Kutsallığın Bedeli ve İnkarı

Almanya’da okul masraflarını karşılamak için bekâretini internetten açık artırmayla satışa çıkarıp 8 bin sterlin (20 bin TL) karşılığında bir işadamıyla birlikte olan 18 yaşındaki Romanyalı kadından bahsediyordu geçtiğimiz günlerde burjuva basını. Gazeteler olayı oldukça sıradan bir habermiş gibi geçtiler. Haberin devamında Alman devletinin vergi almak için genç kadının peşine düştüğü söyleniyordu. Çünkü Almanya’nın bu bölgesinde fahişeler kazançlarının yüzde 50’sini devlete vergi olarak ödüyorlar! Yalnızca bu haber bile bizi, kapitalist toplumun akıl almazlığını yeniden ortaya koymaya zorluyor.

Egemen İdeolojinin Kutsalları

Kutsaldı, önemliydi ve devletten izinsiz el değmemeliydi. Burjuva toplumu, öncülü diğer sınıflı toplumlar gibi kadın sorununu -daha da derinleştirerek- devraldı. Bugün gelinen noktaysa kadın sorunun bizzat bu sorunun sürdürücüleri tarafından en iğrenç şekilde istismar edilmesidir. Komünist Manifesto’da Marx ve Engels’in ‘yasal fuhuş’ olarak tanımladıkları burjuva aile aynı karakterini sürdürdüğü gibi, evlilik dışı -gönüllü değil- para karşılığı cinsel ilişki bugün hiç olmadığı kadar yaygınlık kazanmıştır. Almanya’daki olay on yılda bir karşılaşılan bir olay olmadığı gibi artık sıradanlaşmıştır. Özellikle büyük burjuvalar yalnızca genç kadınları değil, büyük paralar karşılığında erkek ve kız çocuklarla da birlikte olmaktalar. Bugün çocuk ticareti neden bu kadar yaygınlaştı ki? Çocuklar alınıp satılıyorlar ve seks kölesi haline getiriliyorlar.

Ama bir yandan da evlilik ve aile kutsaldır! Kadının bekareti kutsaldır! Bunlar egemen ideolojinin en önemli yapıtaşları olma özelliğini koruyorlar. Peki neden? Resmi din kurumları ve devlet bunları neden kutsuyor? Çünkü kapitalist sistemin devamlılığı buradan geçiyor! Egemen ideolojinin bu aygıtları, ailede devleti yaratıyorlar. Kadın üzerinde böylesi bir toplumsal-psikolojik bir yük yaratarak insansoyunun yarısını, yani kadın cinsini baskı altında tutuyorlar. Ancak kadın sorunu yalnızca kadınları baskı altında tutmaz. Egemen cins erkekler de, kendi egemenliklerinin bedelini altüst olmuş bireyler olarak öderler. Her iki cins de cinselliklerini ilk gençlik yıllarından itibaren bastırırlar, bu bastırmadan kurtulma yolu ya para karşılığında seks ya da evliliktir. İki sevgilinin gönüllü birlikteliği hala azınlıktadır.

Elbette evlilik bu temelden beslenir ve bu temel altında durduğu sürece burjuva aile de ayakta kalacaktır. Bu fahişelik için de geçerlidir. Yalnızca burjuva sınıfı değil, tüm sınıfların üyeleri para karşılığında ilişkiye girmektedirler. Kapitalist sınıf, bu kurumu da ayakta tutmakta, sevgiyi ayaklar altına alarak kendisini yaşatmaktadır. Yani sorgulanacak bir şey varsa o fahişeler değil, fahişeliği ayakta tutan sistemdir.

Dünyanın her yerinde siyasi partiler, dernekler, resmi-sivil kurumlar, medya aygıtları, din kurumları (kilise, diyanet ve diğerleri) hemen tüm kurumlar kadın sorunu konusunda bir fikre sahipler. Ancak onların fikirleri onların varlık koşullarıyla sınırlıdır. Burjuva toplumundan beslenen tüm bu kurumlar, kadın sorununa bir çözüm bulamazlar, yapacakları tek şey onu yaşatmaktır. Kapitalist üretim biçimi ve mülkiyet ilişkilerine kökten bağlı kurumların çözüm önerileri sorunu çözmek bir yana derinleştirir. Dolayısıyla onların samimiyetlerinden değil yalnızca ikiyüzlülüklerinden söz edilebilir.

Kadın sorununda vurguyu sınıflı topluma ve erkek egemenliğine yapmayınca kadınların kurtuluşuna dair hiçbir şey söylenmemiş olur. Bununla birlikte bu iddiada olan Stalinist “sol”un ikiyüzlülüğüne de değinmek gerek. Başta SSCB olmak üzere diğer bürokratik diktatörlüklerde de kadın sorunu dimdik ayakta kalmıştı. Çünkü bu ülkelerde de egemen bürokrasi kendi toplumsal çıkarlarını korumak zorundaydı ve bu yolda en önemli ideolojik aygıtı kullanmadan edemezdi. Kapitalizmden komünizme işçi sınıfının egemen olduğu geçiş toplumları olmayan bu toplumlarda kadın sorununun da yaşatılması oldukça anlaşılırdır. 1917 Sovyet devriminin ardından başlayan cinsel devrim, Stalinist karşı-devrime paralel olarak boğulmuş, evlilik, aile ve annelik yeniden kutsanmış, kadın cinsi her anlamda ikinci plana itilmiştir. Eşcinselliğin lanetlenmesi ve fahişeliğin yeniden yaygınlaşması da buna paralel gelişmiştir. Yalnızca bunlar bile sosyalizmin adının lekelenmesi için yeterlidir.

Bugüne dönersek, içinde yaşadığımız toplum deyim yerindeyse bir çelişkiler yumağıdır. Maalesef insanlarda tek tek bireyler üzerinden ve idealist bir yaklaşımla değerlendirme yapma eğilimi yaygındır. Bu da toplumu anlamamaya yol açmaktadır. Ancak toplumsal olarak, tarihsel maddeci bir yaklaşımla değerlendirildiğinde her şey apaçık ortaya çıkar. Bir yanda hiç kimsenin laf söyletmediği “namus, şeref” gibi safsatalar yaşatılırken, diğer yanda her türlü pislik bizzat safsataları yaşatanlar tarafından yapılmaktadır. Bir yanda çocuklar günü kutlanırken, öte yanda çocuk işçiliği alabildiğine yaygınlaşmaktadır. Bir yanda “namusuna laf söyletmezken”, diğer yanda kadınlara laf atmak “erkeklikten” sayılmaktadır. Bir yanda din kurumları ve devlet tarafından evlilik, aile ve kadının bekareti kutsanırken, öte yanda porno ve seks köleliği akıl almadık seviyelere ulaşmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir, şurası açıktır ki, kapitalist sınıf uzun yıllar önce kendi kutsallarını yok etmiştir.

Kutsallığın İnkarı

Kutsallığın inkarı, toplumsal kurtuluşun ilk adımı olacaktır. Kadınlar için “üzülmek” yetmez, dilenciye para vererek dilencilik ortadan kalkamaz. Yalnızca kapitalist toplumun değil, tüm sınıflı toplumların bugüne mirası olan kadın sorunu, toplumu baskı altından tutmak için kullanılan egemen sınıfın bir silahıdır. İnsanlar daha ilk gençlik yıllarından itibaren cinsel-psikiolojik olarak sakat bireyler haline gelmektedir. Böylesi bir toplumda sağlıklı bir kadın-erkek birlikteliği ya da sağlıklı bir toplumsal ilişki düşünülebilir mi?

O halde kutsallığı inkar etmeden ona karşı mücadele edilemez. Kadın ve erkek cinslerinin gerçekten toplumsal-cinsel olarak eşit bir hale gelecekleri bir toplum için mücadele etmeyen hiç kimsenin kadın sorunu konusunda samimiyetinden söz edilemez. Bu sorunun öznesi kadınlar başta olmak üzere işçi sınıfı tüm nefretini sınıflı topluma karşı yöneltmeli ve komünist topluma giden yolda son kavgayı ataerkil kapitalist topluma karşı vermelidir. Böylesi bir mücadele verilmediği sürece kadın cinsinin ezilmişliği ve toplumun çarpık gelişimi derinleşerek devam edecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir