BTK’nın 22 Ağustos’ta internete çeşitli filtreler getirileceğini [1] duyurmasının ardından büyüyen tepkilerin sonucunda 15 Mayıs’ta Türkiye’nin çeşitli illerinde “İnternetime Dokunma” adında yürüyüşler yapılmıştı. Bu yürüyüşler herhangi bir politik oluşumun doğrudan katkısıyla gerçekleşmemişti. Hatta genellikle siyasi çevreler bu eylemlere örgütlü bir destek vermekten uzak görünüyordu, katılım daha çok bireysel desteğe şeklindeydi. Kimi çevrelerce eylemlerin kitleselliğinin artması ve marjinalleşmemesi gerekçesiyle özellikle eylemlerde örgütlü bir duruş sergilenmemişti.
Bu yürüyüşler yeterli olmuş mudur, isteneni vermiş midir, siyaset üstü eylemler doğru mudur? Tüm bunlar bir yana bu kadarı bile burjuva basında karalama kampanyaları açılmasına yeterli olmuş görünüyor. AKP’ye muhalif burjuva gazeteler bu eyleme pek fazla değinmez ve üstünkörü geçiştirirken, hükümet yanlısı medya bu yürüyüşler hakkında en uçuk iftiraları atmaktan çekinmiyor.
BTK’nın filtre kararının açıklanmasının ardından yandaş basın bu filtrelerin sansür olmadığı yönünde yoğun bir propagandaya başlamıştı. Belli ki BTK Başkanı Tayfun Acarer’in “hiçbir filtre istemeyenler Standart Paketi seçebilirler, Standart Paket şu anki durumdan farklı bir uygulamayı içermeyecek” yollu açıklamalarından “tatmin olmuşlardı.” Tayfun Acarer’in açıklaması hiç de tatmin edici olmadığı gibi şu ana kadar var olan sansürü de “Standart Paket” adında kanıksatmayı hedefliyordu. Tabii ki hükümet yanlısı köşe yazarları ve çevreler dışında kimseyi inandıramadılar ve 15 Mayıs yürüyüşleri gerçekleşti.
Bunun üzerine burjuva basına kalan tek şey “İnternetime Dokunma!” eylemine karşı karalama kampanyası başlatmaktı. Öyle de oldu. Burjuva köşe yazarları bir yandan bu filtrelerin gerekli olduğunu yazarlarken bir yandan da eylemcileri suçu savunmakla itham ettiler. Radikal Gazetesi yazarı Akif Beki, ‘Tam Bağımsız İnternet’ Palavrası başlıklı yazısına eylemler için “İnternetin 31 Mart Vakası”, “gerici bir ayaklanma gibi” ifadelerle başlıyor ve bu yürüyüşü destekleyen kitleyi aşağılamakla devam ediyor. Ve sonunda ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Özgürlük talebi bir kılıf bence, sansür karşıtlığı bir bahane. İnternete filtre onlar için şahane bir gerekçe. Amaç, seçime giden memlekette yasakçılık marazası çıkarmak.” Bu durumda belki kendisi neden eylemin siyasi bir niteliği olmasın diye bu kadar çabalandığını, siyasi grupların doğrudan katılmadığını bize açıklama zahmetini gösterir.
Yazının devamından anlıyoruz ki yazar, BTK Başkanı Tayfun Acarer’in açıklamalarını tatmin edici bulmuş ve şu an var olan sansürleri de yok saymış. Kendisiyle aynı fikirde olan pek çok yazar gibi farklı sansür paketlerini de özgürlük olarak sunmaktan çekinmiyor. Evet, özgürlüğümüzün ne kadar ve ne şekilde elimizden alınacağını seçme hakkına sahibiz. En azından bize hangi sansürün uygulanabileceğini seçme şansımız var. Özgürlük böyle bir şey olsa gerek!
Akif Beki’nin yazısı devam ettikçe saçma bir hal alıyor: “Cinsellik ve şiddet dahil her türlü içeriğe limitsiz erişim hakkı isteyenler kadar, belli içerikleri zinhar kendi ekranında görmek istemeyenlerin de hak ve hürriyetleri yok mu? Var ama ırgalamıyor bizim sanal anarşistleri.” Sanki bu tür içeriklerle karşılaşmak istemeyen insanlar zorla bu sitelere sokuluyormuş gibi girmek istemeyenlerin hürriyetinin engellendiğini iddia eden yazar, sansürü haklı çıkarmak için en uçuk argümanlara bile başvurmaktan çekinmemiş. Yazardan bu engin bilgisi sayesinde Haydar’ın suçunun ne olduğunu açıklamasını da beklersek çok şey istemiş olmayız herhalde.
Ebru Baran’ın “İnternet Kandırmacası Çıktı” başlıklı yazısı ise uydurma kavramına yeni bir boyut kazandıracak düzeyde. Star gazetesinde ve haber sitelerinde yayınlanan bu yazı sansür karşıtlarının arkasında 50-100 dolara internet filtresi satan şirketlerin olduğunu iddia ediyor. BTK’nın filtreleme uygulamasının bu şirketlere büyük darbe vuracağını ama bu şirketlerin lobisinin çok güçlü olduğunu iddia eden Ebru Baran’a göre binlerce insanın sokağa çıkması bir komplodan başka bir şey değil.
Neresinden tutsanız havada kalacak olan bu iddiaların elbette kanıtlanması mümkün değil. Bu şirketler hangi şirketlerdir, bu kadar büyük bir lobiye sahip oldukları bilgisinin kaynağı nedir, bu eylemleri nasıl örgütlemişlerdir, nasıl finanse etmişlerdir, bunların delilleri nelerdir, bunlara cevap veremez. Ayrıca bu tarz yazılımların hepsi ücretli olmadığı gibi, ücret karşılığı satılanlar da bu kadar büyük bir pazara sahip değil. Korsan kullanım da cabası.
Burjuva medyanın elbette iletişim özgürlüğünden yana olmasını beklemiyorduk. Basın-yayın organları egemen sınıfının işçi sınıfı üzerinde ideolojik hegemonya kurmasının araçları olup, burjuvazi her zaman bu araçlar üzerinde tam denetime sahip olmak istiyor. Muhalif gazetecilerin susturulması, hapse atılması, internete uygulanan sansür, gazetecilerin yandaşlaştırılması buna işarettir. Bu nedenle internet sansürüne karşı yapılacak bütün eylemler sadece sansürü protesto etmekle kalmamalı; genel olarak basın-yayın özgürlüğüne yönelik saldırılar protesto etmelidir.