AKP iktidarının, Kürt illerinde olağanüstü hal koşullarının ve polis terörünün eşlik ettiği, Rusya’ya ait savaş uçağının düşürülmesinde olduğu gibi sonuçları öngörülemeyecek hamleler eşliğinde sürdürülen savaş politikalarına, emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik kapsamlı saldırı hazırlıkları eşlik ediyor.
Bu durum, 30 Kasım günü gerçekleştirilen Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısında bir kez daha somut olarak açığa çıktı. AKP’nin yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, kamu sektöründe örgütlü sendikaların temsilcileriyle yaptığı toplantıda, hükümetin, uzun yıllardır gündemde olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesi konusundaki kararlılığını vurguladı. Bu, tesadüf değildi.
Bakan Soylu, bu toplantıda “Bizim özellikle her alanda etkinliği ve verimliliği baz alacağımız, gerek kendi içimizdeki gerekse de uluslararası rekabetin en iyi noktaya ulaşabileceğini hedeflememiz, ülkemiz için de hükümetimiz için de kaçınılmazdır. Bu noktada devletimizin verimliliği de önemlidir. AK Parti iktidarlarının birçok özelliği arasında ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları hayata geçirmesi de yer almaktadır.” dedi. Bu, kamu sektöründe, performans, rekabet ve verimlilik gibi “sihirli” ölçütlerin etkili biçimde uygulanması ve kamu sektörünün bir bütün olarak piyasa koşullarına teslim edilmesi anlamını taşıyor.
Halihazırda taşeronlaşma, 4/B, 4/C gibi sözleşmeli-geçici çalıştırmanın yaygın olarak uygulandığı kamu sektöründe, kazanılmış haklardan geriye kalan kırıntılar, sermayenin önünde, süpürülmesi gereken engeller olarak duruyor. 657 sayılı kanun reformunun uzun süredir gündemde olmasının en temel nedeni, kadrolu kamu emekçileri için geçerli olduğunu ifade edebileceğimiz kısmi “iş güvencesi”nin de ortadan kaldırılması, kamu kurumlarının özel şirketler gibi yönetilebilmesinin önündeki kimi engellerin aşılmasıdır.
Acımasız piyasa koşullarının geçerli olduğu özel sektörde çalışan işçi ve emekçilerin iş güvencesinden söz edilemeyeceği zaten ortada. AKP iktidarı, “sorun”u sermaye sahipleri lehine çözerek, emekçileri tabanda, sefalet koşullarında eşitlemeyi hedefliyor ve o, bu hedefi gerçekleştirirken, ikiyüzlü bir biçimde, özel sektörde çalışan işçileri, kamu sektöründe çalışan sınıf kardeşlerinin sahip olduğu kazanılmış hakların ortadan kaldırılmasının gerekliliğine işaret eden yalanlara ikna etmeye çalışıyor.
İkiyüzlü bir şekilde “İş güvencemize dokundurtmayız!” diyen sendikaların bu konudaki tavrı ise daha az tehlikeli değil. Onlar, her zaman olduğu gibi, iş işten geçene kadar işçi ve emekçileri oyalamanın araçlarını arıyorlar. Açık ki, kamu sektöründe çalışan emekçilerin “iş güvencesi”nin altı taşeronlaşma, geçici-sözleşmeli çalışma ile oyulurken seyreden ve saldırıya ortak olan sendikalar, bu noktadan sonra durumu tersine döndürme iradesine ve yeteneğine sahip değiller.
İşçi sınıfı, önümüzdeki dönemde, egemen sınıfın savaş ve diktatörlük yöneliminin parçası olarak, kapsamlı bir toplumsal karşı-devrim saldırısıyla karşı karşıya kalacak. Bu, tıpkı AKP iktidarının seçim vaatlerinden biri olan asgari ücret artışının İşsizlik Sigortası Fonu’nun yağmalanması, kıdem tazminatı “yükü”nün patronlardan alınıp işçi sınıfının sırtına yüklenmesi, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması, zam süresinin altı aydan bir yıla çıkarılması vb. yöntemlerle emekçilere fatura edilmeye çalışılmasında olduğu gibi süslü sözlerle maskeleniyor.
Bu nedenle, sorun, zaten delik deşik edilmiş olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun savunulması olarak değil, sermayenin saldırılarına karşı, kazanılmış hakların, en önemlisi, bir bütün olarak işçi sınıfı adına “iş güvencesi”nin savunulması olarak ele alınmalıdır. Kazanılmış hakların savunusu ise emekçilerin –kamu, özel sektör ayrımı olmaksızın- sosyalist bir program temelinde mücadeleyi kendi ellerine almaları, karar ve eylem mekanizmalarını örgütlemeleri ile mümkündür.
Demokratik haklara yönelik saldırılar ve uluslararası ölçekte tırmanan militarizm yönelimi ile işçi sınıfına yönelik saldırıların eş zamanlı gerçekleşmesi tesadüf değildir. Suriye’de bütün acımasızlığı ile sürdürülen emperyalist vekil savaşına şu ya da bu biçimde müdahil olan kapitalist devletlerin tümü, terörle mücadele, ulusal çıkarlar vb. bahanelerle, namlularını öncelikle kendi işçi sınıfına ve savaş karşıtı kitlelere çeviriyor.
Egemenler, gerek demokratik hakların savunusunun gerekse insanlığın karşı karşıya olduğu bir dünya savaşı tehlikesinin bertaraf edilmesinin, yalnızca, işçi sınıfının sosyalist bir perspektifle donanmış uluslararası mücadelesinin sonucu olabileceğinin farkındadır. Tam da bu nedenle, burjuvazinin hedefinde öncelikle işçi sınıfı ve gençlik yer almaktadır.