İstanbul’un üçte birine içme suyu sağlayan Melen Çayı’nın kuruma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ifade eden haberler basında kendisine az da olsa yer bulmayı başardı. Ergenekon operasyonu ve AKP’ye açılan kapatma davası siyasi gündemin ortasında bütün ağırlığıyla dururken, basın da -az da olsa sudan bir sebeple- bu ağır siyasi gelişmelerden uzak durup İstanbul’un su sorununa eğildi. İstanbul’a su sağlayan Sakarya’daki Melen Çayı’nın su seviyesinin azaldığını bizzat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’ın ağzından duyuran basın, Ağustos ayı itibariyle özellikle İstanbul’un su kriziyle karşı karşıya kalacağını bildirdi.
İstanbul’a su pompalayan beş motordan sadece ikisinin çalıştığı Melen Çayı’ndan İstanbul’a günde ortalama 734 bin metre küp su pompalanırken bugün bu rakam ortalama 300 bin metre küp oranına kadar düşmüş durumda. Günde 2 milyon metreküp su tüketen İstanbul’un üçte bir oranında su ihtiyacını karşılayan melen çayında kuraklık devam ederse bir ay sonra İstanbul’a su verilemeyeceği bizzat İSKİ yetkilileri tarafından açıklandı.
Geçtiğimiz yılın yaz aylarında başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok ilde susuzluk yaşanmış özellikle Ankara’da yaşanan su kesintileri AKP hükümetine ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na istifa sloganlarıyla sürmüştü. Bir süre sonra sloganlar hedefini bulamasa da susuzluk ve onun giderilmesine ilişkin belediyelerin tasarruf planları, Türk mizahına birçok yenilik katmıştı. Sonunda mizaha duyduğumuz susuzluğumuzu belediyeler gidermiş olsa da, içme suyu başka şehirlerden getirilecek suyla “çözüme” kavuşturulmaya çalışıldı. Ankara Belediye başkanı Gökçek, Kızılırmak projesini hayata geçirirken İstanbul Belediye başkanı Topbaş yıllardır üzerinde çalışılan Melen Çayı Projesini hızlandırmış ve geçtiğimiz yıl ekim ayında projenin tamamlanışını büyük reklamlarla duyurmuştu.
İstanbul’un su sorununa kesin çözüm olarak 2500 kişinin seferberliği ile hayata geçirilen melen projesi yaklaşık 1 trilyon 300 milyon YTL’lik bir maliyetle tamamlanmıştı. Su sorununu sadece İstanbul’un sorunuymuş gibi düşünen ve bu sorunun başka şehirlerden taşınan suyla giderileceği tespitiyle hareket eden İstanbul Belediyesi, bugün Melen Çayı’nın kurumakta olduğu gerçeği karşısında tekrar geçtiğimiz yıl yapılan tasarruflara geri dönüşün haberlerini basından duyurdu. Fakat geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da bir gerçeğin üzerinden atlandı. İçme suyunun yüzde 85’inin tarımsal sulama ve sanayide kullanıldığı gerçeğini görmezden gelip, sadece içme-kullanma olarak yüzde 15’e karşılık gelen alanda tasarruf açıklamaları gerçeği yansıtmamaktadır. [ Tarım (%75), içme-kullanma (% 15), Sanayi (%10) ]
Su, Sudan Bir Sorun Değil
Melen Projesiyle tekrar gündeme gelen susuzluk yaz mevsimi dolayısıyla ortaya çıkmış bir sorun değil. Sadece İstanbul ya da içinde yaşadığımız ülkenin sorunu da değil. Dahası sanıldığının ve yaygın bir biçimde iddia edildiğinin aksine, insanların bilinçsizce üremeleri içme suyunun azalmasının nedeni olarak gösterilemez. Su sorunu, bahsi geçen bilinçli yanılsamaların karşısında, insanlığın ve yaşamın devamı için daha bütünlüklü bir tespite ve uluslararası bir çözüme ihtiyaç duymaktadır.
Birkaç kilometrede öteki nehirden taşınan suyla susuzluğun ortadan kalkacağı tespitlerini yapanlar, dünyada her yıl 25 milyon insanın susuzluk ve kirli sulardan bulaşan hastalıklardan dolayı hayatını kaybettiğini görmezden gelerek su sorununun ulusal sınırlarla sınırlandırılamayacağını bilinçli bir şekilde saklıyorlar. Benzer şekilde susuzluğu açıkça ifade eden rakamlar 400 milyonu çocuk olmak üzere, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan 1,5 milyar insanın, yeterli ve sağlıklı içme suyuna sahip olmadığını açıkça göstermektedir. Yine, dünyadaki hastalıkların yüzde 80’inin susuzluktan kaynaklandığı gerçeğine gözlerini kapayan yaklaşımlar, baraj planlarıyla mevcut su krizini derinleştirerek ciddi çatışmaların fitilini ateşlemekteler.
Hal böyle olunca dünyanın ciğerleri kabul edilen Amazonlarla birlikte, içinde Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz kuşağında birçok ülke, açlık ve hastalıklarla yüz yüze gelirken bu bölgelerde su kaynakları önemli siyasi çatışmaların merkezi haline gelmektedir. Özellikle İsrail’in Batı Şeria’yı elinde tutması ve aynı bölgeye duvar ördürmesinin yegâne nedeni su kaynaklarının kontrolüdür. Bölgede Filistinlilere İsrail tarafından kuyu bile açtırılmaması su sorunun taşıdığı krizi gözler önüne seriyor.
Kapitalizm, Küresel Isınma ve Susuzluk
Özellikle son yılların en popüler konularının başında gelen ‘küresel ısınma’, susuzluğun dolayısıyla kuraklığın önemli bir nedenidir şüphesiz. Fakat bu şekilde bir yaklaşım susuzluğun esas nedenini ortaya koymaya yetmez. Küresel ısınmayı her türlü ekonomik ilişkilerden koparıp tanrının ve onun bilinçsizce üreyen kullarının sebep olduğu bir süreç gibi gösteren çabalar, kapitalizmi ve onun plansız aşırı üretimini bilinçli olarak çarpıtmaktadır.
Küreselleşmeyle birlikte aşırı üretimin ve hammadde ihtiyacının dizginlenemeyecek boyutlara ulaştığı günümüzde, fosil yakıtların kullanımının artışı küresel ısınmaya yol açarken, yeryüzü ve deniz sıcaklığındaki artışlar iklim rejimlerini değiştirirken, kuraklık dünyayı çölleşmenin eşiğine getirmiştir. Böylece kutuplara yakın İskandinav ülkelerindeki sıcaklıkların bile 40 derecelere ulaştığı, kutuplara klima satışlarının yapıldığı, denizlerde ve karada yüzlerce bitki ve hayvan türünün yok olduğu bir dönemde dünya coğrafyasının hiç azımsanmayacak kadar büyük bir kısmı susuzluk ve kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir.
Bir Meta Olarak Su
Su sorunu, kapitalizmin anarşik aşırı üretiminden kaynaklanan ve bugün küresel ısınmayla ortaya çıkmış bir sorun gibi gözükse de onunla da sınırlı değildir. Sorun, kapitalizmin yaşamsal bir ihtiyaç olan suyu piyasa kurallarına tabi bir ürün haline getirmesiyle birlikte insanlığı tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
Kapitalizm tarafından bir meta haline getirilmiş olan su, bugün dünya ticaretinde 400 milyar dolarlık bir ticaret hacmi ile petrol ve ilaç sanayisinden sonra üçüncü sırada gelmektedir. Unutmayalım ki bu rakama, dünya nüfusunun sadece %5’ine hizmet edilmesiyle ulaşılmaktadır. Kapitalistlerin iştahını kabartan şey, bugün yüzde %5’lik olan bu talebin arttırılması durumunda elde edilecek olan devasa kardır. Uluslararası sermayenin “Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi” ve “Dünya Bankası Katılımcı Su Özelleştirme Projeleri ve Kredileri” eliyle suyun özelleştirilmesini sağlamasının nedeni işte budur. Böylelikle su fiyatları artarken toplumun sadece belirli kesimlerinin su ihtiyacı karşılanır olmuş ve suyun kirlenmesini engelleyecek çabalardan maliyetli olduğu gerekçesiyle uzak durulmuştur. Yani su sorunu bugün sadece küresel ısınma nedeniyle değil aynı zamanda satın alınabilir bir meta haline getirildiği için de insanlığı tehdit etmektedir.
Sonuç
Kar için yapılan üretim, silahlanma ve bir bütün olarak teknolojik gelişmeler sermayenin elinde doğayı ve insanlığı büyük bir hızla yok oluşa sürüklüyor. Bu nedenle burjuva ideologların bütün gizleme çabalarına rağmen bugün önümüze su sorunu olarak çıkan ve önümüzdeki yıllarda doğanın ve insanlığın yok oluşuna neden olacak gelişmelerin gerçek nedeni kapitalizmdir.
Ortaya çıkışından itibaren doğayla çelişkisi derinleşen kapitalizm, daha fazla kar için kendisiyle birlikte mezar kazıcılarını da ortadan kaldıracak. Bu çelişkinin ortadan kalkması ancak kapitalizmin yıkılmasıyla mümkündür. Doğanın ve onun ayrılmaz parçası olan insan soyunun kurtuluşu, gözü kardan başka bir şey görmeyen sermayenin egemenliğine son vermekten ve bu anarşi ekonomisinin yerine doğa ve insan kaynaklarının yalnızca insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere dünya çapında planlandığı sosyalizmi geçirmekten geçmektedir. Bu tarihsel görevi yerine getirebilecek toplumsal güç de “iyi niyetli” ve de “çevreci” burjuvalar değil; kapitalizmden hiç bir çıkarı olmayan işçi sınıfıdır.