“Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin “Bu suça ortak olmayacağız!” başlıklı bildirisini imzalayan akademisyenlere yönelik cadı avı tırmanıyor. Kocaeli Üniversitesi’nde görevli 21 akademisyene Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı. Haklarında soruşturma açılan akademisyenler sabah saatlerinde evleri basılarak gözaltına alındılar. Yine, Bolu’da üç akademisyen ile Bursa Uludağ Üniversitesi’nde görevli üç akademisyen gözaltına alınarak savcılığa sevk edildi. Kocaeli’nde gözaltına alınanlar serbest bırakılırken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da 128 akademisyen hakkında “terör örgütü propagandası” yapmaktan re’sen soruşturma başlattı.
Akademisyenlere yönelik saldırılara, üniversite yönetimleri de vakit yitirmeden katıldılar. Bildiride imzası bulunanlara yönelik gözaltı ve yargı terörüne, yaygın bir istifaya zorlama ve idari soruşturma dalgası eşlik ediyor.
Devlet yöneticilerinin ve medyanın estirdiği terör, faşistleri de harekete geçirmiş durumda. Gazi Üniversitesi’nde bildiriye imza atan iki akademisyenin odalarının kapısına, “PKK’ya destek veren Kemal İnal’ı ve Betül Yarar’ı üniversitemizde istemiyoruz. Gazi İletişim Ülkücüleri” yazısı asıldı.
Hatırlanacağı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1128 akademisyeni, “Sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız. Ama bu aydın müsveddeleri, ne yazık ki kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık. Aydın falan değilsiniz,” sözleriyle suçlamış; yargıyı ve polisi “göreve” çağırmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sonrasında da defalarca hedef gösterdiği akademisyenlere yönelik yandaş (tetikçi) medyanın başlattığı linç kampanyasına, faşist mafya lideri Sedat Peker de eklendi. Twitter hesabından açıklama yapan Peker, “oluk oluk kan akıtacağız ve akan kanlarınızda duş alacağız,” diyerek akademisyenleri açıkça ölümle tehdit etti.
Burjuva muhalefet ise akademisyenlere dönük baskılara “utangaç” ve ikiyüzlü biçimde karşı çıkıyor. CHP Parti Meclisi, 35. Olağan Kurultay öncesinde, konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Geçmişte bazı kişi ve mihraklar tarafından hedef gösterilen insanların katledilmesi hafızalarımızdadır. Maalesef, Cumhurbaşkanı himayesinde konuşan bir mafya liderinin ‘Akan kanlarınızla duş yapacağız’ ifadesi endişelerimizi güçlendiriyor. Şiddet çağrısı içermedikçe ifade özgürlüğünü kullanan tüm yurttaşların yanındayız ve onlara destek olmaya devam edeceğiz. Gözaltına alma ve görevden uzaklaştırmaların son bulmasını talep ediyoruz,” denildi. Sıradan bir destek açıklamasının ötesine geçmeyen bu ifadeler, CHP’nin bizzat AKP’nin diktatörlük ve savaş yönelimine hiçbir kararlı karşı çıkış sergilemediği düşünüldüğünde tam bir ikiyüzlülük örneğidir.
HDP Merkez Yürütme Kurulu, “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin yayımladığı bildiride imzaları bulunan akademisyenlerin gözaltına alınmasıyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamasında, “sesini yükselten ve insanlık onuruna sahip çıkan” akademisyenlerin, “Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP iktidarının siyasal ve kişisel linç kampanyalarına maruz bırakıldığını” belirtti ve “Şiddetin sona ermesi, sorunların konuşularak çözülmesi, barışın gerçekleşmesi doğrultusunda açıklama yapan akademisyenlere yönelik sözel ve fiili saldırılar asla kabul edilemez,” dedi.
AKP’nin Ortadoğu’daki yağma savaşından pay kapma stratejisiyle bağlantılı olarak içeride “barış ve demokratikleşme” adına sürdürdüğü polis devleti ve diktatörlük inşasına aynı CHP gibi yıllardır sessiz kalan bir partiden yapılan bu açıklama, açık bir ikiyüzlülük ifadesidir. Sözde “barış süreci”ni bozmamak adına, işçi sınıfının ve gençliğin iktidarın savaş ve diktatörlük politikalarına yönelik her türlü muhalefet hareketine sırt çevirmiş olan HDP, hâlâ, “çözüm”ü, emperyalist merkezlerin desteğiyle yeniden başlatılacak görüşmelerde aramaktadır.
AKP iktidarı savaş ve diktatörlük yönelimini kararlılıkla sürdürürken, aynı zamanda onun bu yönelimine karşı çıkan her türlü muhalif sesi acımasızca bastırmayı hedeflemektedir. Bu stratejisinde egemen sınıfların tam desteğini alan AKP, polis devleti ve diktatörlük inşa sürecini, uzun süredir gündeminde bulunan başkanlık sistemiyle taçlandırmak istemektedir. Aynı zamanda mülk sahibi sınıfların hiçbir kesimi bu yönelime bir bütün olarak karşı değildir. Daha önceki bir yazımızda ifade ettiğimiz gibi; “…Böylesi yıkıcı bir gidişatı durdurma görevi, hepsi Ortadoğu’nun yağmasından pay kapmak için şu ya da bu emperyalist devlete ya da bölgesel güce yaslanan Türk ya da Kürt burjuvalarına; emekçileri ve gençliği on yıllardır etnik, mezhepsel vb. kimlikler üzerinden bölen ve düşmanlaştıran politikacılara ve onların sahte solcu destekleyicilerine atfedilemez. Zira onlar Ortadoğulu ve Türkiyeli emekçilerin içinde bulunduğu durumun yaratılmasında suç ortağı konumundadırlar.”1
Benzeri bir durum, egemen sınıfın ve AKP iktidarının savaş ve diktatörlük yöneliminin başlıca destekleyicisi olan ve işçi sınıfının her türlü direnişini kıran sendikalar için de geçerlidir. Sendikalar, kimi göstermelik ve cılız “protesto” açıklamaları bir yana, Kürt illerinde sürmekte olan ve sivil halkın büyük zarar gördüğü operasyonlara ciddi bir şekilde karşı çıkmamış, kolluk güçlerinin işledikleri suçları görmezden gelmiş, hatta kimileri Türk milliyetçisi söylemler eşliğinde desteklemiştir. Tarihleri boyunca militarizmin önünde yerlere kapanmış olan bu örgütler, şimdi, aynı tavrı akademisyenlere yönelik yıldırma operasyonunda sergiliyorlar.
Şimdi akademisyenleri hedef tahtasına yerleştirmiş olan iktidara ve savaş yönelimine karşı koyabilecek tek güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, bu görevi, yalnızca, toplumun diğer ezilen kesimlerini kapitalizme ve onun siyasi iktidarına karşı mücadelede bir araya getirecek, enternasyonalist sosyalist bir program etrafında örgütlenerek yerine getirebilir.
Akademisyenlere yönelik cadı avı, tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de, en temel demokratik hakların ortadan kaldırılmasının bir ifadesidir. Bu saldırı, aynı zamanda, savaşa karşı mücadelede olduğu gibi, demokratik hakların savunusu uğruna mücadelede de yalnızca işçi sınıfı merkezli bir sosyalizm mücadelesinin ileriye giden tek yol olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir: Kapitalist egemenlik altında gerçek barış ve demokrasiden söz edilemez.
İşçi sınıfı, gençlik ve sosyalistler, akademisyenlere yönelik bu linç kampanyasına kararlılıkla karşı çıkmalıdırlar. Bugün “barış isteyen” akademisyenleri hedefleyen bu savaş yanlısı ve gerici linç kampanyasının, yarın, aynı “milli çıkarlar” adına her türlü grevde, işçi direnişinde ve gençlik hareketinde, demokratik ve toplumsal talepleri ezmek için kullanılacağı unutulmamalıdır.
Dipnotlar:
1 Toplumsal Eşitlik Yayın Kurulu, “İstanbul’daki Terör ve Burjuva İkiyüzlülüğü”, 12 Ocak 2016. Erişim: https://www.sosyalistesitlik.org/istanbuldaki-teror-saldirisi-ve-burjuva-ikiyuzlulugu/