Geçtiğimiz Mayıs ayında Türkiye’de, yepyeni bir mizah-çizgi roman dergisi piyasa sürüldü. Karikatürist Kutlukhan Perker’in projesi olan Harakiri isimli yeni yayın, birçok çizer, öykü ve mizah yazarını bir araya getirdi. Harakiri, Türkiyeli mizahseverleri oldukça heyecanlandırdı. Ancak geçtiğimiz ay -bugünlerde adından sıklıkla bahsettiren- Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, Harakiri’yi incelemeye aldı ve yayının 18 yaşından küçükler için sakıncalı olduğuna kanaat getirdi. Kurul, çeşitli gerekçeler sunarak, yayına, 150 bin lira para cezası kesti ve yeni çıkacak sayısı için alması gereken önlemleri bildirdi. Kurulun verdiği ceza ise Haziran ayı içerisinde ikinci sayısını çıkaran dergiye kapanmaktan başka şans tanımıyordu.
Bildiğiniz üzere, Türkiye’de çok sayıda olmasa da varlığını uzun yıllardır sürdüren, çizgi romana ağırlık veren mizah dergileri mevcut. Harakiri’de bu yayınların arasında doğdu. Yalnızca iki ay ömürlü Harakiri kendisini ‘neş’e ve cambazlıklar mecmuası’ olarak tanıtıyordu. Ancak onun neşesi, cambazlıkları, 44 pür-i pak renkli sahifesi ‘zararlı içerikle’ doluydu.
Bu ‘zararlı’ yayında yalnız, çizgi roman ya da bant karikatür değil, öykülere de ağırlık verilmişti. Metin Fidan, Pelin Gökmen, Atilla Atalay, Metin Kaçan gibi birçok mizah yazarı ve öykücü Harakiri’nin öykü kadrosunu oluşturdu. İlk sayının ardından çok geçmeden, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, dergiyi incelemiş ve dergideki ‘zararlı’ içerikleri tespit edebilmişti. Dergide kadının cinsel organı tamamen görülüyordu, cinsi münasebet çizimlerde görsel cazibeyi öne çıkarıyordu. Zaten bu tür yayınlar, evlilik dışı ilişkileri özendirir biçimde karikatürize çizimlere ve fotoromanlara yer veriyordu. Cinsel görselliğin öne çıkarılması, kadının cinsel meta olarak algılanmasına yol açıyordu…
Kurul daha önce aldığı şaka gibi kararlarla yeterince gülünç durumda olduğunun farkında değil ki, açıklamalarını sürdürmüş. “Toplumlar, varlıklarını koruyabilmek ve toplum düzenini sağlayabilmek amacıyla sosyal normları oluşturmuşlardır. Basın-yayın, araç ve organları bu normlara bizzat uymak zorunda oldukları gibi, toplumu da bu konuda yönlendirme, ikaz etme, hatırlatma görev ve sorumluluğu ile de yükümlüdürler. Bu görev sorumluluk toplumsal niteliktedir…”
1117 sayılı kanun
Ahlak Bekçisi 1117 sayılı Kanunun [1] son icraatı da yukarıda bir bölüm alıntıladığımız karar yazısıyla Harakiri’nin yok edilmesi oldu. Harakiri ekibi, kurulun karar yazısı ellerine geçtikten sonra, yeni bir cezayı ekonomik olarak kaldıramayacaklarını bu sebeple Harakiri’yi kapatmak zorunda olduklarını açıkladılar. Zaten dergiyi sürdürme çabaları devam etse bile, ödedikleri cezanın ardından, reklam yapamayacak olmaları ve Harakiri’nin siyah poşet içinde satılması mecburiyeti başlı başına yeni zorluklar demekti. Aynı zamanda bu utanç vericiydi; çünkü dergi ekibi suçlamaları doğal olarak kabul etmiyordu. Onlar yalnızca öykülerini anlatmış ve çizmişlerdi.
Harakiri birbirinden komik gerekçelerle zararlı bulundu. Bu gerekçelerden birisi az önce okuduğunuz gibi kadının meta olarak algılanmasıydı. Elbette ki ceza, yetkililerin kadının meta olması fikrinden büyük üzüntü duymaları sebebiyle kesilmedi. Bunu kurulun benzer bir kararı için daha önce yazdığımız yazıda uzun uzun belirtmiştik [2]. Bu açıdan, kurulun samimiyetine inanmak mümkün değil. En akılda kalıcı örnek, kadınların üremesi hakkında pervasızca 3 çocuk dileklerini her yerde anımsatan başta Recep Tayyip Erdoğan ve ardından diğer devlet yetkilileridir. Devletin en yetkili ağızları, kadının bedenini meta olarak görürken, ona bağlı bir kurumun aksi gerekçeyle bir yayın yasaklaması söz konusu olamaz. O halde bir kez daha altını çizerek söyleyelim. Burada mesele, temiz çocuk, sağlıklı toplum, meta olmayan kadın değildir. Bu yasağın en belirgin gerekçesi, sınıflı toplumların olmazsa olmazı aile kurumuna karşı takınılan tavırdır. En önemsiz, en küçük bir iğneleme dahi, bir mizah yayınına karşı bile olsa nasıl da hemen tırnaklarını çıkarttırmıştır yetkililere. Ve sonuç olarak “küçükleri evlilikten soğutabileceği için” bir mizah yayını cezalandırılmıştır.
Amerikalı bir yazarın eserini, “Türk milletinin ahlaki değerlerini korumadığı” için cezalandıran kurum bu kez de evlilikten soğutuyor gerekçesiyle bir mizah yayınının kapanmasına sebep oldu. Bütün bunlar en iyi mizah dergilerindeki kara mizahtan bile güçlü. Gerçek olmasıyla birlikte ele alındığında ise son derece can sıkıcı.
Çok da uzatmadan yazımızı, Harakiri’nin ikinci ve son sayısında yer alan öyküsünü Murat Nedim’in yazdığı ve Sencer’in çizdiği Plastik Voltran isimli öyküyle bitirelim [3].
Kağıttan uçaklarıyla okulun haytalarından Yusuf’un bir sanat eseriyle ilk karşılaşmasının öyküsü bu. İlkokul çağlarında Yusuf, dönem ortasında sınıfa yeni gelen arkadaşının yaptığı Plastik Voltran’la büyülenir. Onun yaptığı kağıt uçaklarını gölgede bırakacak kadar gerçek bir Voltran’dır bu. Üstelik uç kutularıyla yapılmıştır. Hep televizyondan izlenen Voltran dokunabilecekleri denli yakındır Yusuf’a ve tüm sınıf arkadaşlarına. Voltran’a dokunmak için birbirileriyle yarışan küçük çocuklar, sınıfa gelen öğretmenin oyuncağı kırıp atmasıyla gerçek bir travma yaşarlar. Onların tüm hayalleri o adamın ellerinde yok olmuştur artık.
Yusuf şöyle anlatıyor o anki hislerini çizgi romanda;
“Keşke Macit’e tokat atsaydı. Veya hepimize cetveliyle sıra dayağı çekseydi. Ama o Voltran’ımızı kırmıştı. Mecit’in Voltran’ı artık yoktu. Tüm canavarları yenen Voltran, Cengiz Öğretmen’e boyun eğmişti. Ve içimizde başka şeylerde yok olmuştu. Hayatımda ilk defa bir sanat eserinin yok oluşuna tanık olmuştum. On dört ülke dolaştım. Dünyanın sayılı müzelerine gittim. Eyfel’e çıktım dünyanın çeşitli yerlerinden birçok sanat eseri gördüm. Hepsinin karşısında saygıyla eğildim. Ama o plastik uç kutularından küçük ellerin yaptığı Voltran gibisini hiç görmedim. Hiçbir sanat eseri o kadar soluğumu kesmedi.”
Tüm kötü insanları yenen Voltranlar’ın yıkılması, yasaklanması, siyah poşetlere konulması gibi bir şeydi, koruma kurulunun verdiği bu son karar, Harakiri değil cinayetti.