Metal grevinin yasaklanmasının ardından

Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın 29 Ocak günü başlattığı grevin, ertesi gün Bakanlar Kurulu kararıyla 60 gün ertelenmesinin ardından, işçiler 3, 4 ve 5 Şubat günleri, “grev hakkı engellenemez” sloganı altında, 10 il ve ilçedeki AKP merkezlerine yürüyüşler düzenledi. Paksan, Ejot Tezmak ve Demisaş fabrikalarındaki işçiler grev yasağına ve sendikanın işbirlikçi tutumuna karşı çıkarak mücadeleyi sürdürmeye çalışmışlardı. “Milli güvenliği bozuyor” gerekçesiyle yasaklanan grev, 38 işyerindeki 15 bin işçiyi kapsıyordu.

AKP iktidarının grevi erteleme kararına sessizce boyun eğen Birleşik Metal İş bürokratları, 2 Şubat günü Danıştay’da, “yürütmenin durdurulması” talebiyle dava açtılar. Birleşik Metal İş Sendikası yönetimi, 4 Şubat günü yaptığı “Metal İşçileri, Arabulucu Değil, Grev Hakkının İadesini İstiyor!” başlıklı bir basın açıklamasında, grevin ertelenmesini, “Bakanlar Kurulunun bu kararı ‘milli güvenlik’ denilen şeyin gerçekte sermayenin güvenliğinden başka bir şey olmadığını açıkça kanıtlamıştır.” sözleriyle protesto etti. “Mücadele ülke sınırlarının dışına da taşınmıştır ve taşınmaya devam edecektir!” denilen ve utangaç biçimde de olsa “solcu” izler taşıyan bu açıklama, tam bir ikiyüzlülük örneğiydi. Birleşik Metal İş yöneticileri, 2 Şubat günü yaptıkları açıklamada da “Bakanlar Kurulu’nun aldığı yasaklama kararının adı DARBE’dir” demişti.

Bu “solcu” bürokratların, AKP iktidarının burjuva sınıf karakterini görmesi için bu grevin ertelenmesi mi gerekiyordu? Elbette hayır! Birleşik Metal İş bürokratları, yalnızca AKP’nin değil, önceki iktidarların da sermayenin hizmetinde olduğunu çok iyi biliyorlar.

Birleşik Metal İş Sendikası başkanı Adnan Serdaroğlu, 30 Ocak günü BBC’ye verdiği röportajda*, “Hükümet sermaye ile işbirliği içinde işçiye darbe yaptı” dedikten sonra, bu gerçeği şöyle dile getirmişti: “Türkiye’de yıllardır uygulanan bir yöntem erteleme. Bunu pek çok iş kolunda yaptılar.”

Gerçekten de, bütün hükümetler, sermayenin talepleri doğrultusunda grevleri erteliyor ya da yasaklıyor ki bunun en son örneği, geçtiğimiz Temmuz ayındaki Şişecam grevinin ertelenmesiydi. O zaman, Kristal İş bürokratları, aynı bugün Birleşik Metal İş yöneticilerinin yaptıkları gibi, “sert” açıklamalar eşliğinde, erteleme kararının iptali için yüksek yargıya başvurmuştu. Ama bütün bu açıklamalar, sendika bürokratlarının, aradan bir ay bile geçmeden patronlarla anlaşmasını engellememişti.

Serdaroğlu, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Ama metal işkolu bunun karşılığında gereken cevabı verecektir.” diye meydan okurken, AKP iktidarını, “Yıllara yayılan bir huzursuzluk, iş barışının bozulması, verimli-güvenli ortamı ortadan kaldıran bir süreci kendi kendilerine önlerine koymuş” olmakla suçladı. Aynı zamanda ulusalcı reformist solu birleştiren Birleşik Haziran Hareketi üyesi olan Serdaroğlu, böylece, Birleşik Metal İş bürokratlarının, iş barışının, verimliliğin ve güvenli ortamın savunucusu olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Serdaroğlu’nun BBC’ye söyledikleri ve Birleşik Metal İş’in 4 Şubat tarihli basın açıklaması, bu “solcu” maskeli sendika bürokrasisinin başlıca müttefiklerinin kimler olduğunu da gözler önüne serdi:  her biri kendi ülkesindeki metalürji işçilerini satmakta uzmanlaşmış olan Avrupa’daki ve ABD’deki sendikalar.

Belçika’dan, Yunanistan’dan, Portekiz’den, İspanya’dan ve Fransa’dan sendika bürokratları ve uzmanları, “dayanışma” amacıyla, 5 Şubat günü Birleşik Metal İş sendikasını ziyaret ederken, küresel metalürji devlerinin emek polisi işlevini gören IndustriALL adlı uluslararası sendikal örgütlenme, yayınladığı bir mesajla, Birleşik Metal İş Sendikası ile dayanışmasını ifade etti. Birleşik Metal İş, “143 ülkede madencilik, enerji ve imalat sektörlerinde çalışan 50 milyondan fazla işçiyi temsil eden” IndustriALL’ın üyesi.

Ama hepsi bu değil. Birleşik Metal İş bürokratları, aynı zamanda, CHP’den HDP’ye ve İşçi Partisi’nden Kemalist derneklere kadar AKP muhalifi geniş kesime de güveniyor. Bu yüzden, bu “solcu” bürokratlar, erteleme kararının hemen ardından, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ettiler.

Birleşik Metal İş bürokrasisinin başlıca destekleyicilerinden biri de, sendikalara “solcu” danışmanlık yapıp onlara “işçi sınıfının temsilcisi” payesi biçen küçük-burjuva solu oldu. EMEP, ÖDP ve daha onlarca grup, grev kararının alınmasının ardından, Birleşik Metal İş bürokrasisine “sınıf mücadeleci” bir maske takmak için birbiriyle yarıştı. Bu sahte solcu parti ve gruplar, işçi sınıfının onlarca yıldır içine hapsedildiği sendikal deli gömleğini; sendika bürokrasilerinin patronlar ve siyasi iktidarlar ile olan açık işbirliğini sorgulamak bir yana, “sınıf mücadelesi yükseliyor”, “işçi sınıfı ayağa kalktı” gibi, keskin görünümlü ama içi boş söylemler eşliğinde savunmaya çalıştılar. Bütün bu söylemlerin ardında, sendika bürokratlarının işçi sınıfı düşmanı karşı-devrimci rolünü “ilerici” olarak sunma ve burjuva yasallığını savunma çabası yatıyordu.

Küçük burjuva solunun bir kesimi, şimdi, grev kararının ertelenmesinin ardından sessizliğe bürünmüş durumda. Daha “solcu” görünen -Pablocu DİP gibi- kimileri ise “sarı sendikaların ablukasını kırarak önce metal işçilerinin ve giderek tüm sınıfın birliğini sağlamak için ileri atılmanın zamanı”nın geldiğinden, “sendikanın… sınıf sendikası olması” gerektiğinden bahsediyorlar. Daha düne kadar Türk-İş ve Türk Metal’e karşı DİSK ve Birleşik Metal İş’i öven bu gruplar, bir özeleştiri vermek yerine, sendika bürokratlarına akıl vermeye devam ediyor!

Kapitalist üretimin ulus devlet temeli üzerinde yükseldiği II. Dünya Savaşı sonrası kabaca 30-35 yıllık dönemde takılıp kalmış olan ve sendikaların küreselleşme sürecinde yaşadığı köklü dönüşümü yok sayan bu ulusalcı “reformist” söylemlerin, bilimsellikle ve işçi sınıfının tarihsel çıkarlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Dahası, bu yaklaşım, işçiler arasında, sendika bürokrasisinin bir kesiminin “sınıf mücadeleci”, yani sosyalist olabileceği biçiminde zehirli hayaller yaymaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Bu yaklaşımın tek ürünü, işçi sınıfı içinde, enternasyonalist sosyalist devrimci bir perspektifin gelişmesini ve bütün mülk sahibi sınıflardan bağımsız siyasi önderliğin kök salmasını engellemek olabilir. Bu gerçek, söz konusu sahte solun, bir yandan sosyalistlerin “artık CHP’nin eteklerini bırakıp, kimlik siyasetini terk edip ait oldukları yere sınıfın bağrına dönmesi” gerektiğinden bahsederken, aynı zamanda, onlarca yıldır burjuva Kürt hareketinin yörüngesinde dolanıyor olmasıyla gözler önüne serilmektedir.

Türkiye sahte solunun, işçi sınıfının enternasyonalist sosyalist bir perspektife ve önderliğe sahip olmasını engelleme ve onu sendika bürokrasileri ile burjuva muhalefete yedekleme tavrı, uluslararası bir gerçekliğin bu ülkedeki yansımasıdır. Dolayısıyla, bu tavır başta Yunanistan olmak üzere diğer ülkelerdeki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Bu yüzden, sendika bürokrasilerinin ve HDP’nin kuyruğundaki sahte solun, aynı zamanda Yunanistan’daki Syriza’ı “solcu” olarak tanımlaması ve desteklemesi bir rastlantı değildir.

Metal grevi süreci, işçi sınıfının, sendikalizmi, sahte solu ve burjuva yasallığını aşmadan ayağa kalkamayacağını; enternasyonalist sosyalist bir program temelinde iktidar mücadelesine soyunmaksızın, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştiremeyeceğini, bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir