Kısa Çalışma Ödeneği, İşsizlik ve Sendikaların Tutumu

1 Mayıs’ı AKP iktidarıyla anlaşarak polis gözetiminde kutlayan DİSK bürokrasisi, “işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü” için sosyalist işçilerle gençlerin yıllardır süren mücadelesinin üzerine oturarak, AKP iktidarına “meydan okudu”. Oysa aynı DİSK, Ekonomik ve Sosyal Konsey Kurulu toplantısında, ‘kısa çalışma ödeneğinin işsizlik sigortası fonundan karşılanması’ sorunu karşısında, nedense işverenler sendikası TİSK ve Çalışma Bakanlığı karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor; dahası, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda kullanılacak İşsizlik Sigortası Fonu’nun yağma edilmesine destek veriyor.

2009 yılı Ocak ayında, işçi sendikaları DİSK, Türk-İş, Hak- İş, işverenler sendikası TİSK ve Çalışma Bakanlığı’nın oluşturduğu Üçlü Danışma Kurulu toplanmıştı. Toplantıda, kısa çalışma ödeneğinin 3 aydan 6 aya çıkartılması, brüt asgari ücretin %40-80’i oranındaki çalışma ödeneği miktarının %50 arttırılması kararlaştırıldı. Üçlü Danışma Kurulu’nda hazırlanan kısa çalışma ödeneği çalışması, aradan bir hafta kadar zaman geçmeden apar topar TBMM’nin gündemine taşındı ve yeniden yapılan düzenleme ile kısa çalışma ödeneğinin geçtiği işsizlik sigortası kanununa -burjuvazi isterse- 6 ay daha süre ile uzatılacağı geçici maddesi eklendi.

Kısa çalışma ödeneği İş Kanunu’un 65. maddesince düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, genel ekonomik kriz ve zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltan veya işyerinde faaliyeti tamamen veya geçici olarak kısmen durduran işveren, durumu derhal gerekçeleri ile birlikte Türkiye İş Kurumu’na, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya bir yazı ile bildiriyor. İşverenin bu maddeki şartlara uygun olduğu kararına varılırsa, işçilere (!), işsizlik sigortası fonu tarafından kısa çalışma ödeneği adı altında ücret veriliyor. İşçilerin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilme koşulu, işsizlik sigortasını kazanma koşulu ile aynı; yani krizden etkilendiği tespit edilen şirketlerde bütün çalışan işçiler kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyor, yararlanamayan işçiler doğrudan kapı dışarı ediliyor, yararlanan işçiler ise patronların işten atma tehditi sonucu kısa çalışma ödeneği ile çalıştırılmak zorunda kalıyor.

Bu sayede patronlar, kısa çalışma ödeneği ile amacına ulaşmış oluyor. Çünkü, patron kısa çalışma ödeneği süresi boyunca işçilere para ödemiyor. Dahası, sigorta primi ve gelir vergisi ödeme yükümlülüğünden de kurtuluyor; yani 6 ay süre boyunca patronun cebinden beş kuruş çıkmıyor, tüm primler 37 milyarlık dev İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor.

Küçük burjuva solunun “sınıf mücadeleci” olarak tanımladığı DİSK’in, ekonomik kriz karşısında meydanlarda (elbette üye işçilerini seferber etmeden), “işten çıkarmalar yasaklansın”, “çalışma saatlari kısaltılsın”, “zamlar geri alınsın”, vb. taleplerini ileri sürerken, kapalı kapılar ardında Üçlü Danışma Kurulu ve Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantılarında, işçi ve emekçilerin haklı taleplerini dillendirmediği ortadadır. Bunun böyle olduğunu, Ocak ayındaki Üçlü Danışma Kurulu toplantısında da net olarak gördük. Bu toplantıda, kısa çalışma ödeneği süresinin 3 aydan 6 aya uzatılarak sınırlı kalması ve kısa çalışma ödeneği miktarının alınan ücretin %80 düzeyine çekilmesi talebinde bulunuyor. Bu, işsizlik sigortası fonunun yağma edilmesine ortak olmak demektir. Ayrıca, yukarıda belirtilen kanunda DİSK’in talebine yer verilmemiştir, sonrasında DİSK bürokratları sessizliklerini koruyarak olup bitenleri geçiştirmeye çalışmışlardır. Öte yandan onlar, toplantıda, işçi ve emekçilerin yakıcı bir şekilde ihtiyaç duyduğu talepleri ağızlarına bile almamışlardır. Buna, küçük burjuva solunun iddia ettiği gibi “sınıf mücadeleci” sendika değil sınıf uzlaşmacı ve teslimiyetçi sendika denir.

Türk-İş ve Hak-İş, Üçlü Danışma Kurulu toplantılarında yine işçi düşmanı kararların onaylanmasında burjuvaziye ve onun kurumlarına verdiği destek ile geleneğini bozmadı. İçinden geçmekte olduğumuz kapitalizmin krizi döneminde, sendika bürokratlarının aynı tüm dünyadaki kardeşleri gibi, işçileri değil mülk sahibi kapitalist sınıfları krizden kurtarmak için; bir diğer deyişle kapitalist düzeni devam ettirebilmek için işçi sınıfına karşı önlerine konan saldırı yasalarını tereddüt etmeksizin onaylayacağından hiç şüphemiz yoktur. Varlıklarını kapitalizme borçlu olan DİSK bürokratları da dahil tüm sendika bürokratları, küreselleşme süreciyle birlikte sendikaların hızla kan kaybetmeleri karşısında ve hele hele kriz zamanlarında, kendi maddi çıkarlarını korumak amacıyla, sözde istihdamı korumak ve işsizliği önlemek amacıyla burjuvazinin işçi sınıfına karşı sosyal ve ekonomik saldırılarına boyun eğmekten başka bir yolları olmadığının farkındalar; dolayısıyla, onlar burjuvaziyle sınıf işbirliğine gitmek için işçi sınıfının sosyal ve ekonomik haklarından taviz vermekten çekinmeyeceklerdir.

Küresel krizin sıcaklığı her geçen gün daha da artarken buna paralel olarak işsizlik de artıyor. Bilindiği üzere, küresel krizle birlikte, sanayi üretiminde daralma ve kapasite kullanım oranında düşüşler yaşandı, işçiler zorla ücretli, yarı-ücretli ve ücretsiz izine ayrılmak zorunda kaldı, yüz binlerce işçi kapı dışarı edildi. Sonuç olarak, çığ gibi büyüyen işsizlik ortaya çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı işsizlik verilerine göre, 2009 yılı Ocak ayı işsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine göre 4.2 puan artarak, yüzde 15.5 ‘lik bir oranla tarihi rekor düzeyine ulaştı. Elbette bu Türkiye’nin gerçek işsizlik oranı değil, resmi rakamlara göre böyle, bir de buna kayıt dışı çalışan işçiler eklenince işsizlik oranı %25’leri aşıyor!

Dudak uçuklatan işsizlik oranı başta sermaye sınıfını ve burjuva hükümeti harekete geçirdi. Dikkat edin sendikalar demiyoruz, çünkü sendikalar 15 Şubat mitingini düzenlemekten başka ciddi bir çalışma yapmadı (o zaman TİK Ocak ayı işsizlik verileri açıklanmamıştı). AKP iktidarı, krizden kapitalistleri kurtaracak ekonomik paketler hazırladı, yukarıda belirttiğimiz gibi istihdamı korumak adına kısa çalışma ödeneğini düzenleyerek kapsamını genişletti ve geçtiğimiz günlerde çığ gibi büyüyen “işsizliği azaltmak” için kamuoyuna bir projenin hazırlık aşamasında olduğundan söz etti.

Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı projeye göre, vasıflı ve nitelikli işgücünü sağlamaya yönelik mesleki eğitim kursları yaygınlaşacak; işsizlik ödeneği hak kazanların yeniden işe dönmesi halinde, primleri -İşsizlik Sigortasi Fonun’dan karşılanmak üzere- İŞKUR tarafından ödenecek, istihtadımı artırmak (gerçekte artı-değer sömürüsünü arttırmak) için 350 lira maaşla 6 ay kadar kısa süreli işçi çalıştırılacak. Bu projenin, kısa çalışma ödeneğinde olduğu gibi işçi sınıfının lehine değil, tamamen kapitalistlerin talepleri ve istekleri doğrultusunda hazırlandığı açıkça ortadadır. Burada amaç krizi fırsata dönüştürerek işsizlik sigortası fonunu yağma etmektir.

Bilindiği üzere, kapitalistler, iş sağlığı ve güvenliği konusunda tedbirler almayarak işçilerin ölümüne, sakatlanmasına ve hastalanmasına yol açıyorlar. Her iş kazası sonrasında da ise “eğitimsizlikten ve vasıfsızlıktan dolayı” suçlu ilan edilen işçiler oluyor. Kapitalistler kriz söylemini de kullanarak iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerini ve işçilerin eğitimini devlete yıkmaya çalışıyorlar ve bu konuda oldukça önemli adımlar attılar. Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı projede geçen mesleki eğitimlerin yaygınlaştırılması, bununla doğrudan ilişkilidir. Ne de olsa devlet kapitalistlerin devleti ve emekçilerden topladığı parayla bunu “seve seve” yapmaya razı.

Projede yer alan SSK primlerinin işsizlik sigortası fonundan karşılanması yeni bir şey değil, bu, geçen yılın mayıs ayında “istihdam paketi”nde yasalaşarak daha o zaman patronlara hediye edilmişti. Patronların tek bir dileği kaldı: Kıdem tazminatlarının da İşsizlik Fonun’dan karşılanması. Patronlar uzunca bir süredir kıdem tazminatının İşsizlik Fonu’ndan karşılanmasını dile getiriyordu, şimdi kriz döneminde bunu daha sık dile getirmeye başladılar. Sendikalar hazır pasif davranıyorken bugün ya da yarın böyle bir şey olursa şimdiden hiç şaşırmayalım. Zaten IMF ile anlaşma sağlanırsa kemer sıkma politikalarından biri kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi olacaktır.

Gelelim projenin içerdiği son konuya: İşsizleri 6 ay ya da 1 yıl kadar kısa süre ile “kamu yararına” işlerde 350 lira kadar bir ücretle çalıştırmak. Bakanlığın çalışmasına göre bundan 100 bin işsiz yararlanacak. Bu sayı milyonlarca işsiz işçi karşısında devede kulak. Bakan Çelik bu konu ile ilgili “Kriz geçicidir” diyor ve ekliyor: “Aldığımız önlemlerin de geçici olması açısından bu üç çalışmayı yaptık”. İşsizliğin resmi rakamlara göre 3.6 milyon gerçek rakamlara göre en az 5 milyona kadar dayandığı bir dönemde, bakan, 100 bin işsize geçici olarak istihdam yaratıyor ve bunun adı “işsizliği önlemek” oluyor. Arkasından da “Kriz geçicidir” diyerek işsizliğin de geçici olduğu söylenmek isteniyor. Elbette kapitalizmin krizleri -sürekli olduğu kadar- geçicidir ama kapitalizmin beslendiği işsizlik geçici değil kalıcıdır. Peki, milyonlarca işsiz arasından 100 bin işsiz nasıl alınacak dersiniz? Kurayla! Hatırlayacağımız üzere, Zonguldak’da maden ocaklarında çalışmak için 3000 işçi alındığı zaman, 37 bin işsiz iş başvurusunda bulunmuş, işçiler “mülakat”lardan geçerek 10 bin kadar işçi başarılı olmuş, bu da yetmezmiş gibi noter huzurunda trajik bir şekilde kura ile işçiler alınmıştı. Bu sefer, böyle olmasa da buna benzer bir şekilde, milyonlarca işsiz başvuruda bulunacak, tombaladan sayı çeker gibi kurayla işçi alınacak.

Kapitalist kriz dönemlerinde işçi sınıfının en acil sorunlarından biri işsizliktir. Bunun çok iyi farkında olan kapitalist sınıf ve onun siyasi temsilcisi burjuva hükümet de, “işsizliği çözüyorum” maskesi altında, burjuvazinin can simidi olan sendika bürokratlarını arkalarına alarak işçilerin biriktirdiği İşsizlik Sigortası Fonu’nu yağma ediyor. Bununla birlikte, kısa çalışma ödeneğini ve hazırlanan projeleri yasalaştırıp TBMM’nden geçirerek işçi sınıfının kazanılmış sosyal ve ekonomik haklarına da el koyuyor.

Sonuç olarak, burjuvazi ve onun işçi sınıfı içerisindeki ajanı sendika bürokrasisi, her kriz döneminde olduğu gibi bugün de kapitalizmin krizini işçi sınıfını daha da ezerek atlatma telaşında. Sendikalar işçi sınıfını doğrudan ilgilendiren konularda gerçek yüzlerini en açık şekilde gösterirken, tüm bu gelişmelere rağmen işçileri sendika bürokratlarına yedeklemeye çalışan siyasi akımların ihaneti açıkça ortadadır. Büyük toplumsal kırılmalara doğru giderken, büyük bir potansiyel taşıyan milyonlarca işsizi gerçek kurtuluşa kazanmak yalnızca Marksist bir parti önderliğinde mümkün olacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir