Kayseri’de bir buçuk yıl önce Ramazan Bayramı’nda evden şeker toplamak için ayrılan 3 çocuğun hunharca katledilmiş ve tecavüz edilmiş olarak bulunmasının ardından son dönemde gündeme “idam tartışmaları” oturdu. Konuya ilişkin çeşitli burjuva parti temsilcilerinden “ilginç” açıklamalar gelirken faşist BBP ise bir “idam kampanyası” başlattı.
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu “idam cezasının olması gerektiğini her zaman savunduğunu fakat bunun uygulamaya konmasının şu an mümkün olmadığını” açıklamıştı. TBMM Başkanı M. Ali Şahin ise şunları söyledi: “İnsan olarak vahşice işlenen bu cinayetler karşısında, ‘Bunun failleri yaşamamalı’ diye insanın içinden geçiyor. Ancak Türkiye, bilindiği gibi yakın bir tarihte yasalarından idam cezasını kaldırdı…”[1]. İktidardaki burjuva partisi AKP’nin temsilcileri “idam cezasının uygulanmaması” açısından kendi içlerinde bulunan “gerici çelişkiler” göz önüne alındığında “komik” gerekçelere sığınırken, bununla birlikte BBP’de idam cezasının geri getirilmesi ve bunun için de referandum yapılması için bir kampanya başlattı. BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, kampanyanın başlatıldığı gün yaptığı açıklamada özetle “ekonomik, ahlaki ve bölücü terör suçları için idam cezasının getirilmesi gerektiğini ve bunun da halka sorulmasını istediklerini” belirtmişti.
Hiç şüphesiz faşist bir parti olan BBP’nin başlattığı idam kampanyasının esas amaçları bellidir. Özellikle içerisinden geçtiğimiz süre zarfında, bizzat burjuva medya tarafından demagojik biçimde sunulan vahşi adli suçlar aracılığıyla “idam tartışmalarına” toplum nezdinde gerici bir zemin oluşturacak psikolojik ortam yaratılmıştı. Bu açıdan bakıldığında BBP’li faşistler, bahsettiğimiz yoğun süreci (çocuk cinayetleri, tecavüzleri vb) fırsat bilerek kendi siyasi amaçları içerisinde bulunan, bu coğrafyadaki, başta Kürt lider Abdullah Öcalan olmak üzere beraberinde ilerici, devrimci güçlerin “imhasına” ulaşmak kaydıyla idam cezasının geri getirilmesi için bir kampanya başlatmıştır.
Biz Marksistler, “idam cezasına” ilkesel olarak karşıyız! Öncelikle, bir yaptırımın ceza olabilmesi için, ona maruz kalan kişinin bu yaptırımın etkisini yaşaması gerekir. Dolayısıyla idam / ölüm, sonucu hissedilecek bir yaptırım olmadığı için, bir ceza değil, devletin işlediği yasal bir cinayettir. Bu yasal cinayetin de tek bir amacı olabilir: Bir insanı öldürerek diğerlerine gözdağı vermek. Oysa, gerekçesi ne olursa olsun (buna adli suçlar dahil), “suçlunun” idam edilmesinin o “suçun” işlenmemesi konusunda toplumsal bazda hiçbir caydırıcı etki uyandırmadığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Örneğin, idam cezası ile adam öldürme suçu arasındaki ilişkiyi inceleyen, 1950 ve 1960’lı yıllarda Amerika’da yapılan araştırmalar, idam cezası uygulayan ve uygulamayan Amerikan eyaletleri arasında bir karşılaştırma yapıldığında, işlenen cinayetlerin oranında araştırma süresince herhangi bir esaslı artış olmadığını söylüyor. Yine aynı yıllarda idam cezasını kaldıran Amerikan eyaletlerinde ve idam cezasının kaldırıldığı Avrupa ülkelerinde işlenen cinayet oranlarında esaslı herhangi bir değişiklik gözlenmiyor[2].
İdam cezasının caydırıcı etkisi bulunmadığı ve esas anlamıyla ilerici, devrimci insanların yasal olarak “katledilmesine” olanak sağlayacağı ortadayken, BBP’li faşistler bir “kurnaz manevra” yapıp bu cezanın uygulamaya koyulmasının “halka sorulması gerektiğini” ifade ediyorlar, yani bir referandum öneriyorlar ve bunu da “demokrasi” adı altında savunuyorlar. Açıkça belirtmek gerekir ki bu tür “formel sorular” baştan sona siyasal gericiliğin önünü açacak kanallardır. Örneğin, Türkiye’de ya da Fransa’da yaşayanlara göçmen işçilerin ülkeden gitmesi üzerine bir referandum yapılsa ve “yabancı işçilerin ülkelerine gönderilmesine ve onların işlerine Türklerin / Fransızların vb. yerleştirilmesine ‘evet mi?, hayır mı?’ sorusu sorulsa sonuç ne olur dersiniz? Özellikle geniş kitlelerin işsizliğe ve yoksulluğa mahkum edildiği ekonomik kriz dönemlerinde, bu tür “demokratik” oylamadan büyük oranda “evet” çıkabilir. Bu, gerici, şoven veya faşist bir uygulamanın “demokrasi kisvesi” altında gerçekleştirilmesi olacaktır. Bu yüzden halk oylaması demek eşittir ileri demokrasi demek değildir. Bu tür oylamalar çok daha gerici ideolojik-politik bir atmosferin oluşmasında, “faşizme” gidişte bir araç olma işlevi görebilir.
Peki ya çözüm?
Burjuva devletin hukuku, yine burjuvazinin kendi sınıfsal varlık koşullarının içerisinde yattığı kapitalist sistemin üstyapısal ifadesidir. Erkek egemen kapitalist toplumda yaşanan “kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüzleri, tacizleri” gibi olguların burjuva devletin hukuksal uygulamalarıyla ortadan kalkabileceğini iddia etmek, derin bir cehaletin ürünü bir hayal değilse, pervasızca söylenmiş bir yalandır. Kendisi sermayenin zor aygıtı olan burjuva devlet, şiddeti ortadan kaldıramaz. Zira fiziksel imha (idam), faşistler tarafından bireysel cinayetler ve cinsel saldırılar üzerinden “gerekli bir ceza türü” olarak lanse edilmesine rağmen toplumsal muhalefeti bastırma yolunda burjuva devlet eliyle kullanılabilecek “en son” ve “en vahşi” yoldur. Bu yüzden, faşistlerin idam cezasının yeniden uygulanması yönündeki kampanyası şiddetle mahkum edilmelidir. Unutmayalım ki bu tür gerici çabalara karşı mücadele, siyasi basiretsizliği ve korkaklığı defalarca kanıtlanmış olan liberal ve “hümanist” burjuvalara bırakılmayacak kadar önemlidir.
Unutmayalım ki, kapitalist sistem bireysel şiddeti kendi işleyiş yasaları gereği yeniden ve yeniden üretmekte ve ona karşıymış gibi gösterdiği devlet şiddetini meşrulaştırmaktadır. Cinayetleri, tecavüzleri, tacizleri engellemenin yolu ise burjuva devletin yasal cinayetlerinden değil; özel mülkiyetle ve sömürüyle birlikte eril şiddetin, cinsel ayrımcılığın, homofobinin de bütünüyle ortadan kalkacağı sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın kurulmasından geçer!