Almanya, bugüne kadar devam eden Afganistan’daki savaşın ardından, milyonları katledip yerinden ederek bölgenin geniş alanlarını mahveden Irak, Libya ve diğer ülkelerdeki savaşlarda yalnızca dolaylı olarak yer almıştı. Şimdi ise, nükleer silahlı güçler arasında bir küresel çatışmayı kışkırtma tehdidi yaratan canice bir savaşa bodoslama dalıyor.
Herkes, keşif uçağı, bir fırkateyn ve 1.200 kadar askerin gönderilmesinin yalnızca başlangıç olduğunu çok iyi biliyor. Die Welt editörü Stefan Aust “otuz yıllık bir savaş”tan bahsederken, Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier on yıldan fazla süren askeri angajmandan söz etti.
Müdahalenin hedefinin IŞİD terör örgütünü yok etmek olduğu iddiası, su katılmamış bir yalandır.
El Kaide gibi, IŞİD de, salt bölgedeki savaşların bir sonucu olarak ortaya çıktı. El Kaide, özünde, Afganistan’daki Sovyet yanlısı rejimle çatışmasında ABD için vekil güç olarak hizmet etti. IŞİD de, Libya’da Muammer Kaddafi’ye ve Suriye’de Beşar Esad’a karşı savaşlarda aynı amaca hizmet etti. Bu İslamcı gruplar, Pakistan, Suudi Arabistan ve Türkiye istihbarat kurumlarının yanı sıra CIA tarafından desteklendiler veya desteklenmeye devam ediyorlar.
Bu güçler, aynı Frankenstein’ın canavarı gibi, yaratıcılarının kontrolünden kısmen çıktılar. Ama tüm bölgenin bombalanması, fiziksel ve sosyal altyapının sistematik imhası ile büyük ve bölgesel güçler arasındaki siyasi rekabet olmadığında, savaşçı, para ve silah akışı hızla duracak ve IŞİD süratle yok olacaktır. IŞİD’i, yenilmesi için on yıllık bir çatışma gerektirecek ciddi bir askeri rakip olarak sunmak kuşkusuz saçmadır.
Almanya’nın savaşa müdahalesinin arkasında oldukça farklı nedenler söz konusudur. Egemen seçkinler şu sonuca varmış durumda: Hammaddeler, piyasalar ve stratejik etki için küresel mücadele, ulusal çıkarların; yani, Almanya’nın büyük bankalarının ve şirketlerinin çıkarlarının savunulması için bir kez daha askeri araçlarla savaşmayı gerektirmektedir. Bazı uzmanlar, bunu açıkça itiraf ediyorlar.
Hükümet güdümlü Stifftung Wissenschaft und Politik düşünce kuruluşunun güvenlik uzmanı Markus Kaim, Die Zeit ile bir röportajda, “Almanya için anahtar, gelecek yıllar boyunca askeri müdahale yoluyla, kendisini Ortadoğu’da nüfuz sahibi bir güç olarak öne sürmektir.” dedi. “Bu, Alman politikası için yenidir. Buna şimdiye kadar aşina olmamıştık.”
Süddeutsche Zeitung’un dış ilişkiler masasının başındaki Stefan Kornelius, “Alman hükümeti, artık, hedeflerini askeri araçlarla da sürdürmeyi istemeye karar vermiştir.” diye yazdı. O [Alman hükümeti], bunu, “(hoş, ahlaki bir düşüncenin dışında gerçekçi politik koşulları hesaplayan) Fransa’yla dayanışmadan” ziyade, “kendi ulusal çıkarı için” yapıyor.
Hıristiyan Demokrat Birlik güdümlü Konrad Adenauer Foundation’ın bir strateji belgesi, daha önce, 2001’de, bu Alman “ulusal öz-çıkar”ını şöyle tanımlamıştı: “Bölgedeki temel Alman çıkarı kısaca özetlenebilir. O, kendi ve Avrupalı ortaklarının güvenliğinin tehlikeye atılmasını önlemek, özgür hammadde arzını güvenceye almak ve Alman iş dünyasına ihracat fırsatları yaratmak için zarar görmüş devletlerin ve ülkelerin istikrarını sağlamaya yöneliktir.”
Çalışma, Almanya’nın ihracat ekonomisi için “bölgenin merkez devletlerinin (Mısır, Türkiye, İran), ama en önemlisi mali bakımından güçlü Körfez devletlerinin ihracat piyasalarının” önemini belirtiyordu. “Dolayısıyla, satış piyasalarını güvence altına almak, piyasalara mümkün olabildiğince engelsiz erişim sağlamak ve rakiplerle, ABD, Doğu Avrupa devletleri ve de Doğu Asyalı sanayi devletleriyle boy ölçüşmek için bir katkı yapmak” gerekliydi.
Bu hedefler, şimdi, savaş uçakları, fırkateynler ve askerler ile sürdürülüyor. Alman egemen seçkinleri, bunu yaparken, canice tarihsel geleneklerden yararlanıyorlar. Hitler’in isteği üzerine Berlin Üniversitesi’nde “Genel Askeri Eğitim Enstitüsü”ne başkanlık etmiş olan Profesör Oskar von Niedermeier, II. Dünya Savaşı patladığında, “Akdeniz, Kızıl Deniz, Körfez ve Hint Okyanusu”nun, “er ya da geç gerçekleşecek olan belirleyici mücadele” için son derece önemli olduğunu söylemişti.
Bugün, aynı üniversitede siyaset bilimi dersi veren Herfried Münkler, son kitabı Kriegssplitter’da, “Ortadoğu’da düzen, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana açık kalan önemli konular arasındadır ve Avrupalılar, bu bölgenin istikrarına ‘yatırım’ yapmak zorunda kalacaktır.” diye yazdı.
Suriye’deki son müdahale, korkunç savaş suçlarına neden olacaktır. Büyük ve bölgesel güçler tarafından yıllardır sistematik olarak teşvik edilmiş olan bu savaştaki yıkım, daha şimdiden, Irak, Afganistan ve Libya’da yaşananları birçok açıdan aşmıştır.
Günlük Taggespiegel gazetesindeki bir yorum, Suriye’yi bir “bataklık” olarak tanımladı ve şöyle sürdürdü: “Oraya müdahale etmek için iki iyi ve geçerli nedeni (terörizm ve sığınmacılar) olan kim olursa olsun, her şeye rağmen, herhangi bir yanılsamaya sahip olmayı göze alamaz ve aşırı ahlaki idealler nedeniyle değişim gerçekleştirme seçeneklerini engelleyemez.” “Aşırı ahlaki idealler”in terk edilmesi, savaş suçları için bir örtüden başka bir şey değildir.
Hükümet, Almanya’nın Birinci ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndaki eski suçları nedeniyle, halk içinde savaşa ve militarizme yönelik köklü bir muhalefetin var olduğunu bilmektedir. Bu yüzden, onlar, gerçek amaçlar, tehlikeler, sonuçlar hakkında herhangi bir kamuoyu tartışmasını ve eylemin anayasaya ya da uluslararası hukuka göre herhangi bir gerekçesi olmamasını bastırmak için, savaş kararını parlamento yoluyla üç gün içinde oldubittiye getirdiler.
Onlar bunu yaparken, parlamentonun tam desteğine sahipler. Askeri müdahaleyi destekleyen milletvekilleri, meydana gelecek suçlardan bizzat sorumludur.
Parlamentodaki koltukların beşte dördünden fazlasını kontrol eden hükümet partileri CDU, CSU ve SPD, büyük bir çoğunlukla savaş lehine oy verecekler.
Yeşiller, müdahaleyi sağdan eleştiriyorlar. Yeşiller’in parlamento lideri Katrin Göring-Eckardt, Çarşamba günkü ilk yorumu sırasında, IŞİD’le askeri olarak mücadele edilmelidir, dedi. O, sadece, hükümetin Vladimir Putin’le ve “kitle katili”yle arasına mesafe koymamış olmasını esefle karşılıyordu. Göring-Eckardt, hükümeti, ABD’nin yapmakta olduğu gibi Esad rejimini devirmeye öncelik tanımakta başarısız olmakla suçladı.
Sol Parti’den Dietmar Bartsch da, IŞİD’in “yok edilmesi” hedefini destekliyor fakat bombardımanı “yanlış yanıt” olarak tanımlıyordu. O, bunun yerine, Kürt vekillere daha fazla silah gönderilmesi ve IŞİD’e destek akışını önlemek için Türkiye-Suriye sınırının daha iyi denetlenmesi çağrısı yaptı.
Bu, Alman emperyalizmine ilkeli bir karşı çıkış değildir. Eğer onların oyları belirleyici olsaydı, Sol Parti askeri müdahale yönünde oy verecekti. Sol Parti, “hayır” oylarıyla, gerçekte tüm partiler temel konular üzerinde anlaşma içindeyken, parlamentoda bir muhalefet partisinin var olduğu yanılsamasını sürdürmeye çalışıyor.
Yaklaşan felaketi önlemek için bir savaş karşıtı hareketin inşa edilmesi, yalnızca, parlamentonun ve orada temsil edilen partilerin dışında gerçekleştirilebilir. Bu hareketin, bütün ülkelerin işçi sınıfını ve gençliğini savaşa ve kapitalizme karşı mücadelede birleştirecek uluslararası sosyalist bir programa dayandırılması gerekmektedir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin ve onun gençlik örgütü Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in amacıdır.
4 Aralık 2015