20 ülkenin bakanları, Irak ve Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı mücadele koalisyonunun bir buluşması olarak açıklanan toplantıda, 2 Haziran günü Paris’te bir araya geldiler. Washington tarafından kabaca bir araya getirilmiş olan bu ittifak, Suudi Arabistan ve diğer Körfez petrol monarşileri ile birlikte, büyük ölçüde NATO ülkelerinden oluşuyor.
Görüşmelerde, dikkat çekici biçimde, IŞİD’e karşı savaşa ciddi ölçüde dahil olan üç ülke; Suriye, İran ve Rusya bulunmuyordu. Bu, ABD tarafından tasarlanmıştı.
Irak başbakanı Haydar el-İbadi, Paris toplantısının başlangıcında, hem Irak ve Suriye’ye kesintisiz yabancı İslamcı savaşçı akışına hem de IŞİD’in her iki ülkede sağladığı son ilerlemelere dikkat çekerek, dünyayı Irak’ta “başarısız” olmakla suçladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Anthony Blinken, kendi payına, Washington ile müttefiklerinin bir “kazanma stratejisi” izlediğinde ve bunun “birleşik, kararlı ve odaklanmış kalabilirsek” başarılı olacağında ısrar etti.
Bu “kazanma stratejisi”, geçtiğimiz birkaç hafta içinde, IŞİD’in, Suriye’deki antik kent Palmira’nın yanı sıra, Irak’ın Anbar vilayetinin başkenti Ramadi’yi ele geçirmesine şahit oldu. IŞİD güçleri, son birkaç gün içinde, rakip İslamcı milisleri ve aynı zamanda Suriye hükümet birliklerini aşarak, Suriye’deki Halep vilayeti içine ilerledi. Bu saldırı, IŞİD’e karşı sözde bir hava savaşı yürüten ABD ve müttefik savaş uçaklarından hiçbir müdahale olmaksızın devam etti.
“Odaklanmış” kelimesi, herhangi bir nesnel gözlemcinin bölgedeki ABD dış politikasını tanımlamak için güçlükle kullanacağı bir kelimedir. Washington ve onun bölgesel müttefikleri IŞİD’e karşı bir savaşa kendilerini adadıklarını iddia ederken, defalarca, onun başlıca güç kaynağının kendileri olduğunu kanıtladılar.
Bu hareket, ABD, 2003’te, yüz binlerce Iraklıyı katleden ve Şiileri ve Sünnileri kasıtlı olarak karşı karşıya getiren böl ve yönet stratejisinin parçası olarak mezhepsel gerilimleri körükleyen, Irak’a karşı canice saldırganlık savaşını başlatana kadar mevcut değildi.
IŞİD, El Kaide bağlantılı (şimdi IŞİD’e bağlı olan) milisleri Muammer Kaddafi’yi devirip öldüren ve ülkeyi bugüne kadar devam eden bir kaos durumuna sürüklerken kara birlikleri olarak kullanan ABD-NATO’nun Libya’daki rejim değişikliği savaşı nedeniyle güçlendi. IŞİD, Beşar Esad yönetimini devirmek için sürdürülen kanlı mezhep savaşında en güçlü grup olarak ortaya çıktığı ABD destekli rejim değişikliği savaşıyla daha da güçlendirildi.
En son IŞİD saldırısı, ağır ABD silahlarının kullanılmasıyla mümkün oldu. Başbakan İbadi, Pazartesi günü, İslamcıların, yaklaşık bir yıl önce Musul’daki Irak güvenlik güçlerine sevk edildikleri sırada, değeri 1 milyar doları aşan 2.300 zırhlı Humvee aracını ele geçirmiş olduğunu itiraf etti.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Irak’taki eski yetkilisi Peter Van Buren, Salı günü Reuters’teki bir köşe yazısında, buna ek olarak, “74.000 makineli tüfek ve en az 52 tane M198 ağır havan topu silah sistemi dahil olmak üzere” büyük miktarda “hafif silah ve cephane”nin ve en az 40 tane M1A2 ana muharebe tankının İslamcı milislerin eline geçmiş olduğunu bildirdi.
ABD silahlarının IŞİD’e akmasında bir içsel mantık bulunmaktadır: IŞİD, resmen Amerika’nın en büyük terörist tehdit tehlikesi olarak damgalanırken, aynı zamanda Suriye’deki Esad yönetiminin en güçlü askeri karşıtıdır.
Amerikan silahlarının, ABD emperyalizminin karşı-devrimci amaçlarını ilerletmek için göstermelik bir düşmana akıtılması ilk kez olmuyor. Benzeri bir senaryo, otuz yıl önce, Beyaz Saray içindeki gizli bir ağın Irak’a karşı savaşması için o zamanlar terörist devlet olarak damgalanan İran’a silah satışı örgütlediği ve en önemlisi, Nikaragua’ya karşı CIA’in yönettiği bir terörist savaşta kontraları (karşı güçler) gizlice ve yasadışı olarak finanse etmek ve silahlandırmak için para sağladığı, İran-Kontra skandalı olarak bilinen olayda sergilenmişti.
IŞİD’in büyük çapta yeniden silahlandırılmasının altında benzeri perde arkası entrikalar olsun ya da olmasın, ABD hükümeti ile onun devasa ordu ve istihbarat aygıtı içindeki farklı hiziplerin, Irak ve Suriye’de farklı savaşlar yürüttüğü ortaya çıkacak.
ABD egemen çevreleri içinde oldukça büyük bir hizbe göre, Esad’ın devrilmesi ve bu yolla hem İran hem de Rusya hükümetlerinin yalıtılması, zayıflatılması ve nihai olarak yıkılması, ağır basan stratejik hedefler olmaya devam ediyor. Onlar, ABD emperyalizminin ve onun sahte sol savunucularının usanmadan yaratmaya çalıştığı sözde ılımlı asilerin yokluğunda, bu hedefler yönünde ilerlemek için, IŞİD, El Nusra Cephesi ve benzeri El Kaide bağlantılı unsurları kullanmaya hazırlar.
Bu stratejik hedefler, Amerikan halkını savaş ve polis devleti önlemlerini kabul ettirmek için yıldırmanın aracı olarak yararlı olduğuna inandıkları terörizm konusundaki her türlü kaygıdan çok daha ağır basmaktadır.
Bu yönelimin, ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne o zamanlar “kendi Vietnam’ı” olarak tanımlanan şeyi yaşatmak amacıyla Afganistan’da İslamcı unsurları desteklemesine uzanan uzun bir geçmişi vardır. O macera, 11 Eylül saldırılarından resmi olarak sorumlu tutulan El Kaide hareketini yarattı.
Yüzeysel medya analizlerinin düzeyinde, Amerikan dış politikasını anlamlandırmak giderek zorlaşıyor. Kendi içinde çelişkili politikalar peşinde koşulması, tüm gezegen üzerinde kontrol uygulama girişiminden kaynaklanan kaçınılmaz zorluklarla bağlantılıdır. Bu arayış, kaçınılmaz şekilde, Afganistan’dan Irak’a, Libya’dan Suriye’ye ve ötesine, birbiri ardına felaketler üretmektedir.
Amerikan politikasının görünüşteki tutarsızlığının arkasında, en derin düzeyde, baştan sona akıldışı hedefler; yani, şimdiden ilerlemiş ve telafi edilemez gerileme içinde olan bir küresel siyasi egemenlik konumunu askeri araçlarla destekleme girişimi yatmaktadır.
Washington’ın, ABD ve dünya kapitalizminin tarihsel krizinden kaynaklanan güçlü nesnel eğilimlerin üstesinden silahlı şiddet yoluyla gelme girişimi, kaçınılmaz olarak üçüncü bir dünya savaşına giden bütünüyle pervasız ve yıkıcı müdahalelerin birbirini izlemesine neden olmaktadır.
İngilizce orjinalinin yayınlanma tarihi: 3 Haziran 2015