Zonguldak’ta Karadon Müessese Müdürlüğü’ne bağlı bir kömür ocağında Pazartesi günü meydana gelen grizu patlamasının ardından yerin 540 m altında mahsur kalarak ölen 30 maden işçisinden 28’ine dün ulaşıldı. Yüzlerce, binlerce maden işçisinin ölümüyle karşımıza gelen Zonguldak’ta, dört gün süren aramaların ardından bulunan işçilerin yanı sıra yazının yazıldığı şu saatlerde ulaşılamayan 2 işçiyi bulma çalışmalarının devam ettiği belirtelim.
Her defasında kapitalizmin cinayetleri olarak ifade etmekten çekinmediğimiz ve bugün yaygın biçimde iş kazası olarak değerlendirilen bu cinayetler, görmekten sıkıldığımız bir tabloyu bir kez daha gözler önüne serdi. Zonguldak Karadon’da Bacaağzı’nın hemen önünde patronların, onların temsilcisi olan milletvekili ve bakanların ve pek tabii ki sendikacılarla onların arkasında hizaya geçmiş solcuların, “iş kazalarına” bakışı bu yazıda öfkeyle siyasi eleştiri ayrımını ortadan kaldırmıştır.
İş cinayetlerinde her defasında patronları temsilen maden ocakları ve tersaneler önünde kameralara üzüntülerini belirten bakanların gözyaşlarını fazlasıyla kanıksadığımız bir gerçek. Her defasında iş cinayetlerinde kusuru olanları bulma çabasına giren bakanlar, görevini yapmamış bir kaç işgüzar patron bulurken bu kriz ortamında iş imkanı sağlayan patronları aklama çabalarını böyle bir durumda dahi gizlemekten geri durmazlar. Dahası ağır iş kolları söz konusu olduğunda kaderci bir değerlendirmeyi dilinden düşürmeyen hükümet üyeleri ve vekiller, SGK’nın “bütün denetimlerine rağmen” iş güvenliği konusunda önlem almayan birkaç kötü niyetli patronu adli ve mali cezaya çarptırarak iş cinayetlerini ortadan kaldırmayı denerler.
Bu son olayda çok büyük riskler alarak madende ölen işçileri buldukları yalanını ve her türden kaderci yaklaşımı ifade eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dinçer, yukarıdaki değerlendirmeleri sıkılmadan haklı çıkarmıştır. Dinçer, ocağın hazırlık işlerini yaparken ölen işçilerin çalıştığı taşeron firmasını korumaya çalışan ifadelerde bulunmuştur. Bu açıklamalar Başbakan’ın yaptığı kaderci değerlendirmeyi şüphesiz aratmamıştır. Sonrasında TTK Genel Müdürü ile Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanının birbiriyle yarışırcasına madenciliğe ilişkin teknik değerlendirmeleri, işçilerin, madende, “beklenmeyen bir kazayla” öldüğü yönündeki yorumlara kadar ulaşmıştır. Kömür madeninde “beklenmeyen bir kazadan” bahsetmek, ancak absürt bir tiyatro oyununa haiz olacak kadar yersizdir.
Bununla birlikte ölen mühendisin cenazesinde, imamın, işçileri şehit olarak değerlendirmesi ölümlerin gerçek nedeni olan kapitalizmi gizleme çabasının bir başka yöntemi olmuştur. Sonra cenazede bulunan Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Eski TBMM Başkanı ve Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan ile Zonguldak milletvekillerinin gözyaşları, onların orada işçilerin değil patronların temsilcisi olarak bulundukları gerçeğini aklımızdan çıkarmamızı sağlamadı.
Hükümetin ve onun vekillerinin yaptığı açıklamalar her iş cinayetinin ardından duyduğumuz bir şarkının nakaratından başka bir şey değildi. Alınması gereken önlemler ve yapılması gereken denetimler sıkılmadan -kendileri de patron olan milletvekilleri tarafından- söylenen yalanlardı.
Madende Göçük Altında Kalanlar Gerçekte Kimlerdi?
Aynı şarkının 6-8’lik tekrarını tersinden okuyan sendikalar ve sol grupların değerlendirmeleri de fazlasıyla tanıdık. Bu grupların, başta iş kazalarının Türkiye’de artışı üzerinden yaptıkları rakamsal tespitler kazaları, birkaç işgüzar patronun iş güvenliği ve emniyeti kurallarını uygulamamasına bağlamaktadır. Yine aynı grupların, ILO kurallarının uygulanmasının ve daha komiği -kabaca ifade edersek- maden iş kolunda çalışan özel sektör işçilerinin kamu çalışanı haline getirilmesinin bu iş cinayetlerini önleyebileceğine yönelik açıklamaları düpedüz saçmalıktı. Nasıl olurda kamunun ocaklarında işçilerinin iş cinayetine maruz kalmayacaklarını ifade edebilirler?
6-8 lik şarkımıza devam edersek Kapitalizm ve ücretli emek sömürüsünü dışlayan bu eğilim, maden ocaklarında yaşanan cinayetlerin özel ve taşeron şirketlerle sınırlandığı yanılsamasını dile getirmekten kendisini alamazken fazlasıyla iş imkanı sağladığı gerekçesiyle işçileri maden ocaklarına ölüme yollamaktan çekinmiyor. Solun genelinde hakim olan söylem :”Devlet, önlemleri alır ocakta grizu patlamaz işçiler de ölmez”. Peki 1992’de Kozlu’da ve diğer ocaklarda ölen işçiler taşeron işçileri miydi? Sonra sıkılmadan ölen işçilerin çocuklarının gözlerinin içine bakarak, ‘madenler halkındır satılamaz’ yalanını aynı solcular, sendikacılar dile getirmedi mi? Bugün ne kamunun ne özel sektörün madenleri işçilerin değildir.
Sadece maden ocakları değil bugün üretim araçlarının hiçbiri işçilerin değildir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kaldırılmadığı sürece de bu cinayetlerden ve kapitalizmden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Kömürün, kamu gücü kullanılarak üretilmesi iş cinayetlerini önlemeyecektir. Daha da önemlisi ve çoğu solcunun hatta kendisini enternasyonalist cenahta tarif edenlerin bile kömürün artık tarihsel olarak gerici bir enerji girdisi olduğunu görmezden gelmesi küçük burjuva ulusalcı yaklaşımın başka bir ifadesidir.
Yazılarımızı takip edenler bilirler. Roma İmparatorluğu’nda yakacak olarak kullanılan kömür, bugün tarihsel olarak işlevini çoktan yitirmiştir. İnsanlığın yaratıcı gücü, kömürü binlerce kez aşmıştır. Hem doğaya verdiği zarar, hem de toprağın bağrında kendisini çıkarmaya çalışanların maruz kaldıkları yıkım, kömürün tarihsel olarak gericiliğini ifade etmektedir. Bizler daha fazla iş imkanı sağlıyor gerekçesiyle hangi koşullarda olursa olsun kömür üretimin -mevcut üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi göz önüne alındığında- gericiliğine vurgu yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Eğer maden işçisinin şansı yaver gider ve göçükte kalmaz, grizuda ölmezse 40’lı yaşlarında ölümcül akciğer hastalıklarıyla karşı karşıya kalmaktan kendini alamaz. Aynı şekilde bugün herkese iş sloganının gölgesinde kot taşlama işçilerinin kot taşlama işinde çalışmasını mı savunacağız. Yoksa ağır iş kollarında da dahil ücretli köleliğin ortadan kalkması için mücadele mi edeceğiz? Unutmayalım ki işsizlik ne kot taşlama işiyle ne de maden ocaklarıyla ortadan kalkmayacaktır. İşsizlik ancak kapitalizmin ve onun kölelik sisteminin bizzat işçiler tarafından alaşağı edilmesiyle ortadan kalkacaktır.
Bugün ısınmadan, enerji üretimine kadar kullanıldığı tüm iş kollarında hem çalışanlar hem doğa için fazlasıyla tehlike oluşturan kömürün karşısında başta rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını ve nükleer füzyon teknolojisini koyuyoruz. Bu bilimsel gelişmeler kömür ve fosil yakıtları gericileştirmiştir. Bu gerici uygulamaları rüzgara ve güneşe rağmen hayata sokan kapitalizmin azgın kar hırsıdır.
Enerji üretimini, insanlık için yaşanır kılacak teknoloji bugün insanlığın elindedir. Önemli olan onu, temel güdüsü kar olan kapitalizmin manipülasyonundan kurtarmaktır. Bugün bağımsızlık şiarı altında ulusal ve yerel kaynak retoriğini dilinden düşürmeyen gericiler işçileri “sol” ve bağımsızlık adına maden ocaklarında ölüme yollamaktan çekinmiyorlar. Bizler kömürün gerici karakterini ve onun karşısında yenilenebilir enerji kaynaklarının insanlığın ve komünizmin enerjileri olduğunu belirttikten sonra bu enerji kaynaklarının özgürleşebilmesi için kapitalizmin ve ücretli kölelik sisteminin yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Maden işçisini, içine girdiği karanlıktan yüzüne ve ciğerine bulaşan kömür tozundan ancak ve ancak sosyalist dünya devriminin güneşi ve rüzgarı kurtaracaktır.