Mısır Ordusu’nun dün sabah [8 Temmuz] Kahire’deki Cumhuriyet Muhafızları’nın kışlasının dışındaki Müslüman Kardeşler’den göstericileri katletmesi, ordunun Mısır’da yeni bir devrim gerçekleştirmekte olduğu yolundaki bütün iddiaları paramparça etti. Ordu, Mısır’daki askeri diktatörlük karşıtı muhalefete ve sonuçta 2011’den bu yana Mısır’daki tüm kitlesel ayaklanmaların arkasındaki temel güç olan işçi sınıfına yönelecek olan bir baskı uyguluyor.
Pazartesi günü, sabah namazı sırasında, ordu birlikleri, önce Müslüman Kardeşler yanlısı göstericilere gözyaşartıcı bombalar attılar; ardından da, kitleye ateş açarak zırhlı araçlar eşliğinde onların üzerine yürüdüler. Mısır Sağlık Bakanlığı’nın verdiği rakamlara göre, katliamda, en az 51 sivil öldü, 435 kişi ise yaralandı. Buna karşılık, ölü sayısı önemli oranda artabilir.
Bu tür bir katliamın amacı, 3 Temmuz’daki darbeye ve yeni bir askeri cuntaya karşı çıkan herkesi korkutmaktır.
Mısır’da şimdi gerçekleşen sarsıcı gelişmeleri anlamak ve işçi sınıfını önümüzdeki mücadelelere hazırlamak için, Mısır’daki iki farklı çatışmayı kavramak son derece önemli. Bizzat burjuvazi içinde, öncelikle ekonomi politikası ama bunun yanı sıra dış politika konuları ve hatta yaşam tarzına ilişkin çelişkiler var ki bunlar Mübarek’in devrilmesinden beri alevlenmektedir.
Bu çatışma, geçtiğimiz haftalarda, asıl olarak, eski cumhurbaşkanı Muhammed Mursi önderliğindeki Müslüman Kardeşler ile egemen sınıfların laik eğilimli unsurları arasında yoğunlaşan bir iktidar mücadelesi biçimini aldı. Aynı zamanda, ordu da korumaya kararlı olduğu mali ve ekonomik çıkarlara sahip. Her iki hizip de, uluslararası sermaye tarafından talep edilen, IMF’nin dikte ettiği kemer sıkma ve kısıtlama önlemlerine destek verdi.
Bununla birlikte, daha belirleyici çatışma, işçi sınıfı ve kent yoksulları ile tüm bir Mısır egemen sınıfı arasındaki temel sınıf mücadelesidir. Bu çatışma, Mursi’nin yönetimi altında artan yoksulluk ve toplumsal hoşnutsuzluk eliyle daha da şiddetlendirildi.
Son aylarda, Mısır’da bir fabrika kapanmaları ve grevler dalgası yaşandı. Ordunun kontrolü ele geçirmesinden önce, Müslüman Kardeşler yönetimine karşı on milyonlarca işçinin ve gencin katıldığı devasa kitlesel protestolar gerçekleşti. Ancak ordunun müdahalesi, bu hareketin bir ifadesi değil; işçi sınıfına yönelik bir önleyici saldırıydı.
Ordunun, askeri darbenin ilk günlerindeki icraatı, yalnızca yeni rejimin doğasını değil; aynı zamanda, ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt’e (ISO) ve Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’ne bağlı Devrimci Sosyalistler gibi sahte solcu örgütler tarafından desteklenen Tamarod (İsyan) koalisyonunun gerici rolünü de açığa vurdu.
Eğer cunta, şimdi Müslüman Kardeşler’i ezme üzerinde odaklanmışsa, bunun nedeni, ordunun, geçen haftaki kitlesel gösterilere katılmış olan işçilerden ve gençlerden gelecek muhalefeti, Tamarod’un ve Devrimci Sosyalistler’in yardımıyla, en azından geçici olarak devre dışı bırakmış olmasıdır. Bu durum, orduya, işçi sınıfı ile daha belirleyici bir hesaplaşma denemesine bilenirken, kendi egemenliğini sağlamlaştırması için manevra alanı sağlamıştır.
Tamarod, liberal, İslamcı ve sahte-sol muhalefet partilerinin parlak buluşudur. Devrimci Sosyalistler dışında, Muhammed El-Baradey’in Ulusal Kurtuluş Cephesi, Müslüman Kardeşler’in eski üyesi Abdel Monayim Abul Fotuh’un İslamcı Güçlü Mısır Partisi, 6 Nisan Gençlik Hareketi ve hatta General Ahmed Şefik gibi eski Mübarek rejiminin yetkilileri, onun destekleyicileri arasındadır.
Tamarod, burjuva muhalefet için, egemen sınıfın farklı kesimlerini temsil eden bir platformdan başka bir şey değildi. Bununla birlikte, o, işçi sınıfını tüm kapitalist sınıfa -yani hem Müslüman Kardeşler’e hem de Tamarod içindeki yozlaşmış güçlere- karşı mücadelede harekete geçiren herhangi bir gücün yokluğunda, milyonlarca imza toplayarak, Mursi’ye karşı muhalefetten faydalandı.
Tamarod’un başlıca talepleri (parlamentonun İslamcıların egemenliğindeki üst meclisinin dağıtılması; yargının başındaki kişinin cumhurbaşkanı olarak atanması; serbest piyasa yanlısı bir teknokratlar hükümetinin görevlendirilmesi), cunta tarafından, yönetiminin temeli olarak bütünüyle benimsendi.
Devrimci Sosyalistler, Mayıs ayında, desteklerini “devrimi tamamlamanın bir yolu” olarak yücelttikleri Tamarod’a yönelttiler. Devrimci Sosyalistler’in üyeleri Tamarod için imza topladı, onu tanıtmak için toplantılar örgütledi (Devrimci Sosyalistler, 28 Mayıs’ta, Giza’daki merkezlerinde Tamarod’un önderleri Mahmud Bedir ile Muhammed Abdul-Aziz’i alkışladı) ve onun programını destekleyen açıklamalar yaptı.
Devrimci Sosyalistler’in önde gelen üyesi Sameh Nagib, ordunun yönetimi almasının hemen ardından Britanya Sosyalist İşçi Partisi’nin web sayfası Socialist Worker’da yayımlanan bir açıklamada, darbeyi “ikinci devrim” olarak selamladı. “Halk son birkaç gün içindeki olaylar tarafından yetkilendirilmiş olduğunu hissediyor” diye yazan Sameh Nagib, “bu demokrasinin sonu ya da basitçe bir darbe değil” diye ilan etti.
Devrimci Sosyalistler, göstericileri cuntayı savunmak için harekete geçirmeye de çalıştılar. Onlar, 6 Temmuz’da kendi Arapça web sayfalarında, “ABD destekli Müslüman Kardeşler ve onun tarikat şefi önderi Muhammed Bedii’nin dik kafalılığı, aptallığı ve suçluluğu iç savaşın ürkütücü ufuklarını açmaktadır. Bu, yalnızca, devrimi korumak için alanlara ve sokaklara gelen milyonlar tarafından durdurulabilir. Onlar, Mısır Devrimi’ni bir askeri darbe gibi göstermeye yönelik ABD-Müslüman Kardeşler planını durdurmalıdırlar.”
Devrimci Sosyalistler, cuntadan, “toplumsal adalete ulaşmak için derhal adımlar” atmasını “özgürlük ve toplumsal adalet değerlerini sağlamlaştıran sivil, demokratik bir anayasa yazma” işine girişmesini istiyor. ABD destekli bir cuntaya yapılan böylesi dostça öneriler, Devrimci Sosyalistler’i, elleri kana bulanmış bir karşı-devrimci örgüt olarak damgalamaktadır.
ABD yönetiminin, Mısır ordusuna yapılan yardımın kesilmesi de dahil yasal sonuçları önlemek için kasıtlı olarak “darbe” sözcüğünü kullanmadığı göz önünde tutulursa, ABD emperyalizminin Müslüman Kardeşler ile işbirliği içinde, ordunun iktidarı almasını bir darbe olarak karalama peşinde olduğu düşüncesini ileri sürmek saçmadır.
Gerçekte, Tamarod da, darbenin başından sonuna kadar Washington ve Avrupa Birliği ile yakın ilişki içinde olmuştur. El Baradey, David D. Kirkpatrick ile yaptığı ve geçtiğimiz Cuma günü New York Times’ta yayımlanan röportajda açığa vurduğu üzere, ABD Dışişleri Bakanlığı ve AB’nin dış politika yetkilileri ile tartışmalara girmiş ve onları darbeyi desteklemeye çağırmıştı.
Kirkpatrick, “Önde gelen Mısırlı liberal, ayaklanmaya Batı desteği peşinde koştuğunu söylüyor” başlıklı bir makalede, El Baradey’in “Batılı güçleri Cumhurbaşkanı Mursi’yi zorla görevden alma gerekliliğine inandırmak için çok çalışmış” olduğunu söylediğini yazdı: “Bay El Baradey, ordunun iktidarı aldığı günlerde, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yi ve Avrupa Birliği’nin dış politikadaki en yetkili ismi Catherine Ashton ‘ı, Bay Mursi’nin görevden alınması gerektiğine ikna etmek için, onlarla uzun uzun konuştuğunu söyledi.” Kirkpatrick’e göre, El Baradey, “milyonlarca insanın sokaklarda Bay Mursi’nin gitmesini talep ettiği bir ortamda… ordunun iktidarı ele geçirmesinin ‘en az sancılı seçenek’ olduğunu” savunmuş.
Bir devrim, siyasi şarlatanlığı acımasızca teşhir eder. Devrimci Sosyalistler’in Tamarod operasyonunu ve ABD destekli darbeyi bir “ikinci devrim” olarak sunmaya kalkışma yönündeki gerici girişimleri, Kahire sokaklarındaki kitlesel katliam eliyle çürütülmektedir.
Devrimci Sosyalistler’in şimdi askeri cuntaya verdikleri destek, 2011’de Hüsnü Mübarek’e karşı protestoların başlamasından bu yana bir dizi kirli operasyonun en son manevrasıdır. Devrimci Sosyalistler, Ocak 2011’deki muhalefet patlamasına yanıt olarak, rejimin devrilmesi için değil ama -21 Ocak 2011 tarihli bir ortak açıklamaya göre- “demokrasiyi, sivil özgürlükleri, özgür ve adil seçimleri” kurumsallaştıracak bir hükümet çağrısı yapmakta El Baradey’e ve burjuva düzenin diğer hiziplerine katılmıştı.
Devrimci Sosyalistler, 25 Ocak’ta, gösterilerin işçi sınıfının Mübarek’i istifaya zorlayan kitlesel devrimci bir harekete dönüşmesinin ardından, iktidara gelen ABD destekli cuntayı desteklediler. Devrimci Sosyalistler’in önde gelen üyelerinden Mustafa Ömer, 31 Mayıs’ta, Socialist Worker için, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin “siyasi ve ekonomik sistemi, daha demokratik ve daha az baskıcı bir hale getirecek şekilde iyileştirmeyi amaçlamakta” olduğunu iddia ettiği bir makale kaleme aldı.
Askeri yönetime karşı yeni kitlesel hareketler patladığında, Devrimci Sosyalistler, “ikinci devrim”e açıkça karşı çıktılar ve desteklerini hızla Müslüman Kardeşler ile Mursi’ye kaydırdılar. Müslüman Kardeşler’i “devrimin sağ kanadı”, Mursi’yi ise “devrimci aday” olarak tanımlayan Devrimci Sosyalistler, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mursi için kampanya düzenlediler. Mursi sonunda cumhurbaşkanı olunca, onun zaferini kutladılar.
ISO’nun ‘Sosyalizm 2012’ konferansında, Semih Nagib, “Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi’nin zaferi,karşı-devrimi ve bu darbeyi geri püskürtmede büyük bir kazanımdır… Ne zaman karşı-devrim tehlikesi olsa, İslamcılar kitlelere koşacak; yüzbinleri askeri yönetime karşı harekete geçirecekler.” demişti.
Nagib’in Müslüman Kardeşler’i devrimci güç konumuna yükseltmesi, insanı güldürecek kadar garipti. Bununla birlikte, sonunda yeniden yön değiştiren Devrimci Sosyalistler oldu ve onlar şimdi Müslüman Kardeşler’e karşı darbeyi destekliyorlar.
Devrimci Sosyalistler, bu alışılmadık kıvırmalar ve dönüşler için hiçbir zaman bir açıklama yapmadılar. Onlar, basitçe, aniden karşı-devrimci ilan ettikleri Müslüman Kardeşler’in, aniden ilerici olarak alkışladıkları ABD destekli cunta tarafından iktidardan indirilmesinin ikinci bir devrim olduğunu iddia ettiler.
Böylesi rastgele ve tutarsız siyasi salınımlar, orta sınıfın burjuva devlete ve dünya emperyalizmine sıkı sıkıya bağlı olan çürümüş kesimlerini temsil eden bir grubun ayırt edici özelliğidir.
Devrimci Sosyalistler’in son manevraları, Mısır burjuvazisinin ve onun emperyalist destekleyicilerinin, mali sermayenin talep ettiği politikaları Mübarek’ten ve Mursi’den çok daha acımasız bir şekilde uygulamaya yönelik girişimini desteklemektedir. El Baradey, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) yeni borçlar alınmasının en ateşli savunucularından biridir. IMF, bunun karşılığında, tahıl ve yakıt gibi temel tüketim malları üzerindeki Mısır halkının bel bağladığı sübvansiyonlarda acımasız kesintiler talep edecektir.
Ordu, uluslararası mali sermaye tarafından talep edilen politikaları uygulamaya adanmış bir hükümet oluşturuyor. Yeni Mısır başbakanlığı görevinin adayları arasında, El Baradey’in yanı sıra, Mısır merkez bankasının eski başkanı Faruk Ek-Okda ile eski bir Morgan Stanley bankacısı ve şimdi Bahreyn merkezli Ahli United Bank’ın önde gelen yöneticilerinden olan Adil El Labban da bulunuyor.
Kemer sıkma politikalarını uygulamaya adanmış acımasız askeri cunta, kaçınılmaz olarak işçi sınıfıyla sert bir toplumsal çatışmaya girecektir. Şimdi en önemli görev, işçi sınıfının kapitalist sınıfın bütün kesimlerine karşı sosyalizm mücadelesi üzerine kurulu önderliğini inşa etmektir.
ABD destekli kanlı askeri darbeye destek sağlayarak işçi sınıfına yönelik daha sert saldırıların koşullarını sağlayan Devrimci Sosyalistler, kendisini bir kez daha gericilik kampına yerleştirmiştir. Mısırlı sosyalist düşünceli işçiler ve gençlik, bu örgüte karşı tavır almalıdır. Devrimci Sosyalistler, Mısır’daki işçilerin ve gençlerin demokrasi ve toplumsal eşitlik uğruna devrimci mücadelesinde, barikatın karşı tarafındadır.
9 Temmuz 2013