Geçtiğimiz günlerde önce KPSS Lisans sorularının çalınıp dağıtıldığının ortaya çıkması, ardından da diğer sınavlara da hile karıştığının anlaşılması ile sınav sektörü yeniden gündemimize oturdu. 26 Eylül’de yapılacak KPSS Ön Lisans/Orta Öğretim ve TUS sınavlarının ertelenmesi, ÖSYM’ye baskın yapılması, son beş yılın sınavlarının incelemeye alınması, daha önce bazı hile olaylarının ÖSYM tarafından bilinmesine rağmen gözardı edildiği haberleri, bu ortaya çıkanların tuzu biberi oldu.
KPSS ve TUS sınavının ileri bir tarihe alınması ve ÖSYM’ye baskın düzenlenmesi, önümüzdeki aylarda yapılacak diğer sınavların da ertelenmesine ve atamaların askıya alınmasına yol açtı. Bu durum KPSS sınavı ile iş bulma umudu taşıyanların bir süre daha işsiz kalacakları anlamına geliyor. Zaten daha önceki sınavlarda da devlet yeterince personel almamış, personel açığına rağmen daha büyük miktarda personel alımını bu yıla bırakmıştı. Bunun nedeni ise referandum ve 2011 seçimleri. AKP bu yolla “işsizliği azalttık” diyerek seçimlere girmeyi planlıyor. Yine de bu yıl da açığa rağmen yeterince kamu personeli alınmıyor, işsizlik yüksek seviyelerde seyredecek görünüyor. Yüksek işsizlik oranı sadece işsizlerin sorunu değil aynı zamanda çalışanların da patronlara boyun eğmesi için bir tehdit unsuru oluşturuyor.
Yaşananlar Neyi İfade Ediyor?
Tekrar sınavlar konusuna dönecek olursak, soruların çalındığının açığa çıkmasının ardından muhalefet ve yandaşı basın, soruları çalan ve dağıtanların hükümet taraftarı olduğu, cemaatlerle ilişkisi olduğu, Facebook ve benzeri sitelerde CHP karşıtı gruplara katıldığını iddia ederken, iktidar da tersi yönde propaganda yaptı. Bir sınavda soruların çalınması ve bu kadar çok kişiye dağıtılması, şüpheli kişilerin belirli bir kesimden olduğunun söylenmesi, sınavlardaki hilelerin sadece KPSS ile kalmayıp diğerlerinde de ortaya çıkması bu işin organize olduğunu düşündürebilir.
Kapitalist düzenlerde bu tür yolsuzluklar, haksızlıklar, hileler her zaman olagelmiştir. Ayrıca iktidarda bulunan partilerin kendilerini destekleyen kesimlere bu tür ödüller verdiği de görülmüştür. Muhalefete göre ise bu cemaatlerin bir icraatı olup, Gülen cemaatinin devleti ele geçirme faaliyetlerinin ulaştığı boyutu gösteriyor. Bu işte hükümetin, cemaatin ya da başka bir kesimin parmağı var mıdır, yok mudur bu tür polisiye hikâyelerin işçi sınıfı açısından bir anlamı yok.
Bu sınavlarda hileler olmasa bile işçi sınıfından gençlerin bir sınavda başarılı olup, daha iyi bir eğitim alma, bir üniversite kazanma, ardından da KPSS gibi sınavlarda başarılı olma şansı zaten düşük tutuluyor. Üniversiteye girmek, kamu emekçisi olmak ve bunun gibi pek çok şey için düzenlenen sınavlarda bir insanın alabileceği eğitime dair her şey soruluyor ama gelin görün ki devlet okullarında bu kalitede eğitim verilmiyor. Bu açığın dışarıdan tamamlanması yani bir dershaneye gidilmesi, özel dersler alınması, sınav kitaplarına çuvallar dolusu para dökülmesi gerekiyor. Ortalama bir işçinin aldığı ücret düşünüldüğünde (asgari ücretle çalışanı hiç düşünmeyin bile) ortaya çıkan maliyetin bir işçi tarafından karşılanması için ciddi bir borç yükünün (senet-taksitlendirme vb.) altına girilmesinden başka çare kalmıyor.
Özelleştirilmiş Eğitim
Bugüne kadar eğitimin özelleştirilmekte olduğu hakkında pek çok şey yazılıp çizildi. Fakat şu anki durum eğitimin özelleştirilmekte değil, zaten özelleştirilmiş olduğunu gösteriyor. Devlet her ne kadar kâğıt üzerinde eğitim hizmeti verse de gerçekte devlet okullarında verilen eğitimin içi büyük ölçüde boşaltıldı ve bir takım kuru ve yetersiz bilgilerin ezberletildiği bir sistem haline geldi. İyi bir eğitim için ya bir özel okula gitmek ya da devlet okullarında alınan eğitimi dershanelerle, özel derslerle tamamlamak gerekiyor.
Peki, öyleyse devlet okulları neden var? Burada devlet okullarının oynadığı rol sadece halkın “devletin hizmet verdiğine dair gözünü boyamak” değil özelleştirilmiş eğitim sistemi için talep yaratmak da olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Devletin verdiği eğitimin düşük kalitede tutulması ile öğrenciler ve aileleri dershane, özel okul, özel ders, sayısız test kitabı gibi pahalı eğitim araçlarına gereksinim duyuyorlar, böylece diğer yandan özel eğitim için talep yaratılmış oluyor.
Eğitimdeki bu arz talep konusunun bir başka ayağını da öğretmenler oluşturuyor: Devletin yüksek miktarda kadro açığına rağmen bu kadar az öğretmen alması sadece işsizliği yüksek seviyede tutarak çalışan öğretmenleri de baskı altında tutmakla kalmıyor, aynı zamanda öğretmen istihdam edilmesini ve hatta en ağır şartlarda çalıştırılmalarını sağlıyor. Özel dershanelerin “çalışmazsan dışarıda aç kalırsın” tehditleri, devletin ise yeterli öğretmen istihdam etmemesi, örgütsüz durumdaki eğitim emekçilerinin teslimiyet bayrağı çekmesine ve patronların bütün şartlarını kabul etmelerini sağlıyor.
Burjuva ekonomistler ve eğitim bilimciler (ya da kendilerine her ne isim veriyorlarsa) üniversitelerin çok fazla öğretmen yetiştirdiğini, ortada ihtiyacın üzerinde öğretmenin olduğunu iddia edebilirler. Elbette sayıları artan üniversiteler ve hemen hemen hepsinin bol sayıda öğretmen yetiştirmesi, üniversitedeki puanlama sisteminin ve öğrencilerin bu üniversitelerde okuyabilecek çok az seçeneğinin olması bunun nedeni gibi görünebilir. Fakat okullara ve öğretmenlere duyulan ihtiyaç düşünüldüğünde bunların hepsinin işe alınması mümkün görünüyor.
Eğitim devasa boyutta özelleştirilerek büyük bir sınav piyasasının yaratıldı. Türkiye’de neredeyse her hafta bir başka sınav yapılıyor. Bu sınavları aşmanın yolu dershanelere gitmekten geçer hale geldi, bu da her yerde adım başı bir dershanenin türemesini sağladı. Hatta zincir dershaneler, test kitapları üreten yayınevi adı altındaki kapitalist birlikler oluştu. Böylece eğitim ve sınav piyasası milyonlarca liranın döndüğü devasa bir sektör halini aldı.
Parasını ödeyemeyen emekçi çocuklarının eğitimden mahrum kalması, ödeyebilenlerin ise birer soru çözme makinesine dönüştürülüp, düşünemeyen, sorgulayamayan, bütün hayata ezberci mantığıyla belirli kalıplardan bakan insanlar haline gelmesi sadece bir yan etki. Kapitalizm dünya çapındaki genişlemesini uzun zaman önce tamamlamış olup, yeni pazarlar ve sömürü alanları yaratarak yoluna devam ediyor. Eğitimin kapitalistleştirilmesi de bunun bir örneği.
Parasız Eğitim Mümkün mü?
Eğitim artık herhangi bir kamu hizmeti olmaktan çıkıp, devletin yapmak zorunda kaldığı ve karşılığında kendince bir ücret aldığı, büyük miktarda paranın hareket ettiği bir sektör haline geldi. Bugün, devletin dershane ve benzeri yapıları yasaklaması, sınav endüstrisini yok etmesi ve herkese adil bir fırsat tanıması, eğitimin kalitesini arttırması demek, bu devasa sektörü ortadan kaldırması, eğitimdeki kapitalistleşmeyi yok etmesi anlamına gelecektir ki bunun kapitalist bir iktidar altında gerçekleşmesinin imkânsız olduğu gün gibi aşikâr.
Bu nedenle kapitalist bir sistemde, sınıfsal bölünmenin yarattığı ekonomik ve sosyal uçurumda bizim anladığımız anlamda adil, eşit, parasız eğitimi savunmak saflık olur. Marksistler, elbette parasız eğitim sloganını savunurlar; ama bunun kapitalist bir düzende gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını bir an bile unutmayarak. Bu tür talepler Marksistler tarafından birer geçiş talebi olarak savunulur ve işçi sınıfının ve gençliğin kitlesel politik eğitiminde yer alır. Eğitimdeki bu kapitalistleşmeyi durdurmak, emekçilerin eğitim hakkının elinden alınmasına dur demek sadece işçi sınıfının iktidarıyla mümkün olabilir.