Türkiye genelinde çayları ve dereleri esir alacak olan 2 bine yakın hidroelektrik santralinden (HES) nasibini alan Loç Vadisi’nde, köylüler dereyi kaptırmamak için direniyor. Sayısız bitki türünün bulunduğu, doğa harikası Kastamonu’nun Loç Vadisi, Orya Enerji-Ümran Boru Şirketi tarafından yağmalanmak isteniyor. Rıfat Ilgaz’ın otobiyografik romanı “Sarı Yazma”da eşsiz güzelliklerinin anlatıldığı Loç Vadisi, şimdilerde köylülerin direnişi ve şirketin makine sesleri ile yankılanıyor. Anadolu’nun farklı yerlerinde süren direnişlerde HES karşıtları, giderek siyasallaşan ve güçlenen bir sosyal mücadeleye öncülük ediyor. Daha önce HES karşıtlarını “terörist” ilan eden Erdoğan, Taksim’deki canlı bomba saldırısını da “HES komplosu” ilan etmişti!
Bundan aylar önce Loç’a HES yaptırmamak için, çevrecilerle birlikte çadır kurarak 24 saat nöbet tutan köylülerin çadırları şirket tarafından yakılmıştı. Çadırlarının yandığını gören köylüler ve çevreciler sabah erken saatlerde şantiyeyi basmış ve şirkete tepki göstermişti. Köylüler, şirketin güvenlik görevlileri tarafından jandarmanın gözü önünde darp edilerek şantiyeden atıldı. Bu sırada bir kadın dozerin önüne yatarak makineleri durdurmaya çalıştı. Aralarında yaşlıların da bulunduğu çok sayıda kişi, Jandarma tarafından gözaltına alındı. Cide Devlet Hastanesi’nden darp raporu alan köylüler, suç duyurusunda bulunmak için savcıya gittiklerinde ise (tesadüfe bakın ki) savcıyı yerinde bulamadı![1]
Her fırsatta direnişlerini daha da yükselteceklerini belirten köylüler, “Derelerimizi onlara bırakmayacağız’” diyor. Köylüler “yasaların ve jandarmanın halkı değil şirketi koruduğunu” belirterek, vadiye şirket izni olmadan girilmediğine dikkat çekiyor. Yargı sürecinin hala devam etmesine rağmen yapılanları katliam olarak niteleyen köylüler, “Şirket ÇED iptal ve yürütme davasını kazanacaklarından çok emin” diyor. Loç Vadisi’ne yapılacak projeye göre bölge içerisinde yapımı planlanan HES projesi, 4 bin 800 metre boyunca Devrekani Çayı’ndaki suyun en az yüzde 85’ini tüneller içine alacak. Oysa 305 önemli doğa alanı ve 122 önemli bitki alanı olarak mutlak korunması gereken Loç Vadisi, 16’sı nesli tükenme tehlikesinde olan 29 endemik bitkiye ev sahipliği yapıyor. Akdeniz makilikleri ve Karadeniz ormanlarının bir arada görüldüğü vadi, bitki ve hayvan çeşitliliği bakımından da çok zengin.
Loç Vadisi Platformu’ndan Zafer Keçin, Loç Vadisi’ndeki Hamitli, Çamdibi, Karakadı, Şenköy olmak üzere dört köyün HES projesiyle yaşam alanı olmaktan çıkacağını söylüyor. Bölgede sürekli nöbet tuttuklarını ve şu anda 426 bin metrekarelik bir alanın tehlike altında olduğunu söyleyen Keçin, Çamdibi’nde nöbet tutmaları yüzünden bölgede çalışma yapan şirket görevlileri tarafından jandarmaya şikâyet edildiklerini, bu yüzden sık sık ifade vermeye çağırıldıkları anlatıyor. Hafta içi en az 10, hafta sonu ise 100 kişiye varan grupların bölgede buluşarak, gösteri yaptıklarını anlatan Keçin, “Küre Dağları’nda yapımı planlanan HES projesi, Devrekani Çayı’ndaki suyun en az yüzde 85’ini tünellere hapsedecek. Loç halkı vadide nöbette, direniyor. Loç Vadisi’nde yapılması düşünülen HES ve A tipi taş ocağıyla bölgedeki doğa tamamen tahrip edilmek isteniyor” diyor.
Loç Vadisi’ne hidroelektrik santrali yapılmasına karşı çıkan 233 köylünün ortak girişimiyle geçen Mart ayında dava açılmıştı ve mahkemenin talebi üzerine hazırlanan bilirkişi raporu taraflara temmuz ayında tebliğ edilmişti. Doç. Dr. Ferhat Gökbulak, Doç. Dr. İbrahim Yüksel ve Yrd. Doç. Dr. Kenan Tunç’tan oluşan bilirkişi heyeti, Loç’a yapılacak olan hidroelektrik santraliyle ilgili hazırlanan ÇED raporunda çevresel ve bilimsel anlamda bir takım eksikliklerin mevcut olduğunu, yeterli derecede açıklık getirilmediği görüşünde olduklarını mahkemeye iletmişlerdi. Bilirkişi raporundan bazı bölümler şöyle: “Proje milli park alanına dahil olmayan bir alanda planlanmasına karşılık, milli park ile aynı havza içerisinde yer almasından dolayı projenin gerçekleştirilerek işletmeye açılması halinde havza ekosistemi bütünlüğü açısından uzun dönemde ekosistem bütünlüğüne zarar verecek niteliktedir. Bu nedenle, bu projenin yeri için milli parkın da içinde bulunduğu bu havzada, ekosistem bütünlüğüne zarar vermeyecek başka alternatif alanlar da değerlendirilmeli… Proje nedeniyle iletim borularının döşeneceği güzergahta orman amenajmanı planına göre 10 bin adet ağacın kesileceği projenin nihai ÇED raporunda belirtilmekle birlikte yine aynı sahadaki çalı ve otsu bitkilerde tamamen zarar görecektir. Ayrıca, regülatör arkasına oluşacak gölün sahası içerisinde de pek çok ağaç, çalı ve otsu bitki su altında kalacaktır. Bu durum proje sahasında bitki çeşitliliğin azalmasına ve hidrolojik çevrimin olumsuz etkilenmesine ve sonuçta sulak alanların zarar görmesine sebep olacaktır… Nihai ÇED raporunda birbiriyle çelişen bazı rakamsal hataların yapıldığı tespit edilmiş olup, raporda can suyu hem sabit debiler olarak, hem de yüzdelik olarak verilmiştir. Hâlbuki can suyunun ya sabit debi olarak veya ilgili akarsuyun günlük, aylık ve yıllık ortalama akım değerlerine göre yüzde olarak verilmiş olması gerekir. Bu hataların hesaplamaların sonucunu etkileyeceği kanaatindeyiz.” Bilirkişi raporuna, köylülerin ve çevrecilerin direnişine rağmen, şirket çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor.
Orya Enerji-Ümran Boru Şirketi Loç Vadisi’ne girdiğinden beri, köylülere ait arazilerde izinsiz çalışma yürütüyor. “Çoktan kamulaştırıldığı” belirtilen tarlalar, tapu kayıtlarında halen köylüye ait görünüyor. “Gerekli izinlerin alındığını” belirtmelerine rağmen ne şirket ne de Jandarma izinleri gösterebiliyor. Köylüler “Çocukluğumuzda bize öğretilen, bizim bu topraklardan beslendiğimiz ve ona saygılı olmamız gerektiğiydi. Özellikle “şimşir” ağaçlarının bir dalını bile kıramazdık. Şimdi ise şimşir ağaçlarımızı bırakın, içindeki taşları yerinden bile kımıldatmadığımız deremize iş makinelerini soktular, içindeki kumları çıkarttılar. Her gün ellerine yeni belgelerle geliyorlar; tapulu arazilerimize bile ‘kamu yararı’ diyerek el koyuyorlar. Bunun neresi kamu yararı, desenize Şirket yararı! Yerimiz yurdumuz Orya Enerjinin oyun alanı oldu, mahvedildi” diyor. Köylülerin açtığı davalara ve proje hakkındaki olumsuz bilirkişi raporlarına rağmen şirketin vadide yaptığı tahribat geri dönülmesi zor bir boyuta ulaşmış durumda. Şimdiden binlerce ağacı kesen şirket, proje kapsamında 220 bin metrekarelik alandaki tüm ormanı yok etmeyi planlıyor. Doğal koruma ve sit alanı olan Loç Vadisi’nin büyük bir kısmı proje sonunda sular altında kalacak. Devrekani deresinin suyunun yüzde 85’ini borularla taşıyacak olan baraj projesi bölgede doğal hayatı da tehdit ediyor. Orya Enerji-Ümran Boru Şirketi baraj inşaatına paralel olarak bölgede bir de taşocağı açmayı planlıyor. Çalışmakta olan makinaların sesi nedeniyle vadideki hayvanların çoktan uzaklaştığını söyleyen köylüler, taşocağı açıldığında yağacak tozun bitki örtüsünü de hızla bozacağını belirtiyor.
Loç Vadisi’ndeki köylülerin Orya Enerji-Ümran Boru Enerji şirketine karşı çevrecilerin desteğiyle verdiği mücadelenin toplumun diğer ezilen kesimlerince de benimsenmesi, kuşkusuz, büyük önem taşıyor. Ancak en az bu mücadelenin benimsenmesi kadar önemli olan bir şey de, ona doğru bir mücadele perspektifi sunmaktır. Tersi durumda, köylülerin kalıcı bir başarı elde etmesi mümkün olmayacak; bu şirket, en iyi durumda, Loç Vadisi’nden kovulacak ama bir başka yerde ya da bir süre sonra aynı yerde yeniden ortaya çıkacaktır.
Bugün Loç Vadisi’ni tehdit eden felaket, on yıllardır dünyanın ve Türkiye’nin birçok yerinde yaşanıyor. Ormanlar yok ediliyor, suyumuz, toprağımız, denizlerimiz, göllerimiz, ırmaklarımız ve soluduğumuz hava zehirleniyor. Bütün bunlar, sermayenin daha fazla kar için dünya çapında sürdürdüğü pervasız yağmanın kaçınılmaz bir sonucu. Bir bütün olarak insanlığı yok oluşa götüren bu felaket, sermayenin “doğasında” yatıyor. Bu gidişe son vermenin tek yolu, ücretli emek sömürüsünü ve kar üzerine kurulu kapitalist sistemi yıkmaktır!
Kapitalist sistemin yerini, bütün üretim araçlarının insanların ortak malı olduğu, üretimin yalnızca insanların gereksinimlerini karşılamak amacıyla ve uluslararası düzeyde demokratik olarak örgütlenmiş biçimde yapıldığı, sosyalist bir toplum almadıkça, ne Loç Vadisi’nin yağmalanması ne de doğanın tahrip edilmesi önlenebilir.[2]