2010 yılının sonunda toplanan ve 18. Milli Eğitim Şurası’nda [1] alınan kararlarla temelleri atılan zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığı yasa tasarısı şubat ayının son günlerinde AKP tarafından meclise sunuldu. Eğitimi üç parçaya ayıran yasa teklifinin ilk taslağında kesintili temel eğitim 4+4+4 olarak formüle edilirken, ilk dört yılın ardından öğrencilere açık öğretim imkanı sağlıyordu. Gelen tepkilerin ardından açık öğretim yapılması ikinci dört yılın sonuna alındı ve kanun teklifi bu haliyle komisyondan geçerek mecliste kabul edildi.
Muhalefet partilerinin hemen ardından tasarıya karşı en sert tepkilerden birini TÜSİAD verdi. Özellikle açık öğretimin ilk 4 yıl sonunda yapılacağı öngörüsünü sert bir şekilde eleştiren TÜSİAD, bu eleştirisinin ardından tüm bu değişiklikler yapılırken eğitimin kalitesinin ve içeriğinin önemine dikkat çekti. Boyner TÜSİAD adına yaptığı açıklamada tasarı üzerinde 3 noktaya dikkat çekti: “1) Kesintisiz 12 yıl eğitim çok önemli. Burada bir takvim belirleyelim, 2) 4+4+4 dediğiniz zaman, ilk 4’ten sonra açıköğretime geçersek, Türkiye’de zaten okullaşma oranlarında sıkıntı var. 8 yıllık eğitime geçmemize rağmen hala okuma oranında 6 yıldayız. Kızların okullaşma oranında kaygımız oldu. Burada bir sakınca doğabilir diye kaygımızı dile getirdik, 3) Mesleki eğitim ile ilgili, 10 yaşında yönlendirmenin erken olacağı konusunda kaygımız var. Bunu da hala sürdürüyoruz.”[2]
Başbakan Erdoğan’ın TÜSİAD’a cevabı ise 28 Şubat’taki partisinin grup toplantısında geldi. Erdoğan “Dindar nesiller yetişmesini önlemek isteyenler, kesintisiz eğitimle büyük darbe vurdular. İmam hatiplerin orta kısımlarının kapatılmasıyla yoksul ailelerin zeki çocukları hedef alınmıştır. Bu sistemle 8 yıllık kesintisiz eğitimin verdiği ağır hasarı telafi edeceğiz. Buna karşı başta CHPve TÜSİAD olmak üzere malum çevrelerin verdiği tepki tamamen bayat, çağdışı ve gerçeklerden uzaktır. CHP’nin statükoyu savunmasına alıştık ama 8 yıllık kesintisiz eğitimin akıl hocalarından TÜSİAD’ın bugün bir kez daha eğitimde statükoculuğu savunması ibretlik bir durumdur. Kusura bakma TÜSİAD senin arzun olmayacak, milletin arzusu olacak.”[3] diyerek ağzındaki asıl baklayı çıkarttı. AKP Hükümeti’nin hedefi, bir yanda sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda eğitimi şekillendirirken, diğer yandan da “dindar” nesiller yetiştirme çabası ardında gerici-dinci bir eğitim sisteminin köşe taşlarını çizmektir.
Mesleki eğitim ve dünyadaki örnekleri
Mesleki eğitim her ülkenin egemenleri tarafından oldukça önemli olup, farklı zamanlarda kapitalistlerin çıkarları doğrultusunda farklı biçimler almıştır. Mesleki eğitimin en önemli iki temel özelliği, sermayenin üzerinde yükseldiği temel üretim, mesleki eğitim almış kalifiye işçilerin sırtından şekillenirken, diğer taraftan da genç işçi nüfusu ve stajyerlik ve çıraklık kurumlarıyla da emeğin çok daha fazla sömürüsünü sağlamasıdır. Özellikle bugün için bile Türkiye’de binlerce liseli ve üniversiteli genç, gerek okullarında gerekse fabrikalarda sermayenin ücretsiz köleleri olarak çalıştırılmakta ve kapitalistler için muazzam bir artı-değer sağlamaktalar. Durum böyle olunca da ayrı ayrı her ülkenin kapitalistleri için, rakiplerine karşı kullanabilecekleri ve avantaj sağlayabilecekleri bir araçtır da aynı zamanda. Her ne kadar tasarının ilk halinde bulunan çıraklık yaşının 14’ten 11’e inmesiyle ilgili madde, gelen tepkiler üzerine son halinde bulunmasa da mesleki eğitimin bu yaşlarda başlamasıyla 11 yaşındaki çocuklar fiili olarak staj adı altında acımasız bir sömürüye maruz kalacaklar.
Mesleki eğitim ve yönlendirme uygulamasına ilişkin örneklere bir gözatalım. Avrupa’da, İtalya ve Bulgaristan’da mesleki eğitime başlama ve yönlendirme yaşı 14, Finlandiya, İngiltere, Polonya ve Danimarka’da 15, Fransa, Yunanistan ve Estonya’da ise 16 olarak belirlenmiş. Bu ülkelerin dışında kalan Almanya, Belçika, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’nde ise mesleki yönlendirme seçmeli dersler kanalıyla sağlanıyor[4]. AKP’nin mesleki eğitime yönlendirme yaşı olarak belirlediği yaş ise sadece 11! Yani dünyada ve Türkiye’de yapılan tüm bilimsel araştırmalara göre AKP’nin yeni yasa tasarısı iddia ettikleri gibi “ideolojik değil pedagojik” olmaktan oldukça uzak. İşte bu noktada Türkiyeli kapitalistlerden –daha doğrusu onun küresel sermaye ile bütünleşmiş olan kanadından- ayrılıyorlar ve mesleki eğitim maskesi altında uzun zamandır adım adım yolunu döşedikleri İmam-Hatip liselerinin ortaokul bölümlerinin önünü açıyorlar.
Asıl dert dindar nesil
Yasaya göre 11 yaşında başlayacak mesleki yönlendirme ve meslek seçimini bu yaştaki çocuklar nasıl yapacak? Bugün için üniversitesi sınavına girerken bile halen hangi mesleği seçeceğine -bu yönde hiçbir bilimsel yönlendirici çalışma olmadığı için- karar ver(e)memiş binlerce genç varken, bu yaştaki çocukların kararları bütün bir hayatlarını nasıl etkileyecek? Yasaya göre, daha bilinçleri tam olarak oturmamış, gelecekleri hakkında karar verme becerisine sahip olmayan her çocuğun mesleki yönlendirmesi çocuğun ilgi alanları temelinde rehber öğretmenler kanalıyla ailelerin kararıyla sağlanacak. Yani çocukların “ailenin mülkiyeti” olduğu tescillenecek… Sadece yasanın bu maddesi bile en temel burjuva yasaları olan, İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır ve gerici bir uygulamadır.
Bu vesileyle özellikle binlerce kız öğrenci, ailelerinin kararıyla İmam-Hatip okullarına yönlendirilecek ve birçoğu da bu şekilde toplum hayatından yalıtılarak evlerine hapsedileceklerdir. Kız öğrencilere yapılması muhtemel bu uygulama sadece bununla da sınırlı kalmayacak, dini eğitime yönlendirilen bu kız çocukları başlarını örtmeye zorlanacak ve toplumsal hayattaki erkek yaşıtlarına göre daha geri plana itilecek ve kadın-erkek eşitsizliği bu yolla daha da artacaktır.
AKP hükümetinin dindar gençlik yetiştirme çabaları sadece bununla da sınırlı değil kuşkusuz. Eğitimin bu şekilde kademelendirilmesi bir yanıyla daha önce kapatılan Kuran kurslarının tekrardan gündeme gelmesine ve fiilen yürüttükleri faaliyetlerinin yasallaştırılmasının da önüne açacaktır. Diğer yanda ise, kamuoyunda tartışılan seçmeli ders paketleri ile de normal liselerde ve ortaokullarda da dini eğitim ön plana çıkartılacak. Basına yansıyan seçmeli ders paketleri tartışmaları arasında Yabancı Dil Paketi’ne Kürtçe seçmeli dersi ekleneceği haberi başta verilerek tasarıya “demokratlık” maskesi takmak isteyen hükümet diğer yanda ise seçmeli din dersleri paketi de hazırlamaktadır. Yasanın meclisten geçmiş olan son halinde Kuran-ı Kerim ve peygamberin hayatı gibi “dersler” seçmeli ders olarak kabul edilmiş bulunuyor.
Bahsi geçen derslerin seçmeli ders olarak kabul edilmesi, okullarda bu dersleri seçmeyen öğrenciler üzerindeki gericiliği yoğunlaştıracak bir uygulama olarak önümüzde durmaktadır. Alevilerin, gayrimüslimlerin ve ateistlerin mevcut düzenlemede bile dışarıda tutuldukları bir dönemde bu uygulamayla öğrenciler daha fazla baskıya, psikolojik şiddete maruz kalacaklar. Dahası Kuran-ı Kerim dersinin okullarda okutulmaya başlamasıyla birlikte bu dersi talep eden kadın öğrencilerin başlarını kapamak zorunda kalacak olmasını ekleyelim. Kuran-ı Kerim derslerinin artmasıyla birlikte bu eğitimi alan erkek ve kadın öğrencilerin sınıfları ayrılacakken bu dersi veren kadın öğretmenler de başını kapama zaruretiyle karşı karşıya kalacaklar.
Tüm bu saydığımız uygulamalara bir bütün olarak bakıldığında, bunlar, AKP hükümetinin, toplumu, kendi gerici-milliyetçi çizgisi ekseninde yeniden şekillendirme çabalarıdır. Tüm dünyaya ve “ileri” burjuva demokrasilerine paralel olarak “bireysel özgürlük” söylemi etrafında siyasi iktidarlar eliyle yükseltilen, toplumu muhafazakarlaştırma çabalarının Türkiye’deki yansıması olan bu gerici-dinci yasaya karşı mücadeleyi sürdürmek oldukça önemli. Öyle ki, sermayenin bu uluslararası yönelişinin başlıca hedefi, çocuklardan başlayarak toplumun muhafazakarlaştırılması; dolayısıyla itaatkar ve uysal bir işçi sınıfının yaratılmasıdır.
Düzenlemenin pedagojik zararları
Tasarının ilk halinde zorunlu eğitim 1+4+4+4 olarak ifade edilmekte ve okul öncesi eğitim de zorunlu eğitim kapsamına alınmaktaydı. Fakat tasarının son halinde çocukların eğitiminde oldukça önemli olan okul öncesi eğitimin kapsam dışına alındığını gördük. Çocukların zihinsel gelişiminin en etkili olduğu dönem olan 0-6 yaş gurubunda okul öncesi eğitimin önemi, yapılan tüm bilimsel çalışmalarda kanıtlanmıştır. Ayrıca bunun yanında, bu konunun önemini yıllardır okul öncesi eğitimle ilgili çalışmalarında anlatan ve bu konuda uygulamalar yapan yine AKP hükümetiydi. Çok uzağa gitmeyelim sadece bir yıl önce, dönemin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu “2013’te okul öncesi eğitimi 81 ile yayacağız. Okul öncesi eğitim, öğrencinin başarısında en önemli etken. Yabancı dil eğitimini de okul öncesinde başlatacağız. Böylece öğrencilerimiz dünya ile yarışır hale gelecek.”[4] demişti ve bu konuyla ilgili 25 ilde pilot uygulama başlamıştı. Bugün ise yaşanan süreç bunun tam tersi.
Diğer yandan eğitim sistemindeki bu kademeli geçiş, sınav sisteminde de buna paralel değişiklikleri beraberinde getirecektir. Yıllardır hemen hemen her geçen yıl sınav sisteminde yaptığı değişikliklerle tüm öğrencileri dershanelere bağımlı hale getiren AKP hükümeti, bu yeni yasayla birlikte öğrencileri daha erken yaştan dershanelere gitmeye mecbur bırakacak ve eğitimin ticarileştirilmesini de hızlandıracaktır. [5] Lise dönemindeki öğrencilerin üniversite sınavlarına hazırlanırken içinde bulundukları psikolojik durum göz önüne alındığında, çocukların daha erken yaşta bu baskıya maruz kalmaları onlar üzerinde çok daha kalıcı sorunlar yaratacaktır.
Sonuç yerine
AKP hükümetinin hazırladığı eğitim yasası ve onun gerekçeleri son derece tehlikeli sonuçları taşımaktadır. Kısaca özetleyecek olursak, çocukları ufak yaşta sermaye için daha ucuz işçi konumuna getirecektir. Diğer yandan ise, AKP’nin sunduğu biçimiyle bilimsel-pedagojik öncelikler düşünülerek oluşturulduğu iddia edilen bu tasarının hiçbir bilimselliği yoktur. Bu yasa tasarısı küçük yaştaki çocukları, onlar için en değerli dönem olan bir dönemde okul öncesi eğitimden mahrum bırakırken, diğer yandan ise dini eğitimin ağırlığını arttırıcı tedbirler içermekte ve toplumsal hayatı baştan aşağıya değiştirecek gerici dinamikler taşımaktadır.
Yasanın en büyük zararlarından biri de –bu yazıda değinilmemekle birlikte- öğretmenler içindir. Bilimsellikten oldukça uzak olan bu yasa tasarısı mesleki ve dini eğitimi arttırırken, sosyal bilimler alanında birçok öğretmenin azalan ders saatlerinden dolayı mağdur edilmesine sebep olacaktır. Ders saatlerini tamamlayamayan öğretmenler birden fazla okulda görev almak zorunda kalacak ve mevcut şartlarından dolayı kendi işlerini yapmaktan alıkonulacaklardır.
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, varolan düzenlemeden bile daha gerici olan yasa değişikliğine karşı, öğretmenler, öğrenciler ve veliler başta olmak üzere emekçilerin ve gençliğin muhalefet ağı örülmeli, mücadele sürdürülmelidir. Bilimsel ve gerçek anlamda toplumsal eğitim alınmasını sağlamak için diğer tüm alanlarda olduğu gibi kapitalizmi ortadan kaldırmak ve toplumsal eşitlik temelinde tüm alanların yeniden inşası için mücadeleyi yükseltmek gerekiyor.