29 Mart Seçimleri ve Marksist tavır Ulusalcı reformcu yanılsamayı kır; sosyalist çözümü geliştir

29 Mart günü yapılacak yerel seçimler öncesinde, siyasi gündemi neredeyse tek başına AKP belirliyor. Küresel kriz, işsizlik, siyasi gericilik gibi temel sorunların yerini, Doğan Grubu’nun vergi borçları, Ahmet Türk’ün partisinin meclis grubunda Kürtçe konuşması gibi gelişmeler üzerine oluşturulan günübirlik gündemler almış durumda. Burjuva muhalefet partileri, belediyelerdeki yolsuzluk iddialarıyla ilgili cılız çıkışlar dışında, neredeyse AKP’ye teslim olmuş durumda.

Yurtsever”inden “enternasyonalist”ine, Stalinist’inden “Troçkist”ine kadar çok sayıda “sol” parti ve grup ise, seçimlere, “birlikte başarabiliriz” ya da “biz de varız” türü sloganlar eşliğinde, birlikte katılıyor. Böylece, “kutsal ittifak” sağlanmış ve bütün sorunlar ortadan kalkmış oluyor!

Ama ortada küçük bir sorun var: Kendilerini “devrimci”, sosyalist” ve hatta –utangaç biçimde de olsa– “Troçkist” olarak adlandıran irili ufaklı çok sayıda grubun elinde, eklektik de olsa, sosyalist denebilecek bir seçim programı yok. Seçimlere hep birlikte katılan “sosyalist devrimciler”, küresel krizin uluslararası sosyalist bir çözümü böylesine yakıcı biçimde dayattığı bir ortamda gündeme gelen yerel seçimlere ilişkin programlarında sosyalizmin adını bile anmıyorlar. Bunun yerine, bilmem kaçıncı kez, burjuva liberal Kürt partisi DTP ile ÖDP, EMEP ve TKP gibi ulusalcı reformist sol partilerin kuyruğuna takılıyorlar.

Kim yok ki?” platformu

ÖDP, EMEP, DTP ve TKP aylar önce yaptıkları bir açıklamayla, çok sayıda “radikal sol” grubun da katılımıyla, “Biz de Varız” adlı bir platform oluşturduklarını ilan etmiş ve adayların belirlenmesi için görüşmelere başlamıştı. Ancak TKP, 29 Ocak 2009 tarihinde bir açıklama yaparak, “doğu ve güneydoğuda DTP adaylarını destekleyeceği” haberlerini yalanladı. Söz konusu açıklamada, partinin “solun ortak aday göstermesi doğrultusundaki mutabakat metnine imza attığı” ama bu metnin “daha sonra çeşitli nedenlerle bir kenara atıldığı” belirtildi. Seçimlere 167 il, ilçe ve beldede kendi adaylarıyla katılma kararı alan TKP’nin Samsun ve Kocaeli büyükşehir belediye başkanı adayları, aynı zamanda, “Biz de Varız Platformu”nun ortak adayları. TKP, ayrıca, sekiz yerde ortak bağımsız adayları, 14 yerde ÖDP’nin adaylarını, sekiz ilçede ise EMEP’in adaylarını destekliyor. Özetle, TKP, platformun Kürt ayağına karşı açık tavır almış ve seçim ittifakını belirli illerde “Türk solu” ile sınırlamış durumda.

TKP’nin ardından, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel de, 17 Şubat günü Evrensel’de yayınlanan basın açıklamasında, “halk güçlerinin katılım ve girişkenliğini geliştirmekten çok ‘kim nerede kimden aday olacak’ önceliğini gözettiği” gerekçesiyle DTP’yi eleştirdi. EMEP, TKP’ye benzer bir tavır alarak, olabilen yerlerde “halk güçlerinin ortak adaylarını” destekleyeceğini, kimi yerlerde kendi adaylarıyla seçime katılacağını veya “demokrat ve halkçı” bağımsız adayları destekleyeceğini açıkladı.

Benzeri bir tavrı, seçimlere 438 yerde kendi adaylarıyla katılan, diğer yerlerde ise “Biz de Varız Platformu”na katılan güçlerin adaylarını destekleyeceğini açıklayan ÖDP de aldı. Bugün gelinen noktada, söz konusu platformun asıl bileşenleri (DTP, TKP, ÖDP, EMEP), kimi yerlerde “ortak” adaylar çıkartıyor, kimi yerlerde birbirlerinin adaylarını destekliyor, yapabildikleri yerlerde ise seçimlere kendi adaylarıyla katılıyorlar.

Çelişkiler platformu

Biz de Varız Platformu”nun ana bileşenlerinin birçok seçim bölgesinde daha aday belirleme aşamasında yaşadığı sorunların altında yatan etmen, onun ana bileşenlerinin farklı kesimlerin ekonomik –dolayısıyla siyasi– çıkarlarını temsil ediyor olmasıdır. Bu platform, burjuvazinin çıkarları ulusal korumacı kapitalizmden yana olan güçsüz kesimlerinin taleplerini dile getiren reformcu Türk “sosyalist”leri ile küresel sermayeyle işbirliğinden yana olan Kürt burjuva partisi DTP’yi bir araya getirmektedir. Bu yüzden, onun bir bileşeni (TKP) Kürt “yurtsever”i DTP’ye açıkça tavır alıyor; küresel sermayeye hiçbir şekilde karşı olmayan (tersine onunla işbirliği içindeki) DTP’ye daha yakın duran diğer bileşenleri ise, aynı zamanda “emperyalizme / küreselleşmeye karşı mücadele” adına ekonomik –dolayısıyla siyasi– ulusalcılığı savunuyor.

Böylesi kaygan bir zemin üzerinde kurulan “platform”un günübirlik manevralarla ve siyasi ikiyüzlülükle damgalanmasından doğal ne olabilir? Bu yüzden, onun programı, son derece sınırlı ve herkesçe kabullenilebilecek genel geçer taleplerden oluşmaktadır.

Ulusalcı reform programı

DTP, SDP, EHP, ÖDP, ESP, Demokratik Haklar Federasyonu, Yeşiller Partisi, Halkevleri, DSİP, SP, SODAP, SEH, TÖP, Anti Kapitalist, Kaldıraç, Köz, Teori ve Politika, DİP Girişimi ve HKM’den oluşan “Biz de Varız Platformu”, DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ı büyükşehir belediye başkanlığına aday gösterdiği İstanbul’a ilişkin programında, “Lale Devri’nin bittiğini”, “İstanbul’u yoksulluktan kurtaracağını” ve kentin “erguvan rengini yeniden çıkartacaklarını” ilan etti. Şimdi, kulağa hoş gelen bu ve benzeri laflar, platformun seçimlere katıldığı her yerde yineleniyor.

Platform”un, çoğunlukla DTP olmak üzere ÖDP, EMEP ve TKP’den gösterilen adaylar üzerine kurulu seçim kampanyasının programında yer alan ve başta Ankara olmak üzere diğer illerde açıkladığı başlıca taleplerini / vaatlerini şöyle özetleyebiliriz: Halkın yararına ve eşitlikçi belediyecilik; özelleştirmelere ve taşeron uygulamasına son verme; belediye çalışanlarına sendikal haklar tanınması; karar alma süreçlerinin doğrudan halk ya da halkı temsil eden kitle örgütleri (sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler vb.) tarafından denetlenmesi; ranta dayalı çarpık kentleşmeye son vermek; tarihi ve mimari dokuyu korumak, yaşlıların, engellilerin ve hastaların toplumsal yaşamdan dışlanmasını önlemek; 1-7 yaş arası çocuklar için ücretsiz kreş hizmeti vermek; halkın belediye hizmetlerinden anadilinde yararlanması sağlamak; kadınların önünü açmak…

Bu programda, herhangi bir sosyal demokrat –hatta halkçı sağ– partinin karşı çıkabileceği bir nokta görebilen var mı? Sanmıyoruz.

Biz de Varız Platformu”, baştan sona halkçılığın ve ulusalcılığın damgasını taşımaktadır. Onun programında arada bir “işçi sınıfı ve emekçiler” sözcüklerinin geçmesi kimseyi şaşırtmasın. Bu platformda bir özne olarak işçi sınıfı yoktur. İşçi sınıfı, irili ufaklı Türk ve Kürt mülk sahibi sınıf ve tabakaları arasında, halkın onlarla ortak çıkarlara sahip bir kesimi olarak eritilmiştir. Dolayısıyla, bu platformu bir “halk cephesi” girişimi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.

Öte yandan, bu platformun programı, kapitalizmi ve onun küresel işleyişini yok saymakta, yaşanmakta olan sorunların kapitalizm altında, ulusal düzeyde –hatta iller ve ilçeler bazında– çözülebileceği hayalini yaymaktadır (elbette, o koltuklara “devrimci” ve de “sosyalist” ya da “yurtsever Kürt” belediye başkanları oturduğunda).

Biz de Varız Platformu’nun ana partisi DTP, Kürt burjuvazisinin “yurtsever” liberal kesimlerini temsil etmektedir. ÖDP, EMEP ve TKP ise “önce demokrasi, sonra sosyalizm” (“demokrasi”yi burjuva demokrasisi, “sosyalizm”i ise “milli ekonomi” ve devletçilik olarak okuyun) şiarını ilke edinmiş Stalinistlerin, ulusalcıların, sendikacıların ve benzerlerinin partisidir. Dolayısıyla, platformun yukarıda özetlediğimiz “demokratik” reformist taleplerden ibaret programının onlara uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Peki, kendilerini hiçbir rahatsızlık duymadan “devrimci sosyalist” hatta “Troçkist” olarak tanımlayanlar söz konusu platformda ne yapıyorlar? Yanıtlayalım: Ona “sol” bir makyaj sağlıyorlar. Ama ne “sol”!

Platform, “yurtsever” DTP’nin Büyükşehir Belediye Başkanlığına “Troçkist” (!) Şiar Rişvanoğlu’nu aday gösterdiği Adana’da şunları ilan ediyor: “Üretenlerin yönettiği, rantiyecilerin egemenliğinin son bulduğu, kentin gelişiminin ve geleceğinin belirlendiği, demokratik planlama süreçlerine işçilerin, çalışanların, kadınların, işsizlerin ve ezilen çoğunluğun iradesinin yansıdığı, halkların barış içinde yaşadığı, eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı yerel yönetimler mümkündür.”

Yurtsever” Kürt burjuvalarının partisi DTP’nin adayı olmasına karşın, aynı zamanda Troçkist olduğunu iddia eden bir partinin kurucularından olan Rişvanoğlu şöyle sürdürüyor: “Yalnızca Kürt halkının mücadele birikiminin değil aynı zamanda işçilerin, emekçilerin ve Türkiye devrimci hareketinin birikimlerini de bir araya getirerek halka hizmet etmeye çalışacağız… Biz işçilerin, gençlerin, kadınların, yoksulların katkı sağlayabileceği, yönetime katılabileceği bir kent ve şehircilik modelinin mümkün olduğunu göstereceğiz.”

Biz de Varız Platformu”nun, asıl bileşenleri (DTP, ÖDP, TKP ve EMEP) tarafından, doğru biçimde, bir seçim ittifakı olarak tanımladığını biliyoruz. Bu partilerin her biri, iddialı oldukları yerlerde seçimlere kendi adaylarıyla katılıyor, bunun mümkün olmadığı yerlerde ise, üzerinde anlaşabildikleri ortak adaylar çıkartıyorlar. Bütün bunları da temsil ettikleri sınıfların ve tabakaların çıkarları / amaçları doğrultusunda yapıyorlar.

Ne Kürt “yurtsever” burjuvalarının partisi DTP’nin ne de “Platform”un Türk bileşenlerinin bir sosyalizm programı; dolayısıyla, işçi sınıfını devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanmak gibi bir amaçları var. Bütün bu partiler, burjuva devletin yerel yönetimlerinde ve parlamentosunda olabildiğince güçlü biçimde yer almak; mümkünse, onu yönetmek istiyorlar. Onlar, kriz içindeki kapitalizmi “daha insancıl ve sağlam” (!) temellerde yeniden ayakları üzerine dikme hayali içindeler. Bu, küresel sermaye ile rekabet etme şansına sahip olmayan küçük mülk sahiplerinin (ulusal ya da yerli burjuvazinin) hayalidir. Bu hayal, sendikacılar ile sosyal demokrat ve Stalinist gardiyanların hoşuna gidebilir ama “yerli” sermayeyi koruma adına, bir bütün olarak üretici güçleri ve onun en önemli unsuru olan emekçileri ulusal hapishanelere kapatıp “kendi” kapitalistlerinin sömürüsüne mahkum etmenin hiçbir ilerici yanı bulunmuyor.

Oportünizm mi Marksizm mi?

Önceki devrimci kuşakların deneyimlerine hiçbir önem vermemek, güncel gelişmelerin kavranmasında ve geleceği inşada bu deneyimlerden yararlanmamak; teorik birikime ve ilkelere dudak bükmek, her zaman ve her yerde, oportünistlerin tipik özelliklerinden biri olmuştur. Onlar için “dün” ya da “yarın” yoktur; asıl olan bugündür. İnsanlığın tarihsel birikiminin ya da tarihsel çıkarlarının yerini günübirlik çıkarlar aldığı için, oportünistler, teoriden ölesiye kaçarlar; işçileri ve gençliği ondan uzak tutmak için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü teori, onlar için, yalnızca bugünkü çıkarları meşrulaştırmaya hizmet eden açıklamalar yapmak gerektiğinde –ve o ölçüde– bütünselliğinden kopartılmış alıntılar yapmak için başvurulacak bir şeydir. Bu yüzden onların faaliyetlerine yön veren siyasi programları, önceki kuşakların tarihsel birikiminden ve sosyalizm perspektifinden kopuk taleplerden ibarettir.

Oysa Marksistlerin günlük faaliyetlerine damgasını vuran şey, önceki kuşakların tarihsel deneyimini sosyalizm perspektifiyle birleştiren bilimsel bir çözümleme ve onun ürünü olan enternasyonalist devrimci programdır.

En önemlisi de, Marksistlerin programının merkezinde, dünyanın sosyalist dönüşümünün öznesi olarak işçi sınıfının yer almasıdır. İşçi sınıfından başka bir sınıfın (kent ve kır küçük burjuvazisi, “ulusal” burjuvazi vb.) ya da tabakanın (asker–sivil bürokrasi, öğrenci gençlik vb.) insanlığın sosyalizme doğru ilerleyişinde öncü rol oynayabileceğine ilişkin hayallerin Marksizm ile hiçbir ortak yanı yoktur. Aynı durum, işçi sınıfını mülk sahibi sınıflara yedekleyen ulusalcı “halk cepheleri” ya da “seçim platformları” için de geçerlidir.

Biz de Varız Platformu”nun “devrimci”, “sosyalist” ve de “Marksist” olduğunu iddia eden bileşenlerinin tipik özelliklerinden biri, kendilerini “enternasyonalist” olarak tanımlamaları. Bu yolla onlar, ezilen Kürt halkıyla olan dayanışmalarını ifade ettiklerini düşünüyorlar. Oysa Marksistler için enternasyonalizm, farklı uluslardan emekçiler arasında geliştirilmesi gereken bir dayanışma duygusu değildir. Bu “enternasyonalizm”in ne anlama geldiğini, sosyal demokrasinin ve Stalinist bürokrasinin enternasyonallerinin, geçtiğimiz yüzyılın iki dünya savaşında oynadıkları yıkıcı rol sayesinde öğrendik.

Enternasyonalizm, ezen ulus burjuvazisine karşı mücadelede ezilen ulusun burjuvalarının kuyruğuna takılmak ve onların “ilerici” bir rol oynadıklarına ilişkin zehirli hayaller yaymak hiç değildir. “Yurtsever” ya da “ulusal kurtuluşçu” önderliklere ilişkin bu gerici yaklaşımın örneklerini de, hem Stalinistlerin hem de Pablocuların, farklı uluslardan emekçiler arasına nefret tohumları eken ve onları her durumda kapitalizmin boyunduruğuna mahkum eden pratiğinden biliyoruz.

Marksistler için enternasyonalizm, kapitalizmin bir dünya sistemi olduğu; dolayısıyla, sosyalizmin de aynı şekilde yalnızca dünya çapında kurulabileceği gerçeği üzerine inşa edilmiş siyasi bir program doğrultusunda mücadeledir. Yalnızca işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşebilecek bir dünya sosyalist devrimini ifade eden bu program da, ulusal partilerde değil ama bir dünya partisinde cisimleşir. Özetle, bütün yerel / ulusal programlar ve örgütlenmeler dünya sosyalist devriminin programına ve örgütlenmesine tabi olmak zorundadır. Görüldüğü gibi, burada, oportünizmin kaynağı olan ulusalcılığa hiçbir şekilde yer yoktur.

Durum böyleyken, önde gelen üyelerinden biri “yurtsever” DTP tarafından Türkiye’nin en büyük kentlerinden birinde belediye başkanlığına aday gösterilen Pablocuların ve bu liberal Kürt burjuva partisinin kuyruğunda “devrimci sosyalist” politika yapmaya soyunan “radikal sol”un Marksizm ile ortak bir yanı olduğundan söz etmek mümkün mü? Bize göre hayır! İşçi sınıfını uluslararası düzeyde bir bütün olarak görmeyen, onu sosyalizm mücadelesinin öznesi olarak bütün faaliyetlerinin merkezine yerleştirmeyen, onu bütün diğer sınıflardan bağımsız siyasi bir güç haline getirmeye çalışmayan bir parti ya da grup Marksist / Troçkist sıfatını taşımaya layık değildir.

Platform sosyalizmi temsil etmiyor

Burjuvazinin partileri AKP’den, CHP’den, MHP’den ve benzerlerinden ibaret değildir. DTP de onlar gibi bir burjuva partisidir. Aradaki tek fark, ikincisinin, mülk sahiplerinin belirli bir kesiminin küresel sermaye yatırımlarından daha fazla pay alması için Kürt illerinin Ankara’dan kısmen özerkleşmesi için mücadele etmesidir. DTP, Kürt işçilerini ve emekçilerini “ezilen ulus adına” politika yaparak sermayenin boyunduruğunda tutmaya çalışmaktadır. Hem de, onların çalışma ve yaşam koşullarını küresel sermaye için çekici olacak denli kötüleştirerek. Kapitalist küreselleşmeye, özelleştirmelere, taşeron uygulamalarına vb. “karşı” olduğunu iddia eden “sosyalist”ler, DTP’nin –ve öncülerinin– on yıllardır uygulanan yeni liberal politikaları neden desteklediğini; neden küresel sermayenin uluslararası örgütleriyle en sıkı işbirliği peşinde koştuğunu hiç sorguladılar mı? (Kısa bir dönem hariç, “emek–özgürlük cephesi” vb. adlar altında her zaman “yurtsever” Kürt hareketinin kuyruğunda olan Pablocu “DİP Girişimi”ni bu sorudan muaf tutuyoruz.)

Bütün nedenlerden dolayı, “Biz de Varız Platformu”nda yer alan ve Marksizm, işçi sınıfı ve sosyalist devrim adına davrandığını düşünen her kişi ve çevre, bu platformun neye hizmet ettiğini bir kez daha düşünmeli.

29 Mart yerel seçimlerinde oluşturulan , “Biz de Varız” adlı bu platform, işçi sınıfının çıkarlarını savunmamakta; tersine, Kürt burjuvazisinin “yurtsever” liberal kanadına, ulusalcılığa ve burjuva parlamentarizmine ilişkin ölümcül yanılsamalar üretmektedir. İçinde bulunduğumuz seçim sürecinde Marksistlere düşen öncelikli görev, bütün bu yanılsamaları kırmaktır. Sosyalizme giden yol, yineliyoruz, işçileri ve gençliği ezilen ulusun burjuvalarına ya da ezen ulusun reformist ulusalcı küçük burjuvazisine yedeklemekten değil; onları Marksist bilinçle donatmaktan geçer. İşçi sınıfının yalnızca seçim kampanyalarına değil ama toplumsal yaşamın bütün alanlarına damgasını vuracak olan sosyalizm alternatifini yükseltmesi için, öncelikle bütün diğer sınıfların ideolojik ve siyasi etkisinden kurtulmuş olması gerekir. Marksistler, seçim meydanlarında, burjuvazinin yönetim organlarına girmek için değil ama sosyalist devrimin zorunluluğunu anlatmak ve emekçileri bu mücadeleye katmak için boy gösterirler.

Kapitalizmin küresel krizinin derinleştirdiği yoksulluğa ve sefalete karşı önerilen her türlü ulusal “çözüm”, gerçekte, burjuvazinin güçsüz kesimlerini kurtarma adına, faturayı bir kez daha işçi sınıfının sırtına yıkmak anlamına gelir.

Biz de Varız Platformu”, bu ulusalcı çözümün reformcu “sol” ayağını oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Marksistler, sosyalizme yabancı ve işçi sınıfına yeni yıkımlar vaat eden bu oluşumu ve onun adaylarını desteklememeli; onun gerici yüzünü teşhir etmelidirler. 29 Mart yerel seçimlerinde Marksistlere düşen görev, kitlelerin siyasi duyarlılığının artmasından yararlanarak, işçi sınıfının öncüsünü her türlü reformist ve ulusalcı yanılsamadan kurtarmak ve onu Marksist partinin inşasına katmaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir