi sınıfı harketine dönüşmek ile kaçınılmaz olarak yenilgiye uğramak arasında sallandığı noktada, işçi sınıfının müdahale etmesine aktif biçimde engel olmuştu. Bugün kendisini “Gezi Ruhunun” başlıca mirasçısı gibi gösteren HDP’nin öncülü BDP, o günlerde AKP hükümeti ile işbirliğini sürdürmek adına Gezi Parkı protestoları ile arasına açık bir mesafe koymuştu.
Bugün hızla büyüyen toplumsal eşitsizliğin, işsizliğin, yoksulluğun ve giderek kötüleşen çalışma ve yaşam koşullarının ortasında, milyonlarca insanın katılmasına rağmen burjuva muhalefetin ve sendikaların denetimindeki bir protesto hareketinin ötesine geçemeyen Gezi Parkı eylemlerinin hayaletinin iktidarı hala korkutuyor olması, uluslararası ölçekte nesnel temelleri bulunan sınıfsal bir olguya işaret etmektedir.
Kapitalizmin başarısız ve iflas etmiş bir sistem olduğu, uluslararası işçi sınıfı ve gençlik kitleleri arasında her geçen gün daha açık bir şekilde görünür hale geliyor. Tüm dünyada bir yandan toplumsal eşitsizlik artar ve egemen sınıflar savaş ve diktatörlük yönelimine kapılmışken, diğer yandan uluslararası işçi sınıfının mücadelelerinde çok önemli bir canlanma söz konusudur.
Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), bu yılın başında, “2018 yılı (Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü), her şeyden önce, tüm dünyada, toplumsal gerilimlerde devasa bir yoğunlaşma ve sınıf çatışmasında bir tırmanma eliyle karakterize edilecek,” öngörüsünde bulunmuştu. Yılın son günlerine girerken, 2018 yılına tüm dünyada bu tespitin damga vurduğunu ve 2019 yılının bunun bir ileri aşamasını temsil edeceğini söylemek çok zor değil.
Sosyalist Eşitlik’in Sosyalistlere, işçilere ve gençlere; “Sarı Yelekliler”i destekleyin! adlı çağrısında belirtildiği gibi:
Bu kitlesel protestolar, uluslararası sınıf mücadelesinde yeni bir aşamayı temsil etmektedir. Avrupa mali sermayesinin emrindeki Devlet Başkanı Macron hükümetinin işçi sınıfına ve emekçi kitlelere yönelik giriştiği toplumsal saldırının tetiklediği protestolara yön veren, özünde ulusal değil, küresel koşullardır.
Bu yüzden, bir tarafta Mısır devriminin kasabı Sisi’nin diktatörlüğü sarı yelek satışını yasaklıyor, diğer tarafta Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan olası sarı yelek protestolarına karşı tehditler savuruyor. Macron sadece Fransız burjuvaları adına değil, tüm dünya burjuvaları adına işçi sınıfına saldırıyor.
Fransa’da burjuvazinin şiddetli baskısına, sendikalar ve sahte sol partilerin Sarı Yeleklilere yönelik iftiraları ve gözden düşürme çabaları eşlik ederken; Almanya’da egemen sınıfın hizmetindeki Sol Parti protestocuları topa tutma görevini üstleniyor. Türkiyeli sahte sol grupların bu süreçte oynadığı rol, Syriza’ya ve HDP’ye verdikleri destekte olduğu gibi, onların kapitalizm yanlısı ve işçi sınıfı karşıtı karakterini ortaya koyuyor.
Egemen sınıfın siyasi temsilcilerinin ve onların medyadaki uşaklarının Gezi Parkı’na ya da şimdi Sarı Yeleklilere yönelik bu kadar saldırganca “komplo teorileri” üretmelerinin ve tehditler savurmalarının, ne bu uluslararası sınıfsal olgunun nesnel karakterini ortadan kaldırması ne de yaklaşmakta olan sınıf mücadelelerini engellemesi mümkündür. Kapitalizm ve egemen sınıf, dünyanın her yerinde kitlesel devrimci işçi sınıfı patlamalarının zeminini fazlasıyla oluşturmuştur.
Egemenleri bu kadar dehşete düşüren başlıca şeylerden biri de, işçi sınıfı mücadelelerinin düzen partilerinin ve sendikaların kontrolünden çıkıyor ve onlardan bağımsız bir şekilde gelişiyor olmasıdır. Ancak nesnel olarak muazzam devrimci dinamikler taşıyan bu olgu, tek başına yeterli değildir. İşçi sınıfının bağımsız siyasi bir perspektife ve örgütlenmeye ihtiyacı var. Kapitalizme, egemen sınıflara ve onların hizmetindeki partilere ve sendikalara karşı ve dünya sosyalizmi uğruna bu perspektifi ve örgütlenmeyi ileri süren tek akım, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’dir.