Politik faaliyetinin büyük bir kısmını “Troçkist” olmadığını kanıtlamaya ayıran “Komünist Köz” gazetesi bu konuda “ileriye doğru” bir adım daha attı ve Ocak ayı sayısında “Troçki’nin Menşevik Devrim Stratejisi” başlıklı bir yazı yayınladı. Bu yazının eleştirisine geçmeden önce Köz’ün duruşuna, günlük siyasi çıkar için hangi noktaya savrulabilceğine değinmek gerekiyor. Şeytana ruhunu satmanın en güzel örneğini veren Köz Gazetesi, aslında, Stalinistlerin karşı devrimci olmadığını kanıtlamaya çalışan Pablocular’ın gideceği yolu, onlara önceden göstermiş durumda. Ne yazık ki ilk deneme trajediye dönüşmüş durumda, ikincisinin ise komedi olacağını biliyoruz.
Şeytana ruhunu satmak ya da Köz’ün oportünizmi
Stalinistler ortak düzenledikleri her faaliyette Köz’ü “Troçkistlik”le suçluyorlar. Köz çevresi ise kendisini amansızca savunuyor ve hemen Troçkist olmadığını kanıtlamaya başlıyor. Bizler Köz’ün Troçkist olmadığından eminiz ancak Stalinistler de haksız sayılmazlar. Bugün Köz gazetesini çıkaranlar içinde geçmişte kendilerine Troçkist diyenler olduğunu, Troçki’yi Bolşevik bir önder olarak görenler olduğunu biliyoruz. Ancak Stalinistlerin dar kafalarına girmeyen; Köz’ün ruhunu onlara çoktan satmış olduğu. Öyle ki Köz artık işi Troçki’ye küfür etmeye dahi vardırmış durumda.
Peki Köz gazetesi bunu neden yapıyor? Bilindiği gibi, bu topraklarda Mustafa Suphiler tarafından atılmaya çalışılan Marksist devrimci tohumlar Kemalistler tarafından ezilmişti. Suphiler’in ardından ise TKP tamamen Stalinizmin egemenliği altına girmiş; aşamalı devrim perspektifiyle, Kemalizme destek politikasını izlemişti. Türkiye’de gelişen sol hareketlere Kemalizm ve Stalinizm damgasını vurmuş, 60’lı ve 70’li yıllardaki tüm “devrimci” yapılar küçük burjuva devrimciliğinin çerçevesini aşamamıştı. Böyle bir geleneğin altında, Türkiye’de Marksist devrimciliğin tohumlarına atmaya çalışanlar elbette fazlasıyla zorlandılar, zorlanıyorlar. Elbette bu zorluğa katlanmamak, kısa yoldan kitleselleşmek de mümkün, evet bunun adı oportünizm, ama onlara göre “devrim” için her yol meşrudur! Köz içindeki eski Troçkistler bu ikinci yolu tercih edip, küçük burjuva radikali, gerillacı ve terörist tüm karşı-devrimci Stalinist yapıların kuyruğuna takıldılar. Bunu, “Komünistler Birliği” şiarıyla yapıyorlar, ancak komünisti yanlış yerde aradıklarının farkında değiller. Eylemlerde “Yaşasın Dünya Devrimi” sloganı atanları dahi “Troçkist karşı-devrimci” ilan eden Stalinistlerle dünya devrimi yapmaya girişmek, burjuvazinin kendi kendisini mülksüzleştirmesini beklemekten daha saçmadır.
Köz gazetesi, kendilerine temel olarak Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresini ve Mustafa Suphiler’in TKP’sinin program ve dökümanlarını aldığını belirtiyor. Programları ve pratikleriyle her dakikaları Mustafa Suphiler’e ihanetle geçen Stalinistler neyse ki Mustafa Suphiler’e bir şey demiyorlar, “biz de sahip çıkıyoruz!” diyorlar. Yaklaşık doksan yıl önce dünya devriminin bir kolu olarak Türkiye’de sosyalist devrimi savunan M.Suphiler’in “mirasçısı” Stalinistler bugün “burjuva-demokratik devrim”i savunuyor, bugün hala (burjuva) demokratik devrim mi, sosyalist devrim mi tartışmasını yapıyorlar. Stalinist aşamalı devrim mantığının doğal sonucu olan bu durum, Marksist olmayı mürit olmak sanan aklıevveler için normal, bizim içinse gülünçtür.
“Neden ilk dört kongre!” diye bağırıyor Stalinistler, Köz çevresi biraz utangaç, sanırız şöyle yanıt veriyor; “İlk dört kongrede Lenin vardı”. Stalinistler kolay pes etmiyor; “Sonrasında da Stalin vardı!” (belirtelim Stalin -Lenin döneminde- hiçbir kongreye katılmamıştır, y.a). Köz bu durumda ne yanıt veriyor bilmiyoruz, ama eminiz bir yanıtları vardır. Köz’ün Stalinistlerle işbirliği yapmak için başvurduğu son nokta, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Troçki’ye küfür etmeye başlamak oldu, şimdi bahsedilen makaleye geçebiliriz.
“Troçki’nin Menşevik Devrim Stratejisi”
Köz gazetesinin Ocak sayısında imzasız yayınlanan makalenin başlığı bu. Öncelikle gerçek menşevik stratejiye bakarak, Troçki’ye atfedilenlere geçebiliriz:
“Menşeviklerle liderleri Plehanov arasındaki fikir uyuşmazlıkları önemli değildir, çünkü devrimden (1917 Şubat devrimi, y.a) önceki ve bugünkü bildirilerini karşılaştırdığımızda her ikisine de tek bir düşüncenin egemen olduğunu görürürüz: “Burjuvazisiz” bir burjuva devriminin yapılamayacağı. İlk bakışta bunun besbelli bir şey olduğu gözükebilir. Fakat bu sadece bir budalalıktır.” (Proletarii, sayı 8, 22 Ağustos 1917, L.Troçki)
Menşevikler her zaman Rusya’daki burjuva devrimine ancak burjuvazinin önderlik edebileceğini savunmuşlar, bunun için sürekli liberal burjuvaziyi desteklemişlerdi. 1917 Şubat devriminin ardından da, oluşan ikili iktidar ortamında sovyetlerde sosyalist-devrimcilerle beraber çoğunluğu oluşturmuşlardı, tıpkı Lenin’in acımasızca eleştirdiği “eski bolşevikler” gibi, yurtseverlik adına burjuva devleti savunmayı, sosyalist devrim içinse kapitalizmin iyice gelişmesini beklemeyi savunuyorlardı. Sonuçta devrimden sonra karşı-devrim safına geçtiler.
Rusya’da doğrudan sosyalist devrime geçilemeyeceğini, bu nedenle önce Batıdakilere benzer bir burjuva demokrasisi aşamasının zorunlu olduğunu savunan Menşevikler, Bolşeviklerin aksine, disiplinli ve merkezi bir kadro partisi yerine geniş tabanlı, daha az merkeziyetçi bir siyasi örgütlenmenin gerekli olduğunu savunuyorlardı. Aslında 1917’den sonra Rusya’da menşevizmin yokoluşunun ardından, onun uluslararası siyasette yansımasını aramak için Stalinizmin 1925-27 Çin devrimi, Halk Cephesi ve sonrasındaki diğer tüm sınıf işbirlikçi politikalarına bakmak gerekir. Stalinizm politik olarak menşevizmin doğrudan devamı olup, işçi sınıfının bağımsız siyasetinin yerine sınıf işçbirlikçi siyaseti geçirmiştir.
Makaleye geçersek, Köz gazetesi, Troçki yaşarken de sürekli olarak ısıtılıp ısıtılıp önüne getirilen bir konuyu Stalinistlere yaranmak adına yeniden ele alıyor:
“Troçki’nin devrim stratejisindeki asıl kusur onun köylülüğü göz önüne tutmaması, işçi köylü ittifakını reddetmesi değildir.” diyerek başlıyor yazar, ardından Troçki ile devam ediyor: “ ‘Sürekli’ [sürekli devrim kast ediliyor] ve Leninist bakış açıları arasındaki farklılık kendini siyasal olarak köylülüğe dayanan proletarya diktatörlüğü sloganıyla işçilerin ve köylülerin demokratik devrimci diktatörlüğü sloganının karşı karşıya getirilmesiyle ifade ediyordu. Tartışma burjuva demokratik aşamanın atlanmasının mümkün olup olmadığı ya da işçilerle köylüler arasında bir ittifakın zorunlu olup olmadığı hakkında değildi –proletarya ve köylülüğün demokratik devrimdeki işbirliğinin siyasal mekaniği hakkındaydı.” (Sürekli Devrim, 1931 Troçki)
Evet, tartışma tam da bu mesele hakkındaydı…” devamında: “Peki neydi bu siyasal mekaniğe ilişkin fark? Sınıf ve partiyi birbirinden net çizgilerle ayırmayan, bu yüzden de komünist partisini bir işçi partisi olarak gören Troçki proletarya diktatörlüğünü de komünist partisinin işçilerin temsilcisi olarak devrim sonrasında kurulan hükümete gelmesi olarak kavrıyordu. Başka bir deyişle proletarya diktatörlüğü, sovyetlerdeki işçiler adına iktidarı almış komünist partisinin iktidarıydı. Komünist Partisi de işçi sınıfını temsil ettiğine göre partinin iktidarı proletarya diktatörlüğü anlamına geliyordu.
Bu bakımdan Sovyetler Troçki için, tıpkı Kautsky için olduğu gibi, bir iktidar organı değil bir ayaklanma organıydı. İşçi kitleleri ayaklanma başarılı olduktan sonra iktidarı bu ayaklanmaya önderlik eden partiye vermeleri gerekirdi.”
Yukarıda, aslı astarı olmayan düşünceler Troçki’ye atfediliyor. Bu tür görüşler ileri sürüldüğünde, altını dolduracak alıntılar yapılması gerekir, aksi takdirde yazdıklarınızın tamamen bir çarpıtmaya dayandığı ortaya çıkabilir. 1905 devriminin yarattığı sovyetler için Troçki ne diyor bir bakalım:
“… grev yüz binlerce işçiyi fabrikalardan sokaklara dökmüştü ve bu işçileri toplumsal-politik yaşam açısından özgür kılmıştı. Kim onları yönlendirebilir ve saflarına disiplini sokabilirdi? Eski devlet iktidarının hangi organı? Polis mi? Jandarma mı? Gizli polis mi? Kendime soruyorum: kim? Ve hiçbir yanıt bulamıyorum. İşçi Temsilcileri Sovyeti dışında hiç kimse. Başka hiç kimse!”
“… Ve durum bu olunca, kendisini yaratan politik grevin bir sonucu olarak Sovyet, devrimci kitlelerin öz yönetim organından başka hiçbir şey değildi: bir iktidar organı. O bütünün iradesiyle bütünün parçaları üzerinde egemenlik kurdu. O, gönüllü olarak tâbi olunan demokratik bir iktidardı.” (L.Troçki, 1905, Tarih Bilinci yay.)
Troçki’nin 1905 yılından itibaren sovyetleri işçi sınıfının iktidar organı olarak gören anlayışı ile Lenin’in görüşleri örtüşüyordu, 1905 devrimi sırasında kaleme aldığı, “Görevlerimiz ve İşçi Temsilcileri Sovyeti” makalesinde Lenin:
“Bana öyle geliyor ki, Radin yoldaş sorunu şöyle koyarken yanılıyor…: İşçi Temsilcileri Sovyeti mi, parti mi? Sanırım sorunu bu şekilde koymak yanlış ve karar kesinlikle şu doğrultuda olmalı: hem İşçi Temsilcileri Sovyeti, hem de parti”. Aynı yerde Sovyetin “geçici devrimci hükümetin embriyonu” sayılması gerektiğini belirtiyordu. (Lenin, Collected Works, c.10, s.19-21)
Aslına bakılırsa, Stalinist Komintern’in, sovyetleri ayaklanma organı olarak kavrayışı Troçki’nin görüşleri gibi gösteriliyor. Bunu görmek için, 1925-27 Çin devriminin burjuva karşı-devrim tarafından ezilmesinin ve binlerce Çinli komünistin Çan Kay-şek önderliğindeki Koumintang tarafından öldürülmesinin tek sorumlusu Komintern’in Stalinist önderliğinin Çin’de izlediği politikaya değinmek yeter. Aşamalı devrim mantığı çerçevesinde önce Çinli komünistleri burjuva Koumintang partisine girmeye zorlayan Stalinist önderlik (çünkü devrim burjuva devrimiydi ve burjuva partisi desteklenmeliydi! Menşevizm mi dediniz?), Koumintang’ın iktidarı ele geçirdikten sonra ilk iş olarak komünistleri katletmeye başlaması üzerine maceracılığa savruldu ve Kanton kentinde bir ayaklanma başlattı. Onlara göre ayaklanma olacaksa bir de sovyet gerekliydi ve tepeden bir sovyet oluşturuldu. Bu konuda Troçki’nin eleştirisine bakalım:
“KEYK’in Şubat kararında Komintern temsilcileri “Yoldaş N. ve diğerleri”, “Kanton’da bir ayaklanma organı olarak seçilmiş bir sovyetin yokluğu”ndan sorumlu tutulmaktadırlar (vurgu aslında). Gerçekte, bu suçlamanın ardında şaşırtıcı bir itiraf yatmaktadır.
Pravda’nın (No.31) ilk elden belgelere dayanılarak yazılan raporunda, Kanton’dasovyet hükümetinin kurulmuş olduğu dile getiriliyordu. Fakat Kanton sovyetinin seçilmiş bir organ olmadığını, yani onun bir sovyet olmadığını gösterecek tek kelime ağza alınmıyordu, zira seçilmemiş bir sovyet nasıl olabilir? Bunu karardan öğreniyoruz. Bir an için bu olgunun önemi üzerine iyice düşünelim. KEYK bize şu anda, ama kesinlikle daha önce değil, silâhlı bir ayaklanmayı başarmak için bir sovyetin gerekli olduğunu söylüyor. Fakat karşımıza ne çıksa beğenirsiniz! Ayaklanma için tarih belirlendiğinde ortada sovyet yok. Seçilmiş bir sovyet yaratmak kolay bir iş değildir. Kitlelerin sovyetin ne olduğunu deneyimlerinden bilmeleri, onun biçimini anlamaları, onları seçilmiş bir sovyet örgütüne alıştırmak için geçmişte bir şeyler öğrenmiş olmaları gereklidir. Çin’de bunun bir belirtisi dahi yoktu çünkü sovyetin tam da tüm hareketin sinir merkezi olması gerektiği bir dönemde, sovyetler sloganı Troçkist bir slogan olarak ilân edilmişti. Bununla birlikte, kendi yenilgilerinin üzerinden atlamak maksadıyla ayaklanma için apar-topar bir tarih belirlendiğinde, eşzamanlı olarak bir sovyeti de atamak zorunda kaldılar.” (Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal, Çin Devriminin Özeti ve Perspektifleri, “Sovyetler ve Devrim” kısmı, L.Troçki, Tarih Bilinci Yay.)
Köz yazarı devamında şunları yazıyor:
“Proletarya diktatörlüğünü bolşeviklerden oluşan bir işçi hükümeti olarak gören Troçki elbette İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü sloganından da işçilerin temsilcisi olan komünist partisiyle köylülerin temsilcisi olan bir devrimci partinin koalisyon hükümetini anlayacaktı. Meseleyi bu şekilde kavrayan Troçki işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğüne iki nedenden ötürü itiraz ediyordu. Bu nedenlerden birincisi köylülerin kendi başlarına bağımsız bir siyasal güç olmamalarıyla ilgiliydi. Gittikçe farklılaşan bir sınıf olarak köylülük kendisini temsil edecek devrimci bir parti çıkaramayacağı için devrim sonrasında kurulacak bir koalisyon hükümetine de giremezdi.”
“İkincisi, köylülüğün temsilcisi olan bir parti ortaya çıksa bile bu partinin öne süreceği talepler koalisyondaki işçi partisinin almak istediği sosyalist önlemlerle çatışacağından söz konusu koalisyon “24 saat içinde dağılmaya mahkumdu.” Tüm bu nedenlerden ötürü de işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü soyut ve gerçeklikle bağdaşmayan bir formülasyondu.”
“…işçilerin köylülerin devrimci diktatörlüğü Lenin açısından devrim sonrasında bir işçi partisi ile köylü partisinin kurduğu koalisyon hükümeti anlamına gelmiyordu. İşçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünün varlığı yahut yokluğunu gösteren bu türden bir koalisyonun kurulmuş olup olmaması değil işçi-köylü sovyetlerinin bütün iktidarı elinde toplayan organlar olmasıydı. Bu yüzden işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünün mümkün olup olmadığı sorununu bir köylü partisinin koalisyon ortağı olup olmayacağına bakarak değil işçilerin ve köylülerin içinde yer aldığı sovyetlerin kurulup kurulamayacağını tartışarak yanıtlıyordu. İşçiler ve köylüler sovyetlerde temsil edildiği sürece, işçi köylü sovyetlerinden yani işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünden söz etmek gerekiyordu. Dahası Lenin’e göre, Troçki’nin sandığının aksine, işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü proletarya diktatörlüğünden farklı bir iktidar biçimi değildi. Özü tüm iktidarın sovyetlerde toplanması olan proletarya diktatörlüğünün özgün biçimlerinden biriydi.”
Yukarıda bizim vurguladığımız noktalara yanıt verelim: Öncelikle, Lenin ve Troçki arasındaki proletarya diktatörlüğü mü, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü mü tartışması sırasında, her ikisinin de iktidarı sovyetlerin iktidarı olarak ele almadığını belirtmek gerekir. Köz yazarı yukarıda kasıtlı bir çarpıtmaya gidiyor. Lenin İki Taktik broşüründe bu konuyu tartışırken Sovyetler ismini ağzına bile almamış, bu demokratik diktatörlüğün nasıl olacağı hakkında bir şey söylememiştir, ancak düşündüğünün, 1848 Fransa şubat devriminin ardından kurulan geçici hükümet tipi olduğu söylenebilir. Lenin’in düşüncesine göre devrimci hükümet işçi sınıfı ve köylülüğün temsilcilerinden oluşacak “demoktatik” bir hükümetti. Asla konuyu işçi-köylü sovyetleri iktidarı şeklinde ele almadı. Troçki de 1905 devriminin ardından kaleme aldığı Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe konuyu sovyetlerin iktidarı açısından ele almadı, aslına bakılırsa bu konu o dönemde bu şekilde ele alınmıyordu. Yalnızca Lenin ve Troçki’nin 1905’in ardından sovyetlerin işçilerin öz-yönetim organları olduğunu vurgulayan makaleleri vardır, asıl olarak 1917 Şubat devriminin ardından yeniden ele alınan bu konu, zaten Lenin tarafından aşılmıştır. Lenin 1917 şubatının ardından işçi ve köylülerin demoktatik diktatörlüğünü savunan “eski bolşevikler”le amansızca mücadele etmiş, 1905’de formüle edilen bu tezi artık tarihin çöplüğüne yollamak gerektiğini belirtmiştir.
“Tüm bunlar, Troçki ve Lenin arasındaki siyasi mekaniğe ilişkin görüş ayrılıklarının neden önemli olduğunu ortaya koyar”
“Söz konusu olan proletarya diktatörlüğünün ayırt edici özelliğinin komünist partisinin kurduğu bir işçi hükümeti mi yoksa işçi emekçi sovyetleri mi olduğuna dair bir tartışmadır.”
Köz yazarı ileri sürdüğü bu görüşler hakkında en ufak bir kanıt bile getiremez. Bolşevikler Nisan 1917’nin ardından “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganını atmaya başlamışlar, o günlerde Mejrayontsi örgütünde çalışan Troçki de bu günlerden itibaren tamamıyla Bolşeviklerle beraber çalışmaya başlamıştır, ardından bir kaç ay sonra da örgütle beraber Bolşevik partiye katılmıştır. Ne 1917 günlerinde ne de daha öncesinde Lenin’le Troçki arasında sovyetler üzerinden bu şekilde bir tartışma olmamıştır. Aslına bakılırsa Lenin ve Troçki tarafından çok önceleri formüle edilen tezler arasında, 1917 devrimleri döneminde yaşanan gelişmeler sonucu bir fark kalmamış, her iki komünist önder de mekanik tartışmalar yapmaktansa sosyalist devrime odaklanmışlardır. Sonraki açıklamalarında ‘proletarya diktatörlüğü’nü bir çok kez başka isimlerle de ifade etmişlerdir. Stalinistler neden Troçki’nin Nisan 1917’den sonra Bolşeviklere katıldığını, neden bu tarihten sonra daha öncesinde amansızca birbirlerini eleştirmiş Lenin ve Troçki’nin aynı partinin merkez komitesinde yer aldıklarını açıklayamazlar. “Tarih çarpıtıcılar”, bunu açıklamaya kalktıklarında, Lenin’in ve Bolşevikler’in (dolayısıyla Troçki’nin de) benimsediği devrim stratejesinin “menşevik” olduğunu ilan etmeleri gerekir, çünkü devrim stratejisini belirleyen parti merkez komitesinde Lenin ve Troçki birlikte bulunmaktadır!
Menşeviklerin “sosyalist işçi devrimi” gibi bir sorunları olmadığını yukarıda gördük. Peki 1917 Rus Devrimi’nin önder kadrolarından biri olan Troçki’ye bunu atfetmek nasıl bir çarpıtıcılık, nasıl bir kasıtlı yönlendirmedir? Stalinistlerin, Troçki’yi öldürene kadar ve sonrasında da bu konuda (çarpıtma) uzmanlaştıklarını biliyoruz. Bolşevizmin inkarının diğer adı olan bu yöntem, Stalinistlere yaklaşmak için elbette birebirdir, Köz gazetesi de bunun farkına varmış olacak ki, dilinden düşürmediği Bolşevizmin, Lenin’den sonra en kararlı savunucusunun görüşlerini asılsızca çarpıtıyor. Elbette şunu da belirtelim, Troçki ve Lenin elbette eleştirilmelidir, ancak Stalinistçe değil, Marksist yöntemle.
Köz yazarı son paragrafta, “Daha da önemlisi bu tartışma aynı zamanda komünist partisinin işçi sınıfıyla ilişkisine dair bir tartışmadır.” diyor. Köz yazarı 1917’den sonra gelişen olayları daha önce yaşanmış gibi ve çarpıtarak aktarıyor. Asıl değinilmesi gereken; dönem olarak 1917 Ekim’i sonrasında, gerçekten tüm iktidarı alan Sovyetler, gelişen olaylarla birlikte Sovyetlerin iktidarı yitirişi ve buna karşı Troçki ve Lenin’in tutumlarıdır.
Devrimin ardından, en büyük Sovyetlerde çoğunluğu oluşturan Bolşevikler, Sovyetler vasıtasıyla komünist programlarını yaşama geçirmeye çalışıyorlardı. Ancak başlayan iç savaş, zorunlu başvurulan savaş komünizmi ve birkaç yıl geçmesine rağmen devrimin yayılamaması ve tek ülkede yalıtık kalması Bolşevikleri aşırı merkeziyetçiliğe ve parti iktidarını ikame etmeye zorladı, proletarya diktatörlüğünün ancak bu şekilde kurtulabileceğini düşünen Lenin ve Troçki de, bu süreçte bu politikayı kararlılıkla savundular. Zorunlu olarak başvurulmuş olsa da, Marksistlerin asla eleştirmekten geri kalmamaları, dersler çıkartmaları gereken bir durumdur bu. Çünkü hem Lenin hem de Troçki bu politikayı kararlılıkla savunurlarken, bürokratizmin önlenemez büyümesini istemsiz de olsa tetiklemiş oluyorlardı. 1923’te bürokrasiye karşı savaş açtıklarındaysa fazlasıyla geç kalmışlardı. Lenin’in ölümünden sonra da mücadeleyi sürdüren Troçki, 1927’de partiden, 1928’de de Rusya’dan atılmıştı.
Stalinizmle hesaplaşmanın tarihsel önemi
Görüldüğü gibi Köz Stalinist geleneğe uyarak, büyük bir tarih çarpıtıcılığı yapıyor. Parti ya da artık bürokrasinin diktatörlüğüne karşı mücadeleyi başlatan Lenin kendisine müttefik olarak Troçki’yi seçmişti, Lenin’in ardından da Troçki bu mücadeleyi kararlılıkla savundu, ta ki Stalinist bir ajan tarafından 1940’ta öldürülene dek.
Stalinizm yalnızca SSCB’de değil, sonradan kurulan Doğu Avrupa’da, Çin’de, Kuzey Kore’de, Arnavutluk’ta ve Küba’daki tüm bürokratik diktatörlüklerde tıpkı Köz’ün makalesinin son paragrafında belirtilen tipte diktatörlükler kurdular, “Komünist” partide örgütlenen bürokrasinin diktatörlüğü. Asıl olarak bunu eleştiremeyenler, Stalinistlere yaranmak adına tarih çarpıtıcılığına başvuruyorlar. Aslında onlar biliyorlar ki, 1925-27’de Çin’de, 1933’te Almanya’da, İspanya İç Savaşında, II. Dünya Savaşında ve daha sonra izlediği tüm politikalarda; Stalinizm karşı-devrimciydi ve hala öyledir. Tıpkı Lenin’in önderliğindeki Bolşeviklerin II.Enternasyonal’in ve resmi sosyal demokrasinin ihanetine karşı çıkarak Marksist geleneği yok olmaktan kurtarıp ileri taşımaları gibi Troçki’nin Komünist Enternasyonal’in ve Stalinizmin (resmi komünizme) ihanetine karşı mücadeleyi başlatıp Bolşevik-Leninistler ile beraber IV.Enternasyonal’i örgütlemesi Marksizmin ve işçi sınıfının tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Sosyal-demokrasiyle hesaplaşmadan Marksist olunamayacağı gibi Stalinizmle de hesaplaşmadan Marksist olmak mümkün değildir. Milliyetçi/yurtsever komünizm ve aşamalı devrim anlayışını yeniden harmanlayarak ortaya çıkaran Stalinizm, işçi sınıfının dünya devrimi ve komünizm davasına geri dönüşü olmayan zararlardan başka bir şey getirmemiştir. Marksist devrimciler, ortodoks Marksizmden taviz vermeden, ne Köz’ün gittiği ne de Pablocuların gideceği yola sapmadan, Bolşevik-Leninist geleneği sürdürmelidirler. Dünya devriminin partisi ancak “devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz” ilkesinden hareketle kurulabilir. Bırakılım oportünistler Marksizme ihanet etmeye devam etsin, bizler oportünistlerin sekterlik suçlamalarına gülerek yolumuzda sabırla, taviz vermeden ilerlemeye devam edeceğiz.