10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan ve yaklaşık 800 bin kişinin girdiği Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) sonuçlarının açıklanmasının ardından eğitim bilimleri bölümünde sorulan 120 soruda 120 net çıkaran 350 kişinin ortaya çıkması akıllara kopya çekildiği şüphesini getirmişti. Bu durumu Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk “KPSS’de kopya iddiaları” olduğu yönünde belgeleriyle birlikte gündeme taşıdı. Koncuk’un, sendika genel merkezinde basın toplantısı düzenleyerek “KPSS’de kopya iddiaları”nı kamuoyu ile paylaşması -deyim yerindeyse- gündeme bomba gibi düştü.
Koncuk’un konuya ilişkin olarak ortaya çıkardığı iddialar yenilir yutulur cinsten değildi; devletin ilgili kurumlarını sarsacak ve kamuoyunda devletin ilgili kurumlarına güvensizlik yaratacak nitelikte iddialardı bunlar. Yazılı ve görsel medyada geniş yer bulan bu iddialar herkesin malumu. KPSS sorularının çalınıp yüzlerce kişiyle paylaşıldığı, bu işin organizasyonunda “cemaat”in aktif rol üstlendiği vb. gibi iddialar söz konusu. Bu iddiaların yanlış olduğu yönünde devletin ilgili kurumlarından bir açıklama yapılmadı önce. Fakat daha sonra, ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, “Bu iddiaları kabul etmiyorum” açıklamasını yaparak işin içinden sıyrılmaya çalışsa da, kamuoyundan gelen baskı, hükümet ve cemaat ilişkisi ve devlet kurumlarının tartışılıyor olması karşısında “günah keçisi” ilan edilip soruşturmanın ardından görevinden ayrılacağını açıkladı. Ancak bu şekilde, iddialar doğruluğunu yitirecek, konu gündemden düşecek ve devletin ilgili kurumları aklanacaktı…
Devletin ilgili kurumları söz konusu iddialara karşılık her ne kadar “araştırıyoruz, inceliyoruz” açıklamalarında bulunsa da, bu türden açıklamalar, kamuoyunu tatmin etmedi ve böylelikle iddiaların kamuoyunda su götürmez birer gerçek olduğu kanısı ağırlık bastı. Devletin ilgili kurumları tarafından söz konusu iddiaların yanlışlanmamasını, toplumsal baskının etkisiyle başlatılan soruşturmalar izledi. Son günlerde birçok ilde başlayan gözaltı dalgası iddiaların doğru olduğunu göstermekle kalmayarak, oldukça örgütlü bir çalışmanın bu ‘kopya skandalı’na imza attığını gösterdi. Son olarak da ÖSYM bilgisayarlarına soruşturma nedeniyle el konması sebebiyle bir sonraki KPSS ile Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın ertelenmesi gündeme geldi.
MEB’in fırsatçılığı
KPSS’de kopya iddialarının üzerinden günler geçmesine rağmen bu iddialara karşın nasıl bir formül bulunacağı henüz bir netlik kazanmaz iken, MEB, KPSS’deki kopya iddiaları nedeniyle 30 bin öğretmen atamasını dondurdu ve öğretmen açığının ücretli öğretmen alımları ile giderileceği açıklamasında bulundu. Böylece MEB ortaya çıkan durumdan faydalanarak var olan ücretli öğretmen sayısını katlayacağını ve arzu ettiği esnek istihdam politikasını sürdüreceğini bir kez daha göstermiş oldu. Geçtiğimiz yılda da 100 bin ücretli öğretmen atanarak öğretmen açığının bir kısmı kapatılmaya çalışılmıştı. Ücretli öğretmenlik konusu başlı başına ayrı bir yazı konusu olsa da, özetle, bu çalışma biçimiyle, öğretmenlerin kölece çalıştırıldığı ve eğitimin kalitesinin oldukça düştüğü bilinen gerçekler.
Emekçiler ve işsizlerin, dikkatleri çeken söz konusu iddialar ve tartışmalar karşısında asıl olarak üzerinde durması gereken noktaysa bilinçli olarak gözlerden saklanıyor: Gerek iddiaları ortaya çıkartan sendikanın, gerekse iddiaları skandal olarak duyuran yazılı ve görsel medyanın, gerekse de KPSS’de kopya iddialarının sorumlusu olan devletin ilgili kurumları ile birlikte hükümetin başta yüzbinlerce emekçi gencin geleceğini karartan KPSS’nin varlığına ve eğitim sistemine toz kondurmak istememesi.
KPSS öldürüyor
Her yıl yüzbinlerce kişinin adeta hayatla bağı koparcasına hazırlanıp girdiği KPSS sınavında bu yıl yaşanan olay elbette yüzbinlerce insan için kabul edilebilir değil. Kabul edilemeyecek bir başka şey ise eğitim emekçileri sendikalarının bile doğru düzgün karşı çıkmadığı KPSS’nin varlığını hala sürdürüyor olması…
KPSS, bu yıl kopya iddiaları ile yüzbinlerce insanın emeğini ve hayallerini çaldı ama bu ilk değildi; önceki yıllarda ve bugün de ilgili devlet kurumları, hükümete yakın kişilerin çocuklarına torpil yapmakta bir sakınca görmüyordu. Ayrıca, onun varlığı “çalışma hakkı”nın kullanılmasının önünde bir engeldir. Çünkü devlet, her yıl şu kadar öğretmen, şu kadar mühendis, şu kadar doktor alacağım açıklamasında bulunuyor; lakin belirlediği kontenjan sayısı, sınava girenlerin %8 oranına tekabül ettiğinden %92’lik kesim ise kaçınılmaz olarak işsiz kalmaya devam ediyor.
Üniversitelerden mezun olan yüzbinlerce öğrenci ve buna ek olarak özel sektörde çalışan fakat ağır çalışma koşullarından memnun olmayan yüzbinlerce emekçi ve yüzbinlerce diplomalı işsiz iş güvencesi, sağlık güvencesi, görece iyi bir ücret ve sosyal hakları olduğu düşüncesiyle devlet kurumlarında çalışabilmek için geleceğini ve umutlarını KPSS’ye bağlıyor. KPSS, öğrencilere eğitim-öğretim hayatı boyunca yaşadığı sınav psikolojisi ve sınav stresi yetmiyormuş gibi yine aynı şekilde bir yıl, iki yıl, üç yıl, zaman zarfı belli olmayan, insan psikolojisini allak bulak eden bunalımlı bir dönem yaşatıyor. Sistem, KPSS sınavını kazanmanın yolunu da gösteriyor (!): Devletin verdiği yetersiz eğitimin yerini dolduran ve sömürüye ve kara dayalı olan kapitalist sistemin yarattığı “yüzde yüz kazandıran” KPSS dershanelerine gitmek. Rant amaçlı KPSS dershanelerine fahiş fiyatlarla kayıt yaptıran emekçi aileler, böylece sistem tarafından deyim yerindeyse soyuluyorlar. KPSS sınavına girinceye kadar sistemin maddi ve manevi sömürüsüne maruz kalan emekçiler, sınavı kazanmaları durumunda, yani devletin herhangi bir kurumunda çalışmayı başarabilirlerse “sınav” bitmiyor! Bu kez, 1980’li yıllardan bugüne kadar yürütülen yeni-liberal politikalar neticesinde hayata geçirilen sözleşmeli, ücretli, iş güvencesi olmadan, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bir şekilde çalışma koşullarıyla, sürgün hayatı yaşayarak, yaşamla ölüm-kalım mücadelesi vermek zorunda kalıyor. Daha da beteri olan kazanamaması durumunda ise, -sabırlı ve güçlüyse- KPSS’yi kazanıncaya kadar aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyor, ama yok değilse ne yazık ki sistemin kurbanı oluyor. İşte bu sistemin kurbanı olanların sayılarının giderek arttığını günlük basından okuyor ve takip ediyoruz.
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya Bölümü’nden mezun olan Elif İşler, bu yıl 5. kez girdiği KPSS sınavının kötü geçmesi nedeniyle intihar etti. KPSS sınavı nedeniyle sistemin kurbanı olan Elif öğretmen ilk değil; aynı nedenden ötürü bu yıl içerisinde 17 kişi intihar etti. Ve daha niceleri… Gündemdeki hemen her konuda görüş bildiren başbakan ise, ne ilginçtir ki bu konu ile ilgili bir görüş bildirmeyerek sessizliğini korumakta. Kim bilir Erdoğan’a göre bu intiharların nedeni, maden ocaklarında göçük altında yaşamını yitiren maden işçileri için söylediği gibi “kader” olabilir! Özetle, kapitalist sistemin bir ürünü olan işsizlik ve KPSS var olduğu sürece, sistemin reva gördüğü bu gerçekler ve bununla birlikte ne yazık ki kurtuluşu bireysel yokoluşlarda bulan ölümler devam edecektir.
Kapitalist sistemin yeniden üretilmesinde önemli bir araç olan eğitim sistemimiz, her yıl yüzbinlerce genci işsizliğe biraz şanslı olanları ise güvencesiz-sigortasız çalışmaya sürüklüyor. Bu girdaptan kurtulmayı hayal edenlerin bir çıkış yolu olarak gördüğü KPSS gençliğin ve emekçilerin hayatlarını zehir ediyor ve hatta görüldüğü üzere kelimenin gerçek anlamıyla onları yıkıma götürüyor. KPSS ve benzeri sınavların kaldırılması talebi, işsizliğin ve güvencesiz çalışmaya karşı verilecek bir mücadele ile anlam kazanabilir. Bu ise ancak bir bütün olarak kapitalist sisteminin yıkılması mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.