CHP’de patlak veren yönetim krizi bir kaç günlük çalkantının ardından aşıldı ve Kılıçdaroğlu partinin yeni tüzüğü gereği seçmesi gereken kendi Merkez Yürütme Kurulu’nu (MYK) oluşturdu. Kılıçdaroğlu’nun 3 Kasım günü başsavcılığa bildirdiği yeni MYK’de Genel Sekreter Önder Sav ve yandaşları yoktu. Kimilerinin altında “ideolojik gerekçeler” aradığı bu adım, aslında bir iktidar kavgasından ibarettir. Çiçeği burnunda (altı aylık) genel başkan Kılıçdaroğlu, altı ay boyunca “sabrettikten”, yani hazırlık yaptıktan sonra, örgütü egemenliği altına almaya girişti ve “partideki iki başlılığı ortadan kaldırmak için” kendisini bu koltuğa oturtan Önder Sav ekibini tasfiyeye yöneldi.
CHP’de, gerçekte altı aydan bu yana alttan alta yaşanan, partinin siyasi yönelişinde bir dönüşümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair krizi açığa çıkartan şey, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 26 Ekim 2010 tarihli bir yazıyla, partiden, daha önce yapılmış olan tüzük değişikliğini yaşama geçirmesini istemesi oldu. CHP’nin, Baykal döneminde kabul ettiği ama uygulamasını ertelediği yeni tüzüğü, güçlü genel sekreterlik uygulamasına son veriyor ve genel başkana MYK’yi seçme yetkisi tanıyor. Başsavcılığın bu talebini bir fırsat olarak değerlendiren Kılıçdaroğlu, 3 Kasım günü harekete geçti ve 13 genel başkan yardımcısı ile bir genel sekreterden oluşan kendi MYK’sini açıkladı. Bu sırada, Sav, Kılıçdaroğlu’nun çağrısıyla toplanan Parti Meclisi’nde (PM), partiyi bir tüzük kurultayına götürmek için imza topluyordu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ertesi gün yeni MYK’yi onayladığını açıklaması ve eski genel başkan Baykal’ın Kılıçdaroğlu’nun arkasında durması, gerek örgüt gerekse PM içinde çoğunluğu oluşturan Sav’ın elini kolunu büyük ölçüde bağladı. PM üyeleri ve il örgütleri ardı ardına Kılıçdaroğlu’nun yanına geçerken, Sav, “genel sekreterlik sayfası gönlümde kapandı” diyerek geri çekildi. Onun bu geri çekilmesinde, krizin ilk günlerinde “korku imparatorluğu”ndan söz etmiş ve “bu kadar sabredebildim” demiş olan Kılıçdaroğlu’nun Sav’a karşı söylemini yumuşatmasının da kuşkusuz etkisi oldu. Sonuçta, CHP’de altı aydır süren kriz, birkaç günlük bürokratik manevralarla çözülmüş oldu.
Şimdi her şey, geri adım atmış olan Sav yanlılarının çoğunluğu oluşturduğu PM’nin Kılıçdaroğlu önderliği ile ilişkisine bağlı. Kılıçdaroğlu, ya bu PM ile çalışmayı sürdürecek ve Sav’ın nefesini sürekli ensesinde hissedecek ya da -küçük bir olasılık da olsa- kaybetmek de dahil her şeyi göze alıp, kimi parti içi muhaliflerin de istediği gibi, seçimli bir kurultaya gidecek.
Söylem değişikliği
Kılıçdaroğlu, genel başkan seçildikten hemen sonra sarıldığı “solcu” ve “halkçı” söylemini, 4 Kasım günü yeni MYK ile gerçekleştirdiği ikinci toplantısının ardından partililere yaptığı konuşmada, “CHP devrimcilerin partisidir” diyerek güçlendirdi. CHP’nin “türban” ve “Kürt sorunu” konularındaki eski “katı” tutumunu zaten büyük ölçüde terk etmiş olan Kılıçdaroğlu’nun, emek, sosyal adalet ve toplumsal barış konularındaki yeni “sol” söylemiyle, CHP’de 1970’lerin başlarında Bülent Ecevit’in gerçekleştirdiği türde bir canlılık yaratmayı amaçladığı görülüyor. CHP’nin emek ve sosyal adalet üzerine kurulan ve özgürlüklere vurgu yapan yeni söylemi hem medyanın hem de sendikaların ve meslek örgütlerinin küçümsenmeyecek bir kesiminin desteğini almış durumda. Bu, burjuvazinin, AKP iktidarı altında yaşanan küresel ekonomiye tam uyarlanma sürecinde keskinleşen toplumsal çelişkilerin hızla somut bir tehdit oluşturduğunun farkında olduğunu gösteriyor. AKP iktidarının karşısına güçlü bir burjuva alternatifin çıkartılması gerekiyor. Bu alternatif, emekçilere, 40 yıl sonra, yeniden “umut” olarak benimsetilebilecek, küçük burjuva – ulusalcı sosyalistleri kendisine yedekleyebilecek ve Kürtlerin de anlaşabileceği bir CHP’dir. Kılıçdaroğlu ve ekibi, burjuvaziye bu fırsatı sunmaktadır. Geçerken anımsatalım: Kimi köşe yazarları, CHP içindeki son iktidar mücadelesinin ardından, Kılıçdaroğlu’nun Önder Sav’a karşı gerçekleştirdiği operasyonla, “başkanlıktan önderliğe terfi ettiğini” ya da “Gandi olmaktan çıkıp Gorbaçov haline geldiğini” yazmışlardı. Bu tür yorumlarda bulunan köşe yazarlarının, Gorbaçov’un yerini Yeltsin’in aldığını ama onun -bütün umutların tersine- SBKP’yi ve SSCB’yi nasıl bir felakete sürüklediğini bildiğini varsayıyoruz.
Bu koşullar altında, her şey önümüzdeki yedi ay içinde yaşanacak olan gelişmelere bağlı görünüyor. AKP iktidarı, her ne kadar, uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmelerin, özellikle de ABD Merkez Bankası FED’in son kararlarının rüzgarını arkasına almış görünse de, doların değer kaybından (TL’nin değer kazanmasından) kaynaklanan olumlu göstergeler, en küçük kırılmada tersine dönebilir. Öte yandan, aynı uluslararası ekonomik gelişmelerin, işsizliğin ve enflasyonun artması, dolayısıyla gelir dağılımının daha da bozulması gibi bir başka etkisi de olacak. Siyasi alana gelince… AKP’nin Kürt sorununun çözümü yolunda hem kendi tabanından ve başta ordu olmak üzere kurumlardan hem de Kürt önderliğinden elde ettiği destek kırılganlığını sürdürüyor. Hükümetin “demokratikleşme” masalı, sürmekte olan davalar, eğitim sisteminde atılan adımlar ve özellikle sosyalist ve devrimci gençliğe yönelik polis terörüyle, inandırıcılığını büyük ölçüde yitirmiş durumda.
Bütün bu gelişmelerin farkında olan CHP, iktidara gelebilmek için emekçilerin desteğini elde etmek istiyor. CHP’nin bunu başarabilmek için giderek daha fazla “sol” argümanlara başvurmak zorunda kalması, sosyalistleri yanıltmamalı. AKP, Kemalist seçkinlerin egemenliğine karşı mücadele ederken küçük burjuva liberallerini yanına çekmiş ve kendi solunu, hatta “sosyalistlerini” yaratmıştı. Şimdi CHP aynı yolu tutuyor ve Kılıçdaroğlu önderliğinde “CHP devrimcilerin partisidir” diye haykırıyor. Marx, tarihte her olayın iki kez yaşandığını belirttikten sonra eklemişti: Birincisinde trajedi, ikincisinde ise komedi olarak! “Sol”un bir kesimi, CHP’ye karşı Demokrat Parti’ye yedeklendikten 60 yılı aşkın süre sonra bir komediye imza atıp AKP’nin yanında yer aldı. Onun ulusalcı kesiminin, yaklaşık 40 yıl sonra yeniden CHP’ye yedeklenerek bir başka komediye imza atması mümkün. Bütün siyasi söylemini soyut bir emperyalizm ve AKP karşıtlığı üzerine kuran ulusalcı solun, yedi ay sonraki seçimlerde, “ilerici – demokratik güçleri bölmeme” ve “AKP iktidarına son verme” uğruna CHP’ye vereceği böylesi bir destek, “komedi” olmakla kalmayacak, trajikomik bir teslimiyet olacaktır.
Marksist devrimciler, CHP’nin burjuva sol-popülist söylemlerle emekçi kitleler içerisinde yaratmaya çalışacağı yanılsamalara karşı mücadele ederek onu sürekli teşhir etmeli ve sistemin gerçek alternatifinin enternasyonalist devrimci bir partide birleşerek kapitalist sistemi yıkmaktan geçtiğini sürekli vurgulamalılar.