11 Mayıs Cumartesi günü Hatay Reyhanlı’da gerçekleşen bombalı araç patlaması sonucunda 46 kişi öldü, çok sayıda ev, işyeri ve araç hasar gördü. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın açıklamasına göre “aralarında saldırının planlayıcısının da olduğu” 9 kişi gözaltına alındı. Atalay, saldırının, “Suriye’deki rejim yanlısı örgütlerle özellikle El Muhaberat’la yakın irtibat içinde olan örgüt tarafından gerçekleştirilmiş” olduğunu iddia etti.
İçişleri Bakanı Muammer Güler de, Atalay’ın “Suriye bağlantısı” iddiasını yineledi ve saldırının “isimleri bilinen örgütler tarafından” gerçekleştirildiğini söyledi. Güler, saldırının amacının “ülkemizin huzur ortamına darbe vurmak ve yürümekte olan çözüm sürecini provoke etmek” olduğunu ifade etti.
Güler’in, Reyhanlı’daki terörist eylemin “ülkedeki huzuru” ve “barış sürecini” bozmaya yönelik olduğu düşüncesi, Başbakan Erdoğan tarafından da yinelendi. Erdoğan, Hatay’ın “Suriye sınırında ve hassasiyetleri olan” bir il olduğunu vurguladığı açıklamasında, bu hassasiyetlerin 20-25 bin Suriyeli sığınmacının varlığıyla daha da arttığına değindi ve “orada bu havayı tahrik etmek isteyenler olabilir” dedi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, İzmir’de yaptığı açıklamada, Atalay’ın saldırı ile Suriye’deki Esad yönetimi arasında bağlantı olduğu iddiası için “şu ana kadar bu bir kanaat” dedi: “Şu ana kadar elde edilen bilgilerden, belgelerden, bulgulardan, kanaatlerden böyle bir şeyin olabileceği konusunda bir yoğun bilgi birikimi var… Şu ana kadar bu bir kanaattir ama bilgiye dönüşmüş veya da soruşturmanın seyrine etki etmiş noktada değil bildiğim kadarıyla.”
Atalay, CHP’den gelen “sınır kapılarında ihmaller olduğu” eleştirisine yanıt verirken, bu konuya bir açıklama getirmedi ama muhalefeti, “Suriye’de yaşanan olaylara kayıtsız kalmak”la ve masum insanların can vermesine “tepki göstermemekle” eleştirdi.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş saldırı nedeniyle AKP hükümetinin sorumlu tutulmasına karşı çıkarak hükümetin yanında olduklarını açıkladı: “Bu dönemde özellikle sivil yurttaşlarımızı hedef alan saldırılar karşısında hükümeti sorumlu tutmak ve eleştirmek yerine birlik içerisinde hareket etmek zorundayız.” BDP’nin bu açıklaması, AKP-PKK barışıyla birlikte sağlanan ittifakın ne anlama geldiğini göstermektedir.
Suriye Enformasyon Bakanı Umran el Zubi ise, patlamanın olduğu gün devlet televizyonunda yayınlanan basın toplantısında, “Suriye böyle bir şey yapmamıştır ve asla da yapmaz çünkü değerlerimiz buna izin vermez. Böyle dayanağı olmayan suçlamaları ortaya atmaya kimsenin hakkı yoktur” dedi.
Hem Suriye’deki mevcut duruma hem de Reyhanlı’daki patlamaya Türkiye’nin politikalarının yol açtığını söyleyen El Zubi, “Türk hükümeti sınır bölgelerini uluslararası terörist odaklarına çevirdi. Türk hükümeti ve başbakanı Türk halkına, Suriye halkına ve bölge halklarına karşı siyasi ve ahlaki sorumluluk taşımaktadır” dedi.
Yayın yasağı
Öte yandan, Reyhanlı Sulh Ceza Mahkemesi, Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, Hatay- Reyhanlı’daki patlamalarla ilgili delil niteliğinde olabilecek yazılı, sesli ve görüntülü haberlere yayın yasağı kararı aldı.
Bu karar, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından eleştirildi ve yayın yasağının halkın doğru ve yansız bilgilenme hakkını zedeleyeceği için kaldırılması talep edildi. Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı Atilla Sertel de, “yasakçı bir anlayışla halkın gerçekleri öğrenmesinin önüne geçilmesinin daha vahim sonuçlar doğuracağını” söyledi.
Provokasyon
Reyhanlı’da gerçekleşen bombalı araç saldırısı, yöntem olarak, Irak’ta hemen her gün yaşanan saldırlardan pek farklı değildir. İstihbarat örgütlerinin de şu ya da bu ölçüde rol oynadığı bu tür saldırıların amacı, basitçe insan öldürmek değildir. Bu tür terörist saldırıların, genel olarak, bir yandan halk içinde yaygın bir korku, panik ve güvensizlik havası yaratıp kitleler içinde “devlet otoritesi” isteğini arttırırken, aynı zamanda, farklı etnik, dinsel, kültürel vb. kökenlerden emekçiler arasında düşmanlık tohumları ekmeye hizmet ettiği biliniyor.
Bununla birlikte, Suriye’de rejim değişikliğini amaçlayan ve ağırlıklı olarak İslamcı silahlı gruplar eliyle sürdürülen emperyalist destekli vekil savaşında son derece önemli bir rol oynayan Türkiye’de gerçekleşen bu terörist saldırı, yukarıda değindiğimiz genel çerçevenin dışında, özel bir anlam kazanmaktadır.
Başını ABD ile Britanya’nın çektiği Batılı emperyalist koalisyon, Suriye’ye yönelik müdahalede, bir süredir, ikili bir strateji geliştirmiş durumda. Onlar, bir yandan muhalefet içindeki “radikal” İslamcı grupları etkisizleştirmeye çalışır ve Rusya ile “barışçıl rejim değişikliği” üzerine görüşmeler yaparken, aynı zamanda, sözde “muhalefet”e doğrudan silah yardımı yapmanın önünü açacak adımlar atıyorlar.
Anımsanacağı üzere, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 7 Mayıs’ta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile yaptığı görüşmede, “barışçıl değişim” umudunu canlandıracak şekilde, Suriye hükümeti ile Suriye muhalefetinin yer alabileceği bir konferans düzenlenmesi önerisi yapmıştı. Bu görüşmenin ardından da, 10 Mayıs günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile İngiltere Başbakanı David Cameron Soçi’de buluştu. Bu toplantıdan sonra yapılan resmi açıklamada, Rusya ile Britanya’nın “Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması” ve bir “geçiş hükümeti kurulması” için ortak davranacağı belirtildi. Öte yandan, Obama yönetimi ve Cameron hükümeti, muhalefete doğrudan silah yardımı yapılması yönündeki çalışmalarını sürdürüyor.
Suriye’deki savaşta doğrudan taraf olan ABD-Britanya ve Rusya egemenlerinin, son süreçte ortak bir noktada yakınlaşma işaretleri vermesi, Suriye’ye emperyalist müdahaleyi savunan muhalefeti büyük ölçüde rahatsız ettiğini ve bu grupların Suriye’ye müdahaleyi kışkırtmak için her türlü yola başvurabileceğini vurgulamak gerekiyor.
Bu süreçte, büyük güçler Suriye’ye ilişkin yeni hamlelere hazırlık yaparken, Türkiyeli egemenler de emperyalistlerin Ortadoğu planlarında kendisinin özlediği yeri alamama olasılığını en aza indirmek için kendi adımlarını atıyorlar. Ankara’nın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile pekiştirmiş olduğu ittifakını, bu yılın başlarında PKK ile sağladığı “barış”la tamamlaması, onun Ortadoğu ve Suriye politikası ile doğrudan bağlantılıydı. Nitekim AKP-PKK barışının hemen ardından, PKK’nin Suriye’deki kardeş örgütü PYD (Demokratik Birlik Partisi), Esad iktidarına karşı “Suriye Ulusal Koalisyonu” ve Özgür Suriye Ordusu güçleri ile ilişkilerini iyice sıkılaştırdı.
Nisan ayı başında Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin, “Türkiye ile ikili ilişkilerin, karşılıklı saygı çerçevesinde devam etmesinden memnuniyet duyacağını” belirttiği açıklaması ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Ankara’dan özür dilemesi, hem Ankara’nın bu hamlelerinin sonucuydu hem de Obama yönetiminin çabalarının ürünüydü.
Bütün bu arka plana, Suriye sınırına yerleştirilmiş olan Patriot füzelerini, geçtiğimiz haftalarda üniversitelerde yaşanan olayların arkasında “Suriyeli ajanlar” olduğuna ve en son Nusaybin’e ek asker sevkiyatı yapıldığına ilişkin haberleri eklediğimizde, Reyhanlı’da gerçekleşen bombalı araç saldırısının Suriye’ye yönelik doğrudan askeri müdahale hazırlıklarıyla bağlantılı olduğu görülür.
Reyhanlı’daki terörist saldırının arkasında hangi devletin ya da istihbarat örgütünün yattığına ve bu eylemi hangi örgütün gerçekleştirdiğine ilişkin her türlü değerlendirme, şimdilik spekülasyondan ibaret olacaktır. Bununla birlikte, son birkaç hafta içinde İsrail’in üç saldırısına maruz kalmış olan Suriye’nin, Ankara’yı askeri müdahaleye zorlamakta ne tür bir çıkarı olacağını anlamanın zor olduğunu belirtmek gerekiyor.
Buna rağmen, burjuva medyası tek bir ağızla konuşmakta ve bu konuşma tamamen AKP hükümetinin çizgisinin tekrarından oluşmaktadır. AKP’nin savaşçı çizgisinin ve silahlı muhalefete verdiği desteğin sonucu olarak Reyhanlı’daki sorumluluğunu gizlemek ve Esad rejimine karşı askeri müdahaleyi meşrulaştırabilmek için tüm medya kanalları seferber olmuş durumda.
Öte yandan, Reyhanlı’daki patlamaların ardından basında yer alan ve MİT’in, “Suriye’nin Rakka kentinde 23 Nisan’da 3 otomobile bomba yüklendiğini ve şüphelilerin Türkiye’ye saldırı planladığını, bombacıların Gaziantep, Hatay ve Şanlıurfa’da üç ayrı sınır kapısını kullanabileceğini belirlemiş” olduğuna ilişkin haberler, Ankara’nın, bu tür bir terörist saldırının gerçekleşeceğinden, en azından haberdar olduğunu göstermektedir.
Bu, AKP iktidarının ya istihbaratını almış olduğu bir saldırıyı önlemede ciddi bir zaaf sergilediği ya da saldırının önünü kasten açtığı anlamına gelir. Her iki durumda da, sınır illerinde -ve belki de tüm ülkede- olağanüstü önlemler almaya ve Suriye’ye yönelik bir saldırıya zemin hazırlayan Reyhanlı’daki terörist saldırının sorumlusu AKP iktidarıdır.
Batılı emperyalistlerin ve AKP hükümetinin doğrudan kışkırttığı Suriye’deki savaşın bölgedeki ülkelere yayılma tehlikesi giderek gerçeklik kazanmaktadır. Bu durum, AKP’nin barışının ne anlama geldiğini de bir kez daha gösteriyor. Sosyalistler, Suriye’ye yönelik bir müdahaleye kararlılıkla karşı çıkarken AKP hükümetine yedeklenen tüm akımlarla aralarına kalın bir sınır çekme göreviyle de karşı karşıyadırlar.