Geçen hafta, dünyanın büyük merkez bankaları tarafından mali sisteme para pompalanmasının gerçekte küresel ekonomik büyümeyi canlandırmayla hiçbir ilişkisi olmadığının ek kanıtları ortaya çıktı. Buna karşılık, kapsamlı para basma operasyonunun bir diğer küresel mali krizin koşullarını yarattığı yönünde artan uyarılar söz konusu.
Dahası, genel durgunluğun ortasında, büyük ekonomik güçler arasındaki gerilimler yoğunlaşıyor.
Financial Times, 15 Kasım Cuma günü, Avrupa ve Japonya’nın “hayal kırıklığı yaratan büyüme rakamları”nın “küresel bir ekonomik toparlanmanın yılın ikinci yarısında hız kazanacağı yönündeki umutları kırdı” diye yazdı.
Fransız ekonomisi önceki yılın aynı çeyreğindeki yüzde 0,5 büyümenin ardından yüzde 0,1 küçülürken, Avro Bölgesi’nin ana ekonomisi Almanya’daki büyüme, Eylül sonuna kadarki üç ay içinde yalnızca yüzde 0,3 arttı.
Japonya’da, Abenomics (Japonya Merkez Bankası’nın ülkenin para arzını ikiye katlama çabası) eliyle ülke ekonomisine kazandırılmış başlangıçtaki canlanmanın enerjisi tükeniyor gibi görünüyor. İkinci çeyrekte asıl olarak yüzde 0,6’dan yüzde 0,1’e düşmüş olan tüketimdeki azalma ve yüzde 0,6 azalmış olan ihracattaki gerileme sayesinde yüzde 3,8’e ulaştıktan sonra yıllık yüzde 1,9’a düşen büyüme oranı, üçüncü çeyrekte yarıya indi.
ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve) “parasal genişleme” politikası, daha yavaş büyüme karşısında devam edecek gibi görünüyor. Başkan Obama tarafından, Ocak ayında Ben Bernanke’den Federal Reserve’in (Fed) başkanlığını devralmak üzere atanmış olan Janet Yellen, Senato’nun Bankacılık Komitesi önündeki beyanında, Amerikan ekonomisinin ve ABD iş piyasasının “potansiyelinin çok altında” işliyor olduğunu ve Fed parasal teşviği azaltmadan önce düzelmesi gerektiğini söyledi.
Fed ve diğer merkez bankalarının, bankalara ve diğer finans kurumlarına aşırı ucuz para sağlanmasına ilişkin resmi gerekçesi, ekonomiyi canlandırmak için buna ihtiyaç olduğudur. Bununla birlikte, gerçek neden, düşük enflasyon oranlarının, hatta deflasyonun (para darlığı) büyük borç sahipleri, özellikle de mali kuruluşlar için büyük sorunlara neden olmasıdır. Düşük enflasyon oranları ve azalan fiyatlarla birlikte, borçların ve borç geri ödemelerinin gerçek değeri, ekonomik durgunluk koşullarında artmaya başlar.
Bu beklenti, Avrupa Merkez Bankası (AMB) başkanı Mario Draghi bu ayın başlarında AMB’nin borcun yeniden finansmanı faiz oranında yüzde 0,5’ten yüzde 0,25’e sürpriz bir kesintiyi açıkladığında, açık bir biçimde onun aklındaydı. Draghi, ekonomik görünümün önceki haftalar boyunca beklenmedik şekilde değişmiş olduğunu ve avro bölgesinin, enflasyonun hedeflenmiş yüzde 2 dolaylarının oldukça altında sürdüğü, “geniş tabanlı ve uzatmalı” bir durumla karşı karşıya olduğunu söyledi.
O, AMB’nin, gerekirse faiz oranlarını sıfırın altına indirmeye “teknik olarak hazır” olduğunu belirtti. Azalan enflasyon, bir dizi avro bölgesi ülkesinde borç yüküne ekleniyor. Örneğin, enflasyon oranındaki her yüzde 1’lik azalma için, İtalya’nın devlet harcamalarında, gayrısafi yurt içi hasılanın (GSYH) yüzde 1,3’ü kadar bir kesinti yapması gerektiği hesaplanmış durumda. Geçtiğimiz iki yıllık kemer sıkma önlemlerine rağmen, İtalyan devlet borçları, GSYH’nın yüzde 119’undan yüzde 133’üne yükselmiş durumda. İspanya, Yunanistan ve Portekiz de benzer bir durumda.
Faiz oranları kararını açıklayan Draghi, AMB’nin yönetim konseyinin, yalnızca zamanlama konusunda farklı görüşler tarşımakla birlikte, “harekete geçmek gerektiği konusunda bütünüyle hemfikir” olduğunu öne sürdü. Bu sav, Almanya’nın, Hollanda’nın ve Avusturya’nın AMB yönetim kurulundaki temsilcilerinin bu hamleye karşı oy kullandığı gerçeğiyle yalanlanıyor.
Draghi’nin, ihracatı canlandırmak için avronun değerinin düşürülmesi yönünde harekete geçilmesini talep eden İtalya’nın ve aralarında Fransa’nın da olduğu diğer ülkelerin çıkarına davrandığı yönünde suçlamalar söz konusu. Bütün merkez bankası yöneticileri, faiz oranlarındaki indirimin para değerlerini G-20 üyelerinin rekabetçi devaluasyonlardan sakınma yönündeki taahhütleri doğrultusunda düşürmeyi amaçladığını inkar ederken, faiz oranlarındaki indirim bir kur savaşını ateşleme tehlikesi oluşturuyor.
Bir dizi ülkedeki merkez bankaları, yakın dönemde faiz oranlarını azalttılar. Bu ayın başlarında, Çek Ulusal Bankası, büyümeyi canlandırmak için “ihtiyaç duyulduğu sürece” para satma sözü vererek, Koruna’nın avro karşısındaki değerini düşürmek için harekete geçti. Avustralya ve Yeni Zelanda merkez bankaları, kendi para birimlerinin değerinin düştüğünü görmekten memnun olacaklar (Avustralya Merkez Bankası yöneticisi Glenn Stevens, Avustralya Doları’nın değerinin “rahatsız edici bir şekilde yüksek” olduğunu söyledi) ama onlar faiz oranlarında indirimin konut piyasalarında bir balonun büyümesine yol açmasından kaygılılar.
ABD’de, Fed’in aşırı ucuz para politikasının bir diğer krize yol açabileceği yönünde kaygılar var. Uzun vadeli ipotekli tahvil paketlerine yatırım yapmak için kısa süreli borçlanan gayrımenkul yatırım tröstlerinin faaliyetlerinin, faiz oranlarının yükselmeye başlaması durumunda, mali bir istikrarsızlık kaynağı olabileceği yönünde uyarılar söz konusu. Uluslararası Para Fonu, Ekim ayında yayımlanan Küresel Mali İstikrar Raporu’nda, “ikinci derece ipotek piyasalarında makro ekonomik sonuçları”, yani ABD mali sistemi üzerinde istikrarsızlaştırıcı etkisi olabilecek “oldukça büyük aksaklıklar” uyarısında bulundu.
Dünya ekonomisindeki sürmekte olan ve sonu görünmeyen durgunluk, pazarlar uğruna şiddetli bir mücadeleye ve büyük ekonomik güçler arasında artan gerilime yol açıyor. Dünyanın en büyük gıda şirketi Nestle’nin başkan yardımcısı Laurent Freixe, “deflasyoncu gerilimler”in artılına dikkat çekti. Freixe, kısa süre önce, “Pazarda herhangi bir büyüme yok; dolayısıyla herkes küçülen bir pastadan pay kapmak için savaşıyor” demişti.
Bu gerilimler, bir dizi alanda ortaya çıkıyor. Bu ayın başlarında, ABD Hazinesi, Almanya’yı, sürekli ihracat fazlası peşinde koşmasının dünya ekonomisi üzerindeki deflasyonist etkisinden dolayı, Almanlar’ın sert bir yanıt vermesine yol açacak şekilde, eleştirmişti.
Avro bölgesi içinde de giderek artan bölünmeler yaşanıyor. AMB yürütme konseyindeki bölünmenin ardından, Avrupa Komisyonu Başkanı José Barroso, Almanya’nın cari işlemler fazlasının Avrupa ekonomisine zarar verip vermediği konusunda bir araştırmayı duyurdu.
Barroso, “derinlemesine inceleme”nin Alman sanayisinin rekabet edebilirliğini eleştirmeyi amaçlamadığında ısrar ederken, bu karar, bütün büyük Alman partilerinin sert tepkisine yol açtı. İktidardaki Hristiyan Demokratik Birlik’in bir sözcüsü, Alman ihracatının “bizim refahımızın temeli” olduğunu söyledi. Yeşiller’in ve Sosyal Demokrat Parti’nin temsilcileri benzeri açıklamalar yaptılar. Almanya Merkez Bankası’nın (Bundesbank) başkanı ve AMB’nin faiz oranlarında indirim kararına karşı oy verenlerden biri olan Jens Weidman, “Almanya’yı zayıflatarak Avrupa’yı güçlendiremezsiniz” dedi.
Fed’in ve diğer merkez bankalarının politikaları eliyle kışkırtılmış yeni mali kriz kaygıları ile birlikte artan ekonomik gerilimler, deflasyon, kur savaşları, ekonomik büyümede yavaşlama ve daralan piyasalar; bütün bunlar, görünürde herhangi bir “ekonomik toparlanma” olmadığı ve dünya kapitalist ekonomisinin 2008’de başlamış çöküşünün hızlanmakta olduğu gerçeğine işaret ediyor.
18 Kasım 2013