DTK’nın ‘Demokratik Özerklik Taslağı’ Üzerine

Geçtiğimiz haftasonu Başkanlığını Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un yaptığı Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Diyarbakır’da düzenlediği “Demokratik Özerklik Çalıştayı” hafta boyunca Türkiye siyasi gündeminin merkezinde yer aldı. Bütçe görüşmelerinin son gününde Başbakan’ın eleştirilerinden de payını alan “Demokratik Özerklik Talebi”, burjuva partilerinin ucube milliyetçilerinden, meclis salonlarına ve patron örgütlerine, televizyon programlarından pek tabii TSK’ye ve Cumhuriyet Başsavcılarının odalarına uzanan bir yelpazede ele alınmaya devam ediliyor.

Son on yılda gerek ekonomik gerek siyasi anlamda kapsamlı değişikliklerin olduğu Türkiye’de, kendisinden yaklaşık on yıldır zaman zaman ve değişik isimlerle bahsedilen demokratik özerklik talebinin yarattığı şaşkınlığın geçici değilse bile sahte olduğunu belirtmek gerekir. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından belirli periyotlarla gündeme gelen ve DTP’den BDP’ye kendisi hakkında sıkça bahsedilen demokratik özerklik meselesi, söz konusu Kürt sorunu olduğunda, Türkiye, hatta Ortadoğu için hiç de yeni bir gündem değil. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde kısaca değinmeye çalışacağım ama şunu eklemeden devam etmeyelim: Bugün demokratik özerklik talebi Sadece BDP için değil, TÜSİAD ve AKP için de yeni bir gündem maddesi değildir; keza CHP için de. Partinin yönelişinde siyasi değişimin zaruretini kavramış olan CHP’de PM ve MYK üyesi seçilen Sezgin Tanrıkulu’nun bu taslakta önemli katkısı olduğunu unutmayalım.

Çalıştay sonrasında ortaya çıkan demokratik özerklik talebi, Kürt illerinde ”toplumun, siyasal, hukuki, öz savunma, sosyo-ekonomik, kültürel, ekolojik ve diplomasi şeklindeki sekiz boyutlu örgütlenmesini” içeren yerel meclisler olarak değerlendirildi. “Kürt halkının artık mevcut durumda varlığını tehdit eden bu yönetim altında statüsüz bir halk olarak yaşamak istemediği” belirtildi. Dahası “Dünyada, Kürtler gibi 40 milyon nüfusa sahip olan ama hakları bu denli yok sayılan ve ulusal varlığı yok edilmeye çalışılan başka bir halk yoktur” denildikten sonra bu talebin “Demokratik Özerk Kürdistan inşasını hedeflediği” ifadesi, taslak metin olarak ifade edilen deklarasyonun altı çizilmiş satırlarıydı.

Devam edersek, taslak metinde merkezi yönetimlerin ve eski ulus devlet anlayışının Kürt sorununun ekonomik, siyasi ve kültürel çözümünde işlevini yitirdiği ifade edildi. Buna karşı geliştirilen Demokratik Özerklik talebi ise, Türkiye’nin Kürdistan olarak anılacak Kürt çoğunluklu bölgesine geniş idari özerklik tanınmasını önerdiği belirtildi. Dahası bu taleple, özerk bölgelerin kendi meclisi, bayrağı ve sembollerinin olacağı eklenirken “öz savunma” güçleriyle birlikte resmi dilinin Kürtçe ve Türkçe olması, Kürtçenin anaokulundan üniversiteye kadar eğitim dili haline gelmesi taslak programda yer alıyor.

Demokratik Özerklik ve Eleştiriler

Demokratik Toplum Kongresi’nin bu açılımları her ne kadar yeni öneriler olmasa da, Çalıştay sonuçlarına ilk defa duyuluyormuşçasına, başta AKP olmak üzere CHP ve MHP’den farklı düzeyde tepkiler gecikmedi. Son olarak Başbakan bütçe görüşmelerinin son gününde özerlik meselesi hakkında hafta ortasında partisi tarafından yapılan eleştirilerin dozunu arttırdı. Başbakan konuşmasında zaman zaman farklı dillerin önemine ikiyüzlüce değinse de; DTK’nın taslak metnini ‘tek dil tek vatan’ şiarıyla eleştirdi. Geçtiğimiz hafta boyunca özerlik meselesi hakkında “siyasi suikast” değerlendirmesi AKP tarafından ifade edilirken, Meclis Başkanı’nın “Tek Meclis” vurgusu yaptığını, İçişleri Bakanı’nın özerklik ve iki dil talebine, ‘tek dil, tek vatan’ söylemini atlamadan çalıştayı eleştirdiğini okuduk.

Birkaç gün sessizliğini koruyan Kemal Kılıçdaroğlu, parti meclisine ve ardından merkez yürütme kuruluna atanan Sezgin Tanrıkulu’nun 2007 yılında hazırladığı özerklik raporunu unutarak, bölünme heyulası içinde tartışmalara Belçika örneğini vererek müdahil oldu. İki dilin bölünmeyi getireceği tespitini yapan Kılıçdaroğlu, partide eksen kayması meselesinde ekseni elinde tuttuğunu ispatlamaya çalışırcasına çalıştay sonuçlarını bölünme korkularıyla eleştirmekten geri durmadı.

CHP’den bu eleştiriler gelse de, geçen haftalarda gündeme düşen BDP-CHP yakınlaşmasının ve CHP’de yaşanan parti içi ‘değişimlerin’ bu sürece etkisi göz ardı edilmemelidir. CHP’nin yeni MYK üyelerinden Sezgin Tanrıkulu BDP ve PKK tarafından “kabul görmese” de, onun bugün bulunduğu ve temsil ettiği konumunun, bu kongrede ortaya çıkan taslak metnin oluşmasında oldukça etkili olduğunu ekleyelim. Sezgin Tanrıkulu daha önce Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’ne özerklik taslağı sunmuştu. Dolayısıyla yeni yönetim ve Sezgin Tanrıkulu’nun varlığı ile “farklı” bir sürece giren CHP, Demokratik Özerklik talebine de yeni bir boyut kazandırdı şüphesiz.

Çalıştaya Giderken

Her ne kadar BDP kongrelerinde sıkça dile getirilse de, 2010 yazında KCK tarafından gündeme getirilen demokratik özerklik talebinin ardından PKK’nin ateşkes ve eylemsizlik kararı ilan edilmişti. Bilindiği üzere KCK’ya birçok ilde kapsamlı operasyonlar düzenlenmiş fakat buna rağmen o dönemde ilk olarak Ramazan ayı ve sonrasında Ramazan Bayramı (Referandum) eylemsizlikleri olarak elen alınan tek taraflı ateşkes, daha sonra PKK’nin eylemsizlik süresini 2011 seçimlerine kadar uzatmasıyla sonuçlanmıştı.

Hemen sonrasındaki süreçte Abdullah Öcalan’la görüşmelere şu ya da bu şekilde hız verilmiş ve buna burjuva medyasının geçmiş tarihlere göre daha “ılımlı” yaklaşımı eşlik etmişti; bu, sürecin iki taraftan da kontrol altında tutulmaya çalışıldığını gösteriyordu. Tüm bunlar olurken burjuva medyasının tabii ki on yıllarca süren inkâr politikaları ve milliyetçi taleplerinden bir anda vazgeçmesi beklenemezdi. Özellikle TSK işbirliğiyle düzenlenen birkaç askeri operasyonun dışında, Türk milliyetçilerinin de bazı illerdeki saldırıları bazı talepleri ve beklentileri doyurma noktasında devreye girdi.

Tüm bunlara paralel olarak Demokratik Özerklik Çalışmaları BDP ve DTK tarafından yürütülmeye devam etti. Ağustos ayında toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan özerklik kararının ardından, Kürt köylerine eski isimlerin iade edileceği açıklaması önemli bir gelişme oldu. Bugün taslak metin olarak ifade edilen özerklik talebinin, seçime giderken, PKK’nin eylemsizlik kararının boşalttığı gündemi fazlasıyla doldurduğu ortada. BDP ve DTK’nın demokratik özerklik çalışmalarına hız vererek Kürt sorununu yeniden gündeme taşıma çabasının arkasında, hiç şüphesiz hükümetin “açılım”ı genel seçimler sonrasına ve “yeni anayasaya” ertelemiş olması yatıyor. BDP böylece, hem hükümeti seçimlere kadar adım atmaya zorluyor hem de tabanını diri tutmaya ve hatta genişletmeye çalışıyor.

Yerel Yönetimler ve Kamu Yönetimi Temel Reformu

AKP bugün basının karşısında seçimler öncesi özerklik talebini eleştirse de, bu süreçte en başından beri vardı. Hatta Kürt siyasetçilerden de önce bu sürecin temellerini hazırlamak için çalışmalara başlamıştı. Bilindiği üzere 2002 seçimleri öncesinde açıklanan, AKP’nin ‘acil eylem planı’nda da yer alan ve 2004 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’e sunduğu kanun tasarısının adı “Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması” kanunuydu. Bu tasarıda, merkezin yetkilerinin sınırlandırılarak ve onun yetkilerinin yerellere devredilmesi ile ilgili ciddi öneriler mevcuttu. Ancak Ahmet Necdet Sezer kanun tasarısını “hiyerarşik yapıyı bozup ‘tekil’ ve merkezi devlet anlayışını bozarak ‘özerklik statüsü’ kazandırdığını, idari vesayeti zayıflatarak yerel ağırlıklı bir devlet modeline geçildiği” gerekçesiyle veto etmişti. Bugün basının karşısında AKP tarafından -aynı gerekçelerle- demokratik özerklik talebinin eleştirilmesi kimseyi şaşırtmasın.

Bu tepkilerin arkasında seçim süreci temel belirleyici olarak varlığını korurken, CHP’deki dönüşümün de etkisi göz ardı edilmemeli. Sezgin Tanrıkulu’nun şahsında cisimleşen dönüşüm, CHP’nin Kürt sorununun çözümü konusunda AKP’nin üstlendiği misyonu üstlenme niyeti taşıdığını gösteriyor.

AKP’nin bölgede, özellikle Kürt açılımıyla bahsi geçen yasal düzenlemelerin benzerlerini hayata geçirdiğini biliyoruz. Özellikle Kürt sorununun kültürel yanlarını öne çıkaran çalışmaların altında önümüzdeki döneme damgasını vuracak ekonomik ve siyasi programların hazırlığının yer aldığını biliyoruz. Irak’ta ortaya çıkan gelişmelere paralel bir biçimde, bölgede serbest ticaret bölgeleri inşa etme ve bölgesel asgari ücreti hayata geçirme çabalarının arkasında, burjuvazinin, Kürt illerini “Türkiye’nin Çin’i” yapma yönündeki hedeflerin yattığı açıkça ortada.

TÜSİAD’ın kapalı kapılar arkasındaki toplantılarına ve konuşmalarının basına sızdırıldığı kadarına bile bakılacak olduğunda, sermayenin Kürdistan bölgesindeki ihtiyaçlarının ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda izlenecek yol haritasının, demokratik özerklik taslağında da kendisini ifade ettiği görülür. Bölgenin, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi ve kontrol altında tutulması; sermaye için acil eylem planlarının devreye konulması öngörülmekte. Yukarıda da belirtildiği gibi, ucuz işgücü cenneti olarak bölgenin Çin’i olma potansiyelini taşıyan Kürt emekçilerin yaşadığı topraklara yönelik atılacak siyasi-ekonomik değişikliklerle, Güney Kürdistan’da sağlanan görece kontrolün, stratejik olarak aynı öneme sahip olan Kuzey’de de sağlanması hedefleniyor. Böylece hem Güney’le milyar dolarlara ulaşan ticaret hacminin kalıcı hale getirilmesi ve geliştirilmesi, hem de Kuzey’de Türkiye’nin kontrolünde bir “küçük Çin” yaratılması planlanmakta.

Taslakta yer alan “ekonomik kaynakların kullanım ve tüketim hakkı demokratik özerk Kürdistan’a ait olmalıdır” ifadesi, Türkiye burjuvazisinin ve AKP’nin önümüzdeki dönem bölge için planladığı projelerden BDP’de temsil olunan burjuvazinin almak istediği payı göstermektedir. BDP her ne kadar kültürel formasyonları dil ve eğitim meselesi üzerinden gündeme taşısa da onun önerdiği taleplerin altında taslağa yansıdığı biçimiyle bölgede artan ticaret faaliyetinin kontrolü/denetimi meselesi gündeme gelmektedir.

Demokratik özerklik talebiyle, BDP’nin, önümüzdeki dönem bölgede ortaya çıkacak gelişmelerde daha fazla yer edinmeye çalışan burjuvaziye hareket alanı yaratmaya çalıştığı ortadadır. Ancak bunun, Türk burjuvazisi ile yakın işbirliği içerisinde olacağı ve küresel ekonomik rekabetin bir parçası haline geleceğini unutmamak gerekir. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası, bu kullanımı ve işbirliğini denetleyecek olan kurum olarak görülürken, TÜSİAD’a yakın TÜRKONFED’in Diyarbakır’da düzenlediği ’14. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nde bu yakınlaşma kendini fazlasıyla göstermişti. Kürt burjuvazisi kendi temsilini artık daha gözle görülür bir biçimde gösterebiliyor.

Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin kontrol ve denetimlerinin buradaki yerel yönetimlere bırakılması konusu bu tartışmaların temel belirleyicisidir. Diyarbakır Ticaret Odası başkanının Demokratik Toplum Kongresi hakkındaki değerlendirmeleri bir yana, Ümit Boyner’in geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da halayın başını çekmesi metaforik bir anlamdan daha fazlasını ifade etmektedir.

Bitirirken

Bugün AKP ve BDP, Kürt halkının yıllardır talep ettiği siyasi, ekonomik ve kültürel taleplerinin gölgesinde bölgede küresel sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda politikalar geliştirmektedirler. AKP’nin Kürt açılımında, BDP’nin ise demokratik özerklik talebinde ifadesini bulan şey, enerji yollarından serbest ticaret bölgelerine, küresel sermayeyle birlikte kapitalist sömürünün ortaya çıkardığı artık-değer pastasından daha fazlasını almak isteyen burjuvazinin şu ya da bu kanadına eklemlenmekten başka bir şey değildir.

AKP’nin Kürt açılımının alt metinleri okunduğunda ve dahası açılımın ardından Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile geliştirilen ticaret ve yatırım rakamları izlendiğinde bahsini ettiğimiz gerçek fazlasıyla anlaşılacaktır. Sonrasında DTK’nın demokratik özerlik talebinde de yer alan ve bölgede yapılacak ticari-ekonomik faaliyetlerin gelirlerinin yerel yönetimlerde kalması talebi uzun zamandır ifade ettiğimiz bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bizler çok iyi biliyoruz ki, yerel yönetimler ve onların bütçeleri, işçi ve emekçilerin daha iyi yaşaması için değil, aksine büyük şirketleri ihaleler aracılığıyla finanse ederek, işçilerin daha fazla sömürülmeleri için kullanılır.

Yılın son MGK toplantısından çıkan “tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil” vurgusu, devlet katında, Kürt halkının en meşru taleplerinin (iki dil talebi) dahi inkarında ısrarcı olunduğunu gösteriyor. Yukarıdaki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi, AB’nin, TÜSİAD’ın ve AKP’nin de programları arasında yer alan “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” talebinin BDP ve DTK tarafından talep edilmesine yönelik bu düşmanca tutumun arkasında, yalnızca AKP’nin seçimlere yönelik kısa vadeli hesapları değil, şoven Türk milliyetçisi ve inkarcı anlayış bulunmaktadır. İşçi sınıfı ve Marksistler, Kürt halkının demokratik ve kültürel taleplerini desteklemekten ve Kürt siyasi hareketine yönelik linç kampanyasına kararlılıkla karşı koymaktan bir an olsun geri durmamalıdırlar. Fakat bu, Kürt işçi ve emekçilerine yeni yıkımlar getirecek sermaye projelerine gözü kapalı destek olunacağı anlamını taşımamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir