Aşağıda yer alan rapor, SEP’in ulusal sekreteri David North tarafından, 5-6 Ocak tarihlerinde, Ann Arbor, Michigan’da düzenlenen ulusal genel üye toplantısında sunuldu.
1. 2008 yılına, dünya kapitalist sisteminin ekonomik ve siyasi krizinin, belirgin bir biçimde şiddetleniyor olması damgasını vuracak. Mali piyasalarda yaşanmakta olan sarsıntı yalnızca konjonktürel bir gerilemenin değil, uluslararası politikayı daha şimdiden istikrarsızlaştırmakta olan, derin bir sistemik kargaşanın ifadesidir. Her zaman olduğu gibi, emperyalist jeopolitiğin zincirindeki en zayıf halkalar, ilk kopanlar oldular. Pakistan’da Benazir Butto’nun öldürülmesi, Kongo ve Kenya’da iç savaşların patlak vermesi ve Balkanlar’da Kosova konusunda yeniden alevlenen gerilimler, dünya politikasının giderek daha patlayıcı bir hal aldığını gösteriyor.
2. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden, sözüm ona küresel kapitalizmin kesin ve tersinemez zaferine işaret eden bu olayın üzerinden on altı yıl geçtikten sonra, dünya ekonomisi darmadağın bir halde. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki, yüksek riskli uzun vadeli ipotek karşılığı konut kredilerine [kimilerince Türkçede “tut-sat” olarak adlandırılan-ç.n.] yapılan kontrolsüz spekülatif yatırımlarla körüklenen konut piyasası balonunun patlaması, uluslararası bankaların ve diğer mali kuruluşların yüzlerce milyar dolar küresel zarar etmeleriyle sonuçlandı. Mali araçların terimler çorbası -yani SİV’ler (yapılandırılmış yatırım araçları), CDO’lar (teminatlandırılmış borç yükümlülükleri) vb.- yüksek riskli uzun vadeli ipotek karşılığı konut kredilerini “menkul kıymetleştirmek”, bunların şaibeli karakterini gizlemek ve riski çok sayıdaki kurum arasında dağıtmak üzere icat edildi. Sonuç, bir analistin kendi sözleriyle, kapitalizmin Anglo-Amerikan sisteminin sürdürülebilirliğinin ve meşruluğunun sorgulanmasına yol açan, uluslararası bir mali kriz oldu. Financial Times şöyle yazıyor: “21. yüzyılın mali yenilikçiliğine olan inanç buharlaşıp yok oldu. Geçen yıl yaşananlar, merhametsiz bir açıklıkla gösterdi ki, riskin dağıtılması her zaman mali şokları önlemiyor, ama bunun yerine daha çabuk bulaşmasına yol açabiliyor…” (2 Ocak 2008)
3. Mevcut ekonomik durumun son derece ciddi olduğu, konusunda bilgili burjuva analistleri arasında artık bir tartışma konusu değil. İçlerinden en akıllı ve dürüst olanları, krizin ortaya çıkmakta olan sonuçları hakkında kesin öngörüler yapabilmek için, mali kayıpların boyutları ve bunların Amerikan ve dünya ekonomisi üzerindeki etkileriyle ilgili olarak hâlâ yeterince veri bulunmadığını kabul ediyorlar. 2007 yılının yazında ortaya çıkan “kredi sıkışması” kapitalist dünya ekonomisinin işleyişine yönelik büyük bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. Milyarlarca dolar tutarındaki varlığın, tahsili mümkün olmayan alacaklar haline dönüşerek, zarar yazılması, mali kuruluşların birbirlerinin borç ödeme yeterliliğine olan karşılıklı güvenlerini ciddi biçimde azalttı. Üstelik emlak balonuna yol açan aynı türden borç verme uygulamalarının, ABD ekonomisinin diğer şirketlerinde de kullanılmış olduğu yaygın olarak varsayılıyor. ABD’de yaşanacak bir resesyonun kurumsal borç verme uygulamalarındaki pervasızlığı gözler önüne serebileceğinden giderek daha fazla korkuluyor. Ama bu gergin ortamda, konut fiyatlarındaki çöküşün Amerikan ekonomisinin geneli üzerindeki etkisinin sınırlı kalacağına ilişkin olarak başlangıçta duyulan umutlar, hızla yok olup gitmekte. Financial Times, “Dünyanın en büyük ekonomisi Amerika, kredi sıkışması, emlak piyasasında çöküş ve yüksek petrol fiyatları karşısında büyümeyi sürdürebilmek için mücadele ederken, 2008 yılına, 2000-01 internet balonunun patlamasından bu yana herhangi bir aşamada olduğundan çok daha büyük bir resesyon tehlikesi içinde girmekte,” diye yazıyor. (2 Ocak 2008)
4. Bir diğer önemli ekonomik araştırma şu sonuca varıyor: “Kredi sıkışması devam ederken, her şey bir arada ele alındığı zaman, bugün yaşanan krizin, daha şimdiden, modern zamanlarda daha önce yaşanmış olan diğer bütün krizlerden daha ciddi olduğu yolunda bir fikir birliğinin oluştuğu görülüyor. Büyük bankalar ve onların mali kuruluşları hâlâ neredeyse her gün, ihtiyatsız borç vermenin bir sonucu olarak, devasa boyutlara ulaşan zararlar açıklıyorlar. Konut fiyatları düşüyor. Özellikle giderek daha fazla sayıda yüksek riskli borçlu [ve yanlış bir biçimde ‘sadece faiz ödemeli’ olarak adlandırılan krediden ve cezp edici ‘artan’ faiz oranlı kredi kullanmış olan diğerlerinin] başlangıçta ödedikleri faiz oranları gelecek yıl içinde artış göstereceği için, giderek daha fazla baskı altında kalacağından, durumun daha da kötüye gideceği konusunda genel bir kanı var.” [Strategic Analysis, Kasım 2007, Levy Institute of Bard College, s. 9]
5. ABD’de ekonomik krizin doğrudan ve birincil küresel sonuçları var. Uluslararası Para Fonu, Amerika Birleşik Devletleri’nden kaynaklanan “salgının” bir sonucu olarak, “şimdi batı Avrupa ve Japonya’da iç talebe yönelik risklerin arttığı” uyarısını yapıyor. (World Economic Outlook, Ekim 2007, s. 11) İMF aynı zamanda şu öngörüde bulunuyor: “Küresel mali piyasalarda devam etmekte olan sarsıntı, yükselen piyasalara olan mali akışı kesintiye uğratabilir ve iç pazarlarında sorunları tetikleyebilir… [Asya ve Latin Amerika’da] büyüme, gelişmiş ekonomilerde daha yavaş seyredecek olan toplam talep artışının yayılma etkisi karşısında kırılgan bir konumda olacaktır…” [aynı yerde, s. 19]
6. Konut kredilerinde yaşanan kriz, Amerika Birleşik Devletleri içinde, her şeyden önce milyonlarca işçi ailesi ve orta sınıftan aile için toplumsal bir felâket anlamına geliyor. Önümüzdeki iki yıl boyunca haciz nedeniyle en az bir milyon ailenin evini kaybetmesi bekleniyor. Doğrudan doğruya haciz tehdidi altında olmayan milyonlarca aile ise krizden ciddi bir biçimde etkilenmiş durumda. Ülkenin birçok bölgesinde konut fiyatlarının yüzde 25 oranında ya da daha fazla düşmesi bekleniyor. Bu büyüklükteki düşüşler, işçi sınıfı ailelerinin kişisel mali durumları üzerinde yıkıcı bir etki yaratacaktır. İpotek karşılığı tüketici kredilerinin işçi sınıfı ve orta sınıf ailelerin ücretlerini ve maaşlarını desteklemekte çok önemli bir rol oynadıkları bilinmektedir. Bu borçlar, çocukların eğitimini finanse etmek, sağlık harcamalarını ve diğer ihtiyaçları karşılamak için kullanılıyordu. Bundan böyle milyonlarca insan için bu tür bir ek gelir kaynağı söz konusu olmayacak.
7. Bunun sonucu olarak, konut fiyatlarında yaşanan çöküş, Amerikalı geniş emekçi kitlelerini, otuz beş yıldır sürmekte olan ücret durgunluğunun neden olduğu mali sıkıntılarla baş etmek için kullandıkları başlıca araçların birinden mahrum bırakıyor. Şu anda 30’lu yaşlarında olan bir erkek işçinin elde ettiği gelir, 1978 yılında aynı yaşta olan bir işçinin elde ettiği gelirden yüzde 12 daha az. Eski çalışma bakanı Robert Reich’ın belirtmiş olduğu gibi, ücret deflasyonuna çare bulmak için kullanılan “başa çıkma mekanizmaları”, kadınların iş gücüne kitlesel katılımı (bu oran 1970’te yüzde 38’ken bugün yüzde 70’e çıkmış durumda) ve yıllık çalışma yüküne iki hafta eklenmesi oldu. Amerikalılar her yıl ortalama Avrupalıdan 350 saat daha fazla çalışıyorlar. 21. yüzyıla girerken, işçiler çalışarak para kazanma konusunda fiziksel sınırlarına ulaştıkları zaman, evlerini teminat olarak göstererek borç almaya giderek daha fazla bağımlı hale geldiler. Gelirlerle ihtiyaçlar arasındaki büyüyen derin yarık üzerinde köprü kurmalarını sağlayan bu araç ortadan kalkarken, milyonlarca insan mali bir uçurma yuvarlanma korkusuyla karşı karşıya kalıyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bireysel iflaslar, daha 2007 yılının ilk yarısında yüzde 48 oranında artış göstermiş durumda. İşçilerin mali olarak ne kadar büyük bir sıkışıklık içinde olduklarını, bu yıl 27 milyon işçinin yalnızca ısınma giderlerini karşılamak için borç para almak zorunda kalmalarından görebiliyoruz. Ancak kredi kartı kullanımı da, ipotek karşılığı tüketici kredileri kadar sorunlu hale geliyor. Mevcut ekonomik gerçeklerle başa çıkmak için kullanılan bütün geleneksel ve bireysel araçlar ortadan kaybolurken, işçi sınıfı yüzünü kendisini savunabileceği biricik araca, kapitalist sisteme karşı kolektif ve bilinçli toplumsal ve siyasi mücadeleye dönmeye zorlanıyor.
8. İşçi sınıfının mücadelesinin devrimci karakteri ve sonuçları, her şeyden önce küresel kapitalist sistemin krizinin nesnel doğası tarafından belirlenir. Daha önce belirtildiği gibi, yayılmakta olan kriz sistemik bir karaktere sahip. Dünya ekonomisi, on yıllık bir süre içinde, üçüncü kez, muazzam boyutlardaki mali spekülasyon tarafından yaratılmış olan bir balonun patlamasıyla sarsılıyor. 1997 yılının yazında patlak veren Doğu Asya krizi, Tayland, Malezya, Endonezya, Güney Kore, Filipinler ve Singapur’u içine aldı ve bir uluslararası mali krizi tetiklemenin eşiğine geldi. Bu çöküş tehlikesi, bir dizi ülkenin dehşet verici bir biçimde iflas etmesini önleyebilmek için ülke çapında milyar dolarlar tutarında destek sağlayan Uluslararası Para Fonu’nun aldığı muazzam önlemler tarafında durdurulabildi. ABD sermaye piyasalarının Asya krizi karşısındaki kırılganlığı, yansımasını Wall Street’te yaşanan altüst oluşlarda buldu. 27 Ekim 1997’de, Dow Jones ortalaması, Asya para piyasalarında yaşanan çalkantıya tepki olarak, sadece bir gün içinde, 554 puan (yüzde 7,2) düştü. Bunun ardından Wall Street’e istikrar kazandırmaya yönelik olarak, özellikle faiz oranlarını aşağıya çekerek yapılan müdahaleler, 1990’ların ortalarında büyümeye başlamış olan yatırım balonunu daha da şişirdi. 2000 yılına gelindiğinde, “akıldışı bolluğun” damgasını vurduğu “dot.com” çılgınlığının sürdürülemez karakteri çok açık hale geldi. Bu balon patladı ve bunu izleyen çöküş, on yıllık dönem içinde ilk resesyonun yaşanmasına neden oldu. ABD Merkez Bankası’nın buna tepkisi, bir kez daha, faiz oranlarını on yıllardan bu yana görülen en düşük düzeylere çekmek ve ekonomiyi likiditeye boğmak oldu. Dot.com balonundaki patlamayı kontrol altına almak için alınan önlemler ABD konut piyasasındaki çıldırmış spekülasyon için gerekli ortamı hazırladı. Konut piyasasının son derece spekülatif bir karakter kazandığı yaygın olarak kabul görüyordu, ama mali politika yapıcıları, şaibeli bir doğaya sahip olmakla birlikte, konut piyasasının kesintisiz bir biçimde büyümesinin, resesyonun depreşmesini önlemek için gerekli olduğuna inanıyorlardı.
9. Spekülatif balonların oluşması yönündeki inatçı eğilim, dünya kapitalist sisteminin gelişimindeki, özellikle Amerikan kapitalizminin küresel konumundaki tarihsel gerilemeyle bağlantılı olan, köklü çelişkilerden kaynaklanmaktadır. ABD’de yerleşik sanayinin kârlılığında yaşanan uzun vadeli düşüş, Amerikalı mali kuruluşları yüksek yatırım getirisi sağlayan alternatif kaynaklara yönelmeye sevk etti. Son 30 yıldır, Amerikan yönetici seçkininin varoluş tarzı, servetin birikim sürecinin, sanayi üretimi süreçlerinden giderek daha fazla ayrılması tarafından karakterize edilmektedir. Sanayi üretimi yönetici seçkinin ilgisini, yalnızca ucuz emek gücünün, onun ultra-yüksek düzeylerde kişisel zenginleşme talebini tatmin etmeye yetecek kadar büyük bir kâr oranı elde etme olasılığı yarattığı yerlerde çekmektedir.
10. Amerikan yönetici seçkininin asalaksı karakteri, militarizmin aşırı derecede yoğunlaşmasıyla kopmaz bir biçimde bağlantılıdır. Son tahlilde, Irak ve Afganistan’daki savaşlar -11 Eylül olaylarını bir bahane olarak kullanırken- Amerikan egemen sınıfının, Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonik küresel konumunu koruma yöneliminden kaynaklanmaktadır. Bush yönetimi tarafından 2002 yılında öne sürülen önleyici savaş doktrini yerinde duruyor. Var olan ve ortaya çıkmakta olan rakiplerin yarattıkları jeo-politik ve ekonomik meydan okumalar askeri güç kullanımı yoluyla etkisiz hale getirilecektir. Irak’ta yaşanan yenilgiler, ABD emperyalizminin saldırgan dürtülerini azaltmak bir yana, ABD gücünün kullanımı için yeni zorunluluklar yarattı. İran’a yönelik tehditler, Amerika’nın Irak’taki konumunun kırılganlığına karşın tırmanışa geçti.
11. Irak’taki savaşa gelince, bu ülkede şiddetin bir ölçüde azalmış olması, savaşın sona ermesi şöyle dursun, Bush’un “hamlesinin” [“surge”; ABD’de Bağdat ve çevresindeki Amerikan askerlerinin sayısını artıran, Amerikan askerlerini büyük üslerden mahallelerdeki küçük ileri karakollara taşıyan ve Sünni aşiretlerle taktik ittifaklara girilmesini içeren taktiğe verilen ad-ç.n.] başarılı sonuç verdiği anlamına bile gelmiyor. Şiddet olaylarında bir dereceye kadar görülen geçici gerileme -ABD işgalinin ürünü olan- komşulara yönelik “etnik temizliğin” hangi ölçüde tamamlanmış olduğunu yansıtıyor. Aynı zamanda Irak’ta zaten yaşanmış olan muazzam can kaybının da etkisi var. Ancak ABD istilasının sonucu ülke içinde ve bölgede toplumsal ve siyasi çelişkilerin muazzam bir biçimde şiddetlenmesi oldu. Türkiye ile Iraklı Kürtler arasında tırmanmakta olan anlaşmazlık her an topyekûn bir savaşın çıkması tehdidini yaratıyor. Her halükârda -Amerikan ve uluslararası işçi sınıfının oluşturacağı güçlü bir savaş karşıtı hareketin dışında- ABD askerlerinin yakın gelecekte çekilmeleri olasılığı bulunmuyor. Yazar Nir Rosen’ın kısa bir süre önce Current History dergisinde yayınlanan bir makalesinde gözlemlediği gibi, “ABD’nin hamlesi yalnızca Irak sorununu bir sonraki yönetimin kucağına bırakmanın bir yoludur, ancak gerçek şu ki, Amerikan askerleri Irak’ı asla terk etmeyecekler. Bir deniz subayının bana verdiği bilgiye göre, El Anbar bölgesinde, El Essad ve El Tabaka’da olduğu gibi, kalıcı -‘sürekli olarak varolacak’- büyük üsler inşa edilmiş durumda. Çölün derinliklerinde yer alan, ele geçirilmeleri hemen hemen olanaksız olan ve sadece ara sıra havan topu saldırılarına hedef olan bu üsler uzun yıllar boyunca kalacaklar.” [Aralık 2007, s. 413]
12. Irak’ın istilasından bu yana geçen beş yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik pozisyonu kötüye gitti. Amerika Birleşik Devletleri, özellikle Washington’un küresel hegemonya projesi için üzerinde egemenlik kurmayı zorunlu gördüğü Orta Asya’da, daha zorlu bir ortamla karşı karşıya. Bu bölgede Rusya’nın etkisinin yeniden artıyor olması ve Çin ve Hindistan’ın süren ekonomik büyümesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyal emelleri üzerinde potansiyel bir kısıtlayıcı olarak görülüyor.
13. Amerikan emperyalizminin stratejistlerinin gözünde Çin sorunu, giderek büyüyen bir sorun haline geliyor. Çin’in -giderek daha fazla açık bir askeri biçim almak zorunda olan- ekonomik gücünün hız kesmeden artıyor olması, yaygın bir biçimde, Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel çıkarları ile bağdaşmayan bir gelişme olarak görülüyor. Son olarak Afrika için yeni Amerikan askeri merkezinin -AFRICOM- kurulmuş olması, Çin’in bu kıtada adım adım artan etkisine karşı doğrudan verilmiş bir tepkidir. Ancak Doğu Asya’da etki gücü için, Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanmakta olan bu çekişme, daha büyük ve daha dolaysız gerilimlerle yüklüdür. Dış politika uzmanı Christopher Layne’in yazdığı gibi: “Amerika Birleşik Devletleri, Doğu Asya’da sahip olduğu egemenliğini sürdürmeye çalışırsa, ABD’nin büyük stratejisi, Amerika’nın üstünlüğünü korumak için, önceden şiddet kullanma mantığını içerdiğinden, Çin-Amerikan çatışmasının yaşanmasına hemen hemen kesin gözüyle bakılabilir. Düşüşe geçmiş olan bir hegemon için, yükselen bir rakibe önleyici bir şekilde -yani hegemon güç askeri alanda üstünlüğü hâlâ elinde tutuyorken- saldırarak, ‘yılanın başını daha küçükken ezmek’ her zaman için çok cazip bir stratejik seçenek olmuştur. [Current History, Ocak 2008, ss. 16-17]
14. Savaşa başvurma yönelimi, kesin bir biçimde Amerikan burjuvazisinin küresel jeo-politik çıkarlarından ve emellerinden kaynaklanmaktadır. Bu, aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri’nin içindeki toplumsal ilişkilerin giderek kötüleşmesinin bir ürünüdür. Geçtiğimiz otuz yıllık dönemde ekonomik eşitsizlik düzeylerinde yaşanan akıl almaz büyüme, resmi siyasetin görünmeyen yüzünde ve medyanın süzgecinden geçmiş kamusal söylem kanalları dışında birikmekte olan, şiddetli toplumsal gerilimleri ifade ediyor. Emperyalist militarizm, toplumsal gerilimlerin içeride sınıf çatışmaları biçimi almasını önlemek için, yönetici seçkinler tarafından kullanılan en önemli siyasi araçlar arasında yer alır.
15. Bard College, Levy Economic Institute’dan Edward N. Wolff’un son çalışmaları, Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumsal eşitsizliğin ulaşmış olduğu olağanüstü düzeyi belgeliyor. Servetin ve gelirin bölüşümüne ilişkin istatistikler, toplumsal katmanlaşmanın ulaşmış olduğu eşi görülmemiş boyutu gözler önüne seriyor. Nüfusun en üstte yer alan yüzde 1,0’lık kesimi ABD’deki hanehalklarının net servetinin yüzde 34,3’ünü ellerinde tutuyor. Bunu izleyen yüzde 4,0’lık kesim yüzde 24,6’lık ve bir sonraki yüzde 5,0’lık kesim yüzde 12,3’lük paya sahip. Hepsi bir arada ele alındığında, nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesimi, ulusal hanehalkı servetinin hemen hemen yüzde 71’ine sahip. Sonraki yüzde 10’luk kesim servetin yalnızca yüzde 13,4’ünü elinde tutuyor. Amerikalı hane halklarının en altta yer alan yüzde 80’ni servetin sadece yüzde 15,3’ünü oluşturuyor. Üçüncü beşte birlik grup içinde yer alanlar servetin yalnızca yüzde 3,8’ine sahipler. Hane halklarının en altta yer alan yüzde 40’lık kesimi servetin yalnızca yüzde 0,2’sine sahip!
16. Konut dışı servet göz önünde bulundurulduğunda tabakalaşma daha da büyüyor. Hane halklarının en tepede yer alan yüzde 1,0’lık kesimi konut dışı servetin yüzde 42,2’sine sahip. En tepede yer alan yüzde 10’luk kesim konut dışı servetin yüzde 80’inden biraz azına sahip. En altta yer alan yüzde 80, konut dışı servetin yüzde 7,5’ine sahip. En yoksul yüzde 40’lık kesim konut dışı servetin -1,1’ine sahip görünüyor.
17. Gelirler ölçüldüğünde, en tepede yer alan yüzde 1,0’lık kesim toplam gelirin yüzde 20’sini alıyor. En tepede yer alan yüzde 10 toplam gelirin yüzde 45’ini alıyor. En alta yer alan yüzde 80’lik kesimin gelirden aldığı pay yüzde 41,4. En yoksul yüzde 40’lık kesim gelirden sadece yüzde 10,1’lik bir pay alıyor.
18. Son derece ilginç bir başka istatistik dizisi ise ortadaki üç adet yüzde yirmilik dilimler (80-60, 60-40, 40-20) içinde yer alan hane halklarının mali durumlarıyla ilgili. Bu grupta yer alanların evleri kişisel servetlerinin yüzde 66,1’ini oluşturuyor. Likit varlıkları servetlerinin yalnızca yüzde 8,5’ine karşılık geliyor. Yatırım araçları (hisse senetleri, menkul kıymetler, tahviller vb.) ise yalnızca yüzde 4,2’lik bir paya sahip. Bu rakamlar ortada yer alan üç yüzde yirmilik grubun mali durumunun evlerine biçilecek değere ve konut piyasasının genel durumuna ne kadar çok bağlı olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
19. Bu gerçek, işçi sınıfının ve orta sınıfın bu kesimlerinin borçluluğundaki keskin artışı çok daha önemli hale getiriyor. 1983 yılında bu kesimlerin borçlarının net varlıklarına oranı yüzde 37,4’tü. 2004 yılında bu oran yüzde 61,6’ya yükseldi. 1983 yılında borçlarının gelirlerine oranı yüzde 66,9’du. 2004 yılında bu oran yüzde 141,2’ye yükseldi! 1983 yılında ortada yer alan bu yüzde yirmilik üç dilimin ipotek karşılığı borçları evlerinin değerinin yüzde 28,8’ine karşılık geliyordu. 2004 yılında borç oranı yüzde 47,6’ya tırmandı.
20. Son olarak bir dizi istatistik daha: Wolff’a göre 2004 yılında “hane halklarının en zengin yüzde 1’lik kesimi tedavüldeki bütün hisse senetlerinin, mali menkul kıymetlerin, şirket bonolarının ve tahvillerinin yarısına sahip[ti]. Ailelerin en tepede yer alan yüzde 10’luk kesimi hisse senetlerinin, bonoların, tahvillerin, şirket borçlanma senetlerinin ve konut dışı gayrimenkullerin yaklaşık olarak yüzde 80 ile 85‘ini elinde tutuyor. Üstelik, hane halklarının yüzde 49’u yatırım fonları, tahviller ya da çeşitli emeklilik hesaplarıyla sermaye hisselerine sahip olmalarına karşın, hane halklarının en zengin yüzde 10’luk kesimi bu hisselerin toplam değerinin yüzde 79’una sahip, ki bu da hisse senetleri ve yatırım fonlarında sahip oldukları yüzde 85’lik paydan yalnızca biraz daha az.” [“Rising Trends in Household Wealth in the United States: Rising Debt and the Middle-Class Squeeze,” Haziran 2007, s. 25]
21. Bu istatistikler siyasi olarak ne anlama geliyor? Amerikan toplumunun geçtiğimiz otuz yıl boyunca yaşadığı olağanüstü tabakalaşma, hızla açık ve şiddetli sınıf çatışması noktasına doğru yaklaşıyor. Egemen plütokrasinin çıkarlarının sağlanmasının araçları olarak işlev gören iki siyasi parti tarafından yönetilen kemikleşmiş Amerikan siyasi sistemi, halkın önemli toplumsal değişim taleplerine ilerici olmak şöyle dursun, şu ya da bu biçimde inandırıcı bir karşılık vermekten organik olarak acizdir. Son tahlilde toplumsal değişim talebi, reformist bir karakterde olanı bile, yönetici seçkininin kendi servet ve toplumsal ayrıcalıklarını savunma konusundaki ödün vermez kararlılığının duvarına çarpmaktadır.
22. 2000 yılında çalınan seçim-o dönemde SEP ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin uyarmış olduğu gibi- Amerikan demokrasisinin yozlaşmasında tarihsel bir kilometre taşını temsil ediyordu. Demokrat Parti’nin bu seçim hırsızlığını kabullenmede gösterdiği isteklilik, Amerikan kapitalist sınıfının hatırı sayılır hiçbir kesiminin burjuva demokrasisinin geleneksel kurumlarının savunulması konusunda herhangi bir zorunluluk hissetmediğini gözler önüne serdi. Seçimden bu yana olan her şey bu yargıyı kanıtlar nitelikte. 11 Eylül sonrasında, demokratik ve anayasal ilkelere karşı, “teröre karşı savaş” kisvesi altında girişilen -hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin suç ortağı oldukları- topyekûn ihlâller, sınıf egemenliğinin diktatörce biçimleri için yapılan, her zamankinden daha utanmazlık dolu hazırlıkları ifade ediyor. Bunlar ortaya çıkmış olan kimi anormallikler değil, Amerikan demokrasisinin geleneksel biçimlerinin sürdürülmesiyle eninde sonunda bağdaşmayan, derinleşmekte olan toplumsal kutuplaşmadan ortaya çıkan bir sonuçtur. “Geliştirilmiş sorgulama” yönteminin -yani işkencenin- Hitler’in Gestapo’sunun “verschärfte Verhemnug” adını verdiği bir yöntemin İngilizce çevirisi olması bir uyarı olarak görülmelidir.
23. Burjuva partileri tarafından en sonunda kim aday olarak gösterilirse gösterilsin ve kim başkan seçilirse seçilsin, toplumsal ve siyasi gelişmelerin mantığı kesin bir biçimde sınıf çatışmasının şiddetlenmesine doğru yol alıyor. Ayrıca, işçi sınıfının toplumsal konumunda ve yaşam standartlarında yaşanan müzmin gerileme, toplumsal servet içindeki payının sürekli olarak azalıyor ve üretim araçlarına sahip olanlar ve bunları kontrol edenler tarafından sömürülmesinin amansızca yoğunlaşıyor olması, işçi sınıfının siyasi yönelişinde ve ittifaklarında köklü bir değişikliğin yaşanması için gerekli temelleri oluşturmuş durumda. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca ekonomik yaşamda meydana gelen köklü değişimlerin Amerikan işçi sınıfının toplumsal bilincinde yarattığı derin izleri göremeyenler ya da hatta bunları inkâr edenler, yalnızca kendi moralsiz kuşkuculuklarını değil, aynı zamanda tarih konusundaki cehaletlerini de sergilemiş oluyorlar. Aslında geçtiğimiz çeyrek yüzyıl süresince açık toplumsal ve sınıf çatışmasının yokluğu, Amerikan tarihinin genel yapısı ile keskin bir çelişki içinde bulunmaktadır. Ne var ki, kökleri ulusal ve her şeyden önce de uluslararası ekonomik ve siyasi süreçlerin karmaşık ve istisnai etkileşiminde yatan, bu uzatmalı toplumsal sükunet dönemi, şimdi artık sona eriyor. 2008 yılında Sosyalist Eşitlik Partisi’nin başlıca görevi, faaliyetlerinin bütün alanlarını -teorik, siyasi ve örgütsel- sınıf mücadelesinde yaşanacak bu patlamanın beraberinde getireceği zorlukları göğüsleyebilecek şekilde hazırlamaktır.
24. Bu hazırlığın önemli bir unsuru geçmiş dönemlerin devrimci kabarışlarının derslerinin gözden geçirilmesidir. Bu yıl, uluslararası düzeyde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde patlayıcı karakterdeki mücadelelerin damgasını vurmuş olduğu bir yıl olan 1968’in kırkıncı yıl dönümü. Bu yılın olayları uzun süreli bir uluslararası devrimci mücadele dönemini ve Amerika Birleşik Devletleri’nde şiddetli sınıf mücadelelerini harekete geçirdi. Çok anlamlı bir biçimde, 1968’de yaşanan siyasi patlamalar, dünya ekonomisinde artmakta olan sıkıntılar zemininde sezinlenmiş ve daha sonra da bu zemin üzerinde gelişmişti. 1967 yılının Kasım ayında Britanya pauntunun devalüe edilmesi, akabinde 1968 yılının Mart ayında Avrupa altın piyasasında yaşanan dengesizlikler, 1971 yılında, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası kapitalizmin yeniden inşasının ve Amerika Birleşik Devletleri’nin egemenliğinin üzerinde yükseldiği Bretton Woods sisteminin çöküşünün habercisi oldu.
25. Gelin bu yılın başlıca olaylarını kısaca gözden geçirelim: Ocak ayının sonlarına doğru, Kuzey Vietnam hükümeti, Johnson yönetiminin ve Pentagon’un, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşı kazandığına dair iddialarını tamamen inanılmaz hale getiren, tarihi “Tet Taarruzunu” başlattı. Savunma Bakanı Robert McNamara istifa etti ve yönetim içinde Vietnam politikası üzerine şiddetli bir iç mücadele patlak verdi. Aynı zamanda, Ocak ayında Alexander Dubçek, koyu-Stalinist Antonin Novotny’nin yerine Çekoslavakya’nın başbakanı oldu ve “Prag Baharı” olarak adlandırılacak olan süreci başlattı. Şubat ayında, Lyndon Johnson, Senatör Eugene McCarthy’i, New Hampshire önseçiminde az bir farkla geride bıraktı ve bu sonuç görevdeki başkan için büyük bir yenilgi olarak yorumlandı. Mart ayında Senatör Robert Kennedy, Johnson’a karşı adaylık yarışında yer alacağını ilan etti. İki hafta sonra, Johnson hem Kuzey Vietnam’la barış görüşmelerine başlamayı istediğini hem de başkanlık seçiminde yeniden aday olmayacağını ilan etti. 4 Nisan günü Martin Luther King, Memphis’te öldürüldü ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir yanındaki çeşitli şehirlerde ayaklanmalar yaşandı. Mayıs ayında, Paris’teki Sorbon Üniversitesi’nde yapılan öğrenci protestolarının şiddet kullanılarak bastırılması, Fransız işçi sınıfının, DeGaulle hükümetini felce uğratan ve ülkeyi toplumsal devrimin eşiğine kadar getiren bir genel grev başlatmasına yol açtı. 5 Haziran günü Senatör Robert Kennedy, Los Angeles’ta öldürüldü. Ağustos ayında, Şikago’da düzenlenen Demokrat Parti kongresi, dört bir yandan, Belediye Başkanı Richard Daley’in polis zorbalığı ile bastırmaya çalıştığı savaş karşıtı protestolarla kuşatıldı. Aynı hafta içinde, Sovyet tankları Çekoslovakya’ya girdi ve katı Stalinist kontrolü restore etti. Kasım ayında, Richard Nixon başkan seçildi.
26. 1968 olayları, küresel sınıf mücadelesinde ortaya çıkan ve yaklaşık on yıl boyunca sürecek olan küresel düzeydeki güçlü bir patlamanın yalnızca başlangıcıydı. Her bir kıtada kitlesel mücadeleler istisna değil, kuraldı. Bu dönemin en önemli özelliği, hem az gelişmiş hem de gelişmiş kapitalist ülkelerde devrimci hareketlerin paralel olarak gelişme göstermeleriydi. Bolivya, Şili, Arjantin, İtalya, Fransa, Britanya, Portekiz, Yunanistan ve İspanya’da ön-devrimci ve devrimci durumlar ortaya çıktı. Bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri’nde, toplumsal mücadelelerde başat güç öğrenciler değil, işçi sınıfıydı. 1973 ve 1976 dışında, 1967 ile 1979 yılları arasında büyük grevlere katılan işçi sayısı hiçbir zaman bir milyonun altına düşmedi. 1970 ve 1971 yıllarında grevlere katılan işçi sayısı, sırasıyla 2,4 ve 2,5 milyondu. Britanya’da, kömür madeni işçilerinin 1973-74 grevi, Edward Heath’in Muhafazakâr hükümetini istifaya zorladı.
27. O halde bu çalkantılı toplumsal mücadeleler döneminde kapitalist sistemin ayakta kalmasını sağlayan şey neydi? Siyasi cephede, kapitalizmin ayakta kalmasının temel nedeni, işçi sınıfının devrimci mücadelelerini sabote etmek için ellerinden gelen herşeyi yapan Stalinist ve sosyal demokrat hükümetlerin, partilerin ve sendika bürokrasilerinin izledikleri karşı devrimci politikalarda yatmaktadır. Bundan başka, 1950’lerde ve 1960’ların başlarında Dördüncü Enternasyonal’den kopmuş olan Pablocu partiler ve örgütler, Stalinistlerin ve sosyal demokratların siyasi ihanetinin üzerini örterek ve kitle mücadelelerini, siyasi olarak iktidar perspektifinden yoksun protestolara kanalize ederek, yıkıcı bir rol oynadılar. Bu proje içinde Pablocular, tanımlayıcı özellikleri işçi sınıfını hor görmek, tarihin derslerine karşı kayıtsızlık, Marksist teoriye karşı düşmanlık ve Troçkizme karşı duyulan derin nefret olan, Yeni Sol adı verilen akımın içinde yer alan örgütlerle omuz omuza çalıştılar.
28. Bu güçlerin siyasi ihanetine, önemli nesnel etkenler tarafından -bunların en önemlisi Amerikan kapitalizminin dünya üzerindeki, hâlâ sürmekte olan egemen konumuydu- çanak tutuldu. Onsu 35 dolardan altına çevrilebilen dolar dünya kapitalist ekonomisinin dingil çivisi işlevini gördü. Ama 2008’in dünyası, siyasi ve ekonomik olarak, 40 yıl önce varolan dünyadan çok farklı. Dünyanın başlıca kreditör ülkesi, en borçlu ülkesi haline gelmiş durumda. Uluslararası piyasalardaki değeri, Bretton Woods döneminde sahip olduğu değerin küçük bir parçası kadar olan Amerikan doları, bir dünya rezerv parası olarak hemen hemen bütün itibarını yitirmiş durumda. Doların yerini avronun ya da bir uluslararası para “sepeti”nin alması, yalnızca gözle görüneni -Amerikan kapitalizminin küresel egemenliği döneminin sonuna geldiğini- teyit edecek olan, bütünüyle kaçınılmaz bir gelişmedir. Bundan başka, “küreselleşme” olarak bilinen süreçlerin temelini oluşturan olağanüstü teknolojik değişiklikler, sonuçları itibariyle son derece devrimci bir nitelik taşımaktadır. Son otuz yıl, dünya çapında, uluslararası işçi sınıfının güçlerinde muazzam bir genişlemeye tanık oldu. İşçi sınıfının dünya ekonomisini sosyalist temellerde -yani bilinçli bir biçimde yoksulluğu ve sömürüyü ortadan kaldırmak ve insanlığın ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere- yeniden örgütleme gücü ve potansiyel becerisi, tarihte daha önceki hiçbir dönemde olmadığı kadar büyüktür.
29. Sosyalist Eşitlik Partisi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’yle siyasi dayanışma içinde, işçi sınıfı mücadelelerinin yeniden canlanacağını güvenle öngörüyor. Kapitalist sistemin nesnel krizinin Amerikan ve uluslararası işçi sınıfı mücadelelerinin yükselişi için gerekli itici gücü sağlayacağına inanıyoruz. Ancak yaklaşmakta olan bu yükseliş, sosyalist bilinci geliştirmenin sorunlarını otomatik olarak çözmeyecektir.
30. İşçi sınıfının geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan ilk mücadelelerinin ortaya koyduğu gibi, krizin nesnel devrimci içeriğiyle mevcut siyasi bilinç düzeyi arasında muazzam bir uçurum yer alıyor. Nesnel koşullar, işçi sınıfını mücadelenin içine çekecek ve bilinç düzeyinde çok büyük bir sıçrama yaşanması için gerekli olan koşulları yaratacaktır. Ancak işçi sınıfının siyasi bilincini yükseltmek ve zayıflamış olmasına karşın kapitalist düzenin tehlikeli ve kritik öneme sahip bir payandası olmayı sürdüren bürokrasilerin gerici etkisini kırmak için parti tarafından verilmesi gereken mücadelenin önemini azımsamak, bir hata olacaktır. Ne de, ısrarla işçi sınıfının kafasını karıştırmaya ve onun burjuvazinin “ilerici” kesimlerine tabi olmaya devam etmesine çalışan, çok sayıdaki “radikal” küçük burjuva eğilimlerin oynadıkları rolü göz ardı edebiliriz. Egemen sınıfın bu farklı siyasi temsilcileri, bir tek, geçmişin devrimci mücadelelerinin özümsenmesi ve dünya kapitalizminin gelişmekte olan krizinin içeriğini anlamak için verilecek mücadeleyle alt edilebilirler.
31. Sosyalist Eşitlik Partisi, 2008 yılı boyunca, işçi sınıfı ve gençlik içindeki etkisini artırmak için siyasi olarak iddialı bir kampanya yürütecektir. Bu kampanya şunları içerecek:
(a) SEP’in 2008 seçimlerine olabildiğince çok sayıda eyalette, kendi adayları ile katılması. Bu kampanyanın amacı işçi sınıfının siyasi bilincini ve uluslararası sosyalizmin programına yönelik kavrayışını geliştirmek, kapitalist sınıfın partilerinden siyasi kopuşunu hızlandırmak, yoksulluğa, sömürüye ve toplumsal eşitsizliğin bütün biçimlerine karşı mücadele etmek, Amerikan militarizmine ve emperyalizmine karşı muhalefeti inşa etmek ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ne yeni güçler kazandırmak olacak.
(b) Uluslararası Komite içinde yer alan siyasi fikirdaşlarımızla birlikte, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin geliştirilmesi. Bu, okunabilirliği artırmak ve mevcut modern web teknolojisini en etkin biçimde kullanmak için web sitesinin kapsamlı bir yeniden tasarımını içerecektir. DSWS aynı zamanda yazı kadrosunda, siyasi, kültürel ve teorik içeriğini güçlendirecek değişiklikler yapacaktır. Bütün bu değişikliklerin amacı, sosyalist düşüncenin ve eylemin bir aracı olarak web sitesinin okur sayısını ve siyasi etkisini artırmaktır.
(c) SEP’e bağlı öğrenci gençlik hareketi, Toplumsal Eşitlik yolunda Uluslararası Öğrenciler (TEUÖ), bütün Amerika Birleşik Devletleri kampüslerinde yürüttükleri çalışmaları yaygınlaştıracaklar. Uluslararası Komite’de yer alan siyasi fikirdaşlarımızın yürütecekleri çalışmalarla birlikte, TEUÖ’yü, bütün dünyada gençliğin ve işçilerin siyasi birliği ve dayanışması için mücadele eden gerçek bir uluslararası hareket olarak geliştirmeye çalışacağız.
32. Bütün SEP üyelerini, 2008 yılında partinin çalışmasını bu raporda özetlenen perspektif temelinde yaygınlaştırmak için mücadele etmeye çağırıyoruz. Aynı zamanda, bütün SEP üyeleri, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin okurlarını ve taraftarlarını, Amerikan ve dünya kapitalizminin siyasi ve ekonomik krizinin aciliyetini görmeye ve sosyalizm mücadelesinde bize katılmaya çağırıyorlar.