CHP hükümetin savaş yönelimine açık destek veriyor

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 26 Şubatta BBC Türkçe’ye verdiği röportaj, CHP’nin özünde AKP’den pek farklı olmayan bir burjuva partisi olduğunun son kanıtlarından birisidir. Kılıçdaroğlu, bu röportajında AKP’nin savaş yönelimine açıkça destek veriyor.

AKP’nin savaş ve diktatörlük yönelimi ile işçi sınıfının yaşam koşullarındaki büyük düşüş, burjuva muhalefet, medya ve sahte sol tarafından kapitalizmin küresel krizinden ve egemen sınıflardan bağımsızmış gibi ele alınıp tek başına AKP’nin hırsları gibi gösteriliyor. Tespit böyle olunca, çözüm de, AKP’nin yerine başka bir partinin gelmesi olarak basite indirgeniyor ve yaşanan yıkımların ardındaki kapitalizm ve sınıf egemenliği gerçeği hasıraltı ediliyor. Bu konuda tabii ki ilk adres en büyük burjuva muhalefet partisi CHP’dir. CHP iktidara gelirse Suriye’deki savaşın duracağı, işsizliğin azalacağı, ücretlerin artacağı, yaşam koşullarının iyileşeceği, demokrasinin yeniden tesis edileceği, iflas etmiş olan hukuk, sağlık, eğitim sistemlerinin düzeleceği vb. gerek parti, gerekse destekçisi tüm kesimler tarafından sürekli dillendiriliyor.

Bu tozpembe masallara en iyi cevabı aslında partinin genel başkanının kendisi vermektedir. Kılıçdaroğlu, hükümetin Kürt illerinde sürdürdüğü operasyonlara karşı çıkmıyor. O, insan hakları ihlallerine yönelik sinik vurgular eşliğinde daha önce masaya oturulmuş olmasını eleştiriyor ve savaşın en baştan beri hiç ara vermeden devam etmesini savunuyor, hem de MHP’nin ağzıyla. O, şunları söylüyor:

Hükümet de sorunu çözeceğim diye yola çıktı ama sorunu çözmenin ötesinde PKK’nın hem kentlerde hem kırsal kesimde güçlenmesi için elinden gelen her türlü kolaylığı gösterdi. Açıkça terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptı. Şimdi onunla mücadele için yola çıkıyor. İyi de o şehirlere binlerce silahı, militanı yerleştirdikleri zaman bu ülkeyi kim yönetiyordu? AKP neredeydi?

Kılıçdaroğlu, Artvin’deki devlet şiddetini eleştirirken, Cizre’deki devlet terörünü “burası ne Cizre, ne Şırnak, burası cumhuriyet kenti Artvin” sözleriyle meşrulaştıran CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ı da savunarak, “terörle mücadele” adı altında yüz binlerce sivile terör estiren AKP iktidarına verdiği desteği, bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor:

…her milletvekilinin her söylediği sözle ilgili soruşturma açmak doğru değil. Sonuçta Artvin’in bir Cizre olmadığı, bir Diyarbakır olmadığı bir gerçek. Ama altının özenle çizilmesi gereken bir şey var. Cizre’de kentin içinde yuvalanmış terör örgütleri var. O terör örgütlerine karşı yapılan bir mücadele var. Ama Artvin’de böyle bir tablo yok. Doğaya sahip çıkan bir halk var. Dolayısıyla bu ayrımı arkadaşımız vurgulamış oluyor.

Kılıçdaroğlu, AKP hükümetinin Suriye politikasına da tam destek veriyor. O, hükümetin sözde insani gerekçelerle Suriye’nin kuzeyini işgal etmesinde paravan olarak kullanılacak tampon bölge önerisini şu sözlerle savunuyor:

Öteden beri Türkiye bir tampon bölgenin oluşmasını istedi. Çünkü çok sayıda mülteci var. Bu mültecilerin bir kısmının en azından güvenlikli bir bölgede bulundurulmaları gerekiyor. O açıdan bakıldığında hem mülteci konusunda hem de tampon bölge konusunda Türkiye’nin haklılığını vurgulamamız gerekiyor. … Bizim bütün kaygımız, eğer bir tampon bölge oluşturulabilseydi, güvenlikli bir bölge oluşturulabilseydi insanlar en azından Türkiye’ye gelmeyecekler, kendi topraklarında uluslararası kuruluşların, BM’nin, benzer kuruluşların da yardımıyla şu veya bu şekilde kendi ülkelerinde güvenlikli olarak yaşayabileceklerdi. En büyük arzumuz bu güvenlikli bölgenin kurulmuş olmasıydı.

Kılıçdaroğlu, sığınmacıların, Türk ordusunun “gerektiğinde” Suriye sınırları içine girmesini meşrulaştırmak için bilinçli olarak sınırın diğer tarafındaki kamplarda tutulmasını doğru bulup bulmadığı yönündeki soruya da, “evet, doğru bir politika bu” cevabını veriyor. Kılıçdaroğlu, sığınmacıların yaşamıyla ve refahıyla, onları evlerini terk etmeye zorlayan emperyalist müdahaleyle ve Türkiye gibi ülkelerin yıkıcı rolüyle ilgilenmemektedir. O ve partisi, aynı AKP ve Avrupa ülkelerinin burjuva hükümetleri gibi, sığınmacıları kurtulunması gereken bir yük olarak görüyor. Kılıçdaroğlu, Suriyeli sığınmacıların, savaş sona erdiğinde geri gönderilmesi gerektiği yönündeki düşüncesini bu röportajda bir kez daha yineliyor.

“Eğer bir örgüt [YPG ile PYD’den söz ediyor] silahlı bir terör örgütüyle ilişkilerini hala sürdürüyorsa, onu terör örgütü olarak kabul etmek gerekiyor.” diyen Kılıçdaroğlu, hükümetin PYD/YPG’ye yönelik çıkışlarını da olduğu gibi onaylamakta ve hükümetin Suriye’yi istila bahanelerinden birine daha arka çıkmaktadır. Kılıçdaroğlu, Azez’deki YPG mevzilerinin TSK tarafından topçu ateşine tutulmasını da onaylanıyor: “Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Her ülke kendi güvenliğini sağlar. Türkiye de o çerçevede hareket etmek zorundadır.”

Kılıçdaroğlu’nun sözleri, CHP’nin AKP’ye -onunla gericilikte yarışma dışında- alternatif olmadığının; savaş ve diktatörlük yönelimlerine son vermeyi değil, bunları kendi iktidarı altında ve Batılı emperyalist müttefikleriyle tam uyum içinde yürütme peşinde koştuğunun son kanıtlarıdır.

Daha önce AKP hükümetinin bir dünya savaşını tetikleyebilecek şekilde bir Rus uçağını vurup düşürmesini koşulsuz desteklemiş olan CHP, bugün, hem Kürt illerindeki savaşı hem de hükümetin Suriye’yi istila planlarını desteklemektedir. Baykal’ın, Suriye’deki mezhep savaşında taraf belirtmesi ve AKP’nin Suriye politikasını açıkça onaylaması da partinin liderini rahatsız etmiyor. CHP’nin Suriye’deki vekil teröristlere el altından gönderilen desteği durdurarak savaşı sona erdirme fikri de gerçeklikten bir o kadar kopuktur. Bu “fikir”, Suriye’deki savaşın başlıca örgütleyicileri olan CHP’nin dostları ABD ve diğer emperyalist güçlerin sorumluluğunu örtme çabasını ifade etmektedir. AKP hükümeti, bu Batılı ortakları ile işbirliği içinde Türkiye’yi bir savaşçı, silah ve ikmal hattına çevirmiştir.

CHP, hükümetin savaş yönelimi destekler, onun bu politikaları rahatça uygulaması için önünü açarken, onun otoriter yönetimine sinik eleştiriler yöneltiyor. İşçi sınıfının elde kalan bütün kazanımlarını yok eden yasa tekliflerine sözlü bir muhalefetle destek verirken, bağlantılı olduğu sendikalar işçi sınıfının gardiyanlığını yapıyor.

AKP’nin savaş yönelimi, giderek daha çok baskı ve zora başvurması, işçi sınıfının bütün kazanımlarına saldırmasının nedeni tek başına onun açgözlülüğü ya da gericiliği değil, tüm dünyada hükümetleri savaş, diktatörlük ve toplumsal karşı-devrim yönelimini benimseye zorlayan kapitalizmin küresel krizidir. Ne CHP ne de diğer burjuva partileri bu krizden çıkış sağlayacak bir çözüme sahip değildir. Onların hepsi, savundukları kapitalist sistemin ürünü olan savaşları, katliamları, baskıyı ve yoksulluğu kaçınılmaz olgular olarak sunmaktadır.

Bu krizin şiddetlendirdiği Ortadoğu savaşının, siyasi ve toplumsal gerilimlerin merkezinde bulunan sosyalistlere düşen görev,  işçi sınıfının bütün burjuva partilerinden bağımsız siyasi mücadelesini, savaşa ve baskıya son verecek enternasyonalist sosyalist bir program temelinde örgütlemektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir