1 Mayıs 2009’a bir kez daha devlet terörü damgasını vurdu. AKP hükümeti, “makul” sendika bürokratlarının, kimi milletvekillerinin ve “AB’li konuklar”ın katılmıyla düzenlediği devlet törenine izin verirken sosyalist işçilerin ve gençliğin 1 Mayıs kutlamasını önlemek için, bir kez daha binlerce polisi harekete geçirdi. Başka illerden aldığı takviye güçlerin de katkısıyla bir gün öncesinden Taksim ve çevresini işgal eden polis panzerleri, barikatları ve gaz bombalarıyla binlerce işçinin ve gencin kutlamalara katılmasını önledi. Polisin saldırıları sırasında 20’yi aşkın sivil ile 20 dolayında polis yaralandı, 100’den fazla gösterici gözaltına alındı.
Şişli ve Beyoğlu ilçelerinin ana caddelerini yayalara kapatan polis ara sokaklarda işçilere ve gençlere terör estirirken, önce Türk-İş’in, ardından da Hak-İş’in temsilcileri polis gözetimi altında 1 Mayıs Alanı’na geldiler. Bu sendikacılar güruhu, devlet törenlerine özgü bürokratik nutukların ardından, yandaş partilere üye milletvekilleriyle hırsızlar gibi geldikleri alanı terk ettiler.
Polis barikatlarını zorla aşarak korteje katılanlarla birlikte ortalama 4 bin kişilik kortejle gerçekleşen DİSK – KESK önderliğindeki “kutlama” ise öğle üzeri başladı ve alışıldık nutuklarının ardından sona erdi. Bu sırada, binlerce işçi ve öğrenci 1 Mayıs Alanı’na çıkabilmek için polis barikatlarını aşmaya çalışıyordu.
Özetle, 1 Mayıs 2009’da, Istanbul’da üç kutlama yapıldı. Bunlardan biri, Türk-İş önderliğinde ve tümüyle AKP iktidarının icazeti altında, sözde “sosyalist” ameleperver küçük burjuva solunun katılımıyla Kadıköy’de gerçekleşti. Taksim’de ise 1 Mayıs, iki şekilde kutlandı (Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin ikiyüzlü Taksim ziyaretini saymıyoruz). Bunların biri, DİSK – KESK bürokrasisinin denetiminde ve polisin gözetiminde düzenlenen “makul” yürüyüş; diğeri ise, devletin ve sendika bürokrasilerinin makul karşılamadığı sosyalist işçilerin ve gençliğin devlet terörüne karşı mücadelesi biçiminde gerçekleşti.
Devlet, 1 Mayıs Alanı’na DİSK – KESK bürokrasisi ile onlarla işbirliği içindeki “makul solcular”ın girmesine izin verdi; makul olmayan muhalif işçilerle gençleri dışta tutmak için elinden geleni yaptı. Ama 1 Mayıs 2009’a, “makul olmayanlar”; çeşitli eğilimlerden sosyalistler ve devrimciler damgasını vurdu.
Şimdi, başta Istanbul Valisi olmak üzere devlet yetkilileri ve burjuva medyası, bir kez daha “terör” ve “teröristler” masalını anlatıyor. Onlar, bu yolla, hem estirilen devlet terörünü hem de sosyalist işçilerle gençlerin ezici çoğunluğunu dışta bırakarak 1 Mayıs Alanı’na giren DİSK – KESK bürokrasisinin ikiyüzlülüğünü örtbas etmeye çalışıyorlar.
DİSK – KESK bürokrasisi, yüzünü her zaman olduğu gibi devlete dönmüş; 1 Mayıs 2009’da 1 Mayıs Alanı’nda olmak üzere gelen binlerce işçiyi ve genci polis terörüyle başbaşa bırakmıştır. Bürokratlar bu yolla bir taşla birkaç kuş vurmanın hesabı içindeler -ki medyanın katkısıyla bunu büyük ölçüde başarmış görülüyorlar. Onlar, ilk olarak, 1 Mayıs’ın yasallaşmasını ve 1 Mayıs Alanı’nda kutlanmasını kendi başarılarıymış gibi sundular. DİSK – KESK bürokratları, ikinci olarak, Kadıköy’de toplanan icazetli kardeşleri kadar “makul” bir muhalefet olduklarını kanıtladılar. Nihayet onlar, polisle yakın işbirliği içinde, 1 Mayıs Alanı’nda sosyalist ve devrimci taleplerin yükselmesini önlediler; bunu yaparken de, sermayenin ve devletin doğallıkla “makul” karşılamadığı sosyalist ve / veya devrimci muhalefete “terörist” damgası yapıştırılmasına yardımcı oldular. Özetle, sendika bürokrasisinin, Marksistlere hiç de yabancı olmayan işçi sınıfı düşmanı yüzü, 1 Mayıs 2009’da bütün çıplaklığıyla açığa çıktı.
Sendika bürokrasisinin geçtiğimiz yıllarda da oynadığı bu “oyun”u 1 Mayıs 2009’da başarıyla yinelemesinin nedenleri, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan yapılarda aranmalı. İşçi sınıfının en ileri kesimlerini DİSK – KESK bürokrasilerinin -dolayısıyla devletin- oyununa getiren başlıca etmen, çoğunluğu ulusalcı olan bu yapıların sözkonusu sendikal önderliklere ilişkin yanılsamalarıdır.
29 Mart yerel seçimlerinin ardından 1 Mayıs 2009’da da açığa çıkan gerçek şudur: İşçi sınıfı, yaşanmakta olan krize karşı kendi uluslararası sosyalist çözümünü geliştirecek bir önderlikten; ona önderlik etme iddiasında olan yapılar da böyle bir perspektiften yoksundur. Bu durumda, meydan ya sermayeye ve onun sendikacı gardiyanlarına ya da küçük burjuva radikallerine kalmaktadır.
Sendika bürokrasilerinin 1 Mayıs Alanı’nda yaptıkları şey, AKP iktidarının (sermayenin) izin verdiği sınırlar içinde “makul” bir anmadan ibarettir. Ama 1 Mayıs 2009’un asıl önemi, Taksim ve çevresindeki binlerce sosyalist işçinin ve gencin; yani sermaye ve devlet için makul olmayan muhalefetin militan varlığıydı, ki DİSK-KESK bürokratlarının ve onların kuyruğundaki siyasi önderliklerin üç – dört bin kişilik kortejin önünde 1 Mayıs Alanı’na girmesini sağlayan asıl güç de buydu.
1 Mayıs 2009’a, bu “makul karşılanmayan” sosyalist ve devrimci muhalefet damgasını vurmuş; 1 Mayıs Alanı artık kazanılmıştır. Şimdi sıra, sosyalistlerin yüzbinlerce işçiyle birlikte Taksim’e taşınmasında ve bunu başarabilecek örgütlülüğü yaratmada.