21 Eylül 2010 günü, sabaha karşı saat 05.00 sıralarında, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) İstanbul İl Binasına, Kadıköy İlçe Merkezine ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyelerinin evlerine emniyet güçleri tarafından gerçekleştirilen baskınlar sonucunda, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz, SDP Genel Başkan Yardımcısı Günay Kubilay, SDP Genel Başkan Yardımcısı Ecevit Piroğlu, SDP MYK Üyesi Ulaş Bayraktaroğlu, SDP PM Üyesi ve İHD İstanbul Şube yöneticisi Sultan Seçik, SDP Üyesi Özgür Cafer Kalafat, Toplumsal Özgürlük Dergisi okurlarından Semih Aydın, Demokratik Dönüşüm dergisinin yazı işleri müdürü Özgür Aytukum, Red Dergisi yazarı Hakan Soytemiz ve Bilim ve Gelecek Dergisi editörü Baha Okar’ın da aralarında bulunduğu toplam 17 kişi gözaltına alınmıştı.
Soruşturmayı yürüten savcı tarafından, gözaltına alınan 17 kişiden 15’i tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmiş, sonrasında 15 kişiden 13’ü hakkında tutuklama kararı verilmişti. Tutuksuz yargılanmasına karar verilen SDP PM Üyesi ve İHD İstanbul Şube yöneticisi Sultan Seçik hariç, tutuklananların tamamı cezaevine gönderilmişti.
Gözaltına alınanların savcılığa ifade vermekte olduğu saatlerde, Emniyet Müdürlüğü’nce hazırlanan 6,5 dakikalık bir video basına servis edilmiş ve söz konusu video ilk olarak Fethullah Gülen cemaatine ait olan “www.samanyoluhaber.com” sitesinde, daha sonra devlet kanalı TRT ve diğer ulusal televizyon kanallarında “Emniyet’ten Şok Görüntüler” ve “Devrimci Karargah’ın bağlantıları çözüldü” başlıkları ile yayınlanmıştı [1].
Emniyet tarafından hazırlanan bu videoda ve bu video dayanak gösterilerek yapılan haberlerde, 2008’de AKP il binasının bombalanması, 1 Mayıs mitingleri, NATO ve IMF’yi protesto eylemleri gibi farklı zaman ve mekanlarda gerçekleşen birbirinden bağımsız olaylar ve silahlı eylemler birleştirilerek, tutuklanan kişiler yasadışı birçok olayın sorumlusu olarak gösterilmeye çalışılmıştı.
Son olarak, 13 Nisan 2011 tarihinde, Devrimci Karargah davası kapsamında hakim karşısına çıkarılan 21 Eylül Komplosu sanıklarının yargılandığı dosyanın, 1. Devrimci Karargah ana davası ile birleştirilmesine karar verildi. Kararın okunmasından kısa bir süre sonra, sanık Necdet Kılıç elindeki savunma dosyasını hakimlerin olduğu bölüme doğru fırlattı. Jandarmanın sert müdahalesi sonucunda, tutuklu sanıklar karga tulumba cezaevine geri gönderildiler.
12 Eylül Referandumu öncesinde, Anayasa değişikliği paketine “evet” oyu verilmesi halinde, “ileri demokrasiye” geçileceğini iddia eden AKP hükümeti ve Fethullah Gülen cemaatinin emniyet ve yargı içindeki uzantıları aracılığıyla tezgâhlanan bu komplo, özellikle hükümete yakın basın/yayın organlarında, gözaltıların gerçekleştirildiği 21 Eylül tarihinden bu yana sürekli olarak gündeme getiriliyor.
Daha önce “Haliç’te Yaşayan Simonlar – Dün Devlet Bugün Cemaat” başlıklı kitabıyla gündeme gelen emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın, operasyonlar sırasında gözaltına alınan Necdet Kılıç ile irtibatlı olduğu iddiaları ortaya atılmıştı [2]. Her ikisi de yasal alanda faaliyetlerini yürüten SDP ve TÖP, “yasadışı bir silahlı örgüt” ile ve daha sonra Hanefi Avcı ile ilişkilendirilmeye çalışılmıştı. Hanefi Avcı bile bu absürt duruma şaşırmış olmalıydı ki, kendisiyle röportaj yapan bir gazeteciye; “Benim hiçbir örgütle alakam olamaz. Hayatım sol örgütlerle mücadeleyle geçti. Hiçbir örgütten kimseyi de tanımam.” demişti [3]. Bu komplo, tutuklananlar hakkında yürütülmekte olan yargısal sürecin, Ergenekon örgütü davasına bağlanmak istendiğini gösteriyor. Hanefi Avcı hariç, tutuklanan 13 insanın siyasi kimliği ve geçmişi düşünüldüğünde, bu kişilerin Ergenekon örgütü ile ilişkili olduğu iddiası tümüyle gerçek dışı ve gülünçtür. 13 Nisan’daki mahkemede konuşan Hanefi Avcı şunları söylemişti: “Ben 35 yıllık emniyetçiyim. Hayatım terör örgütleri ile mücadelede geçti. Kimin ne olduğunu bilirim. Diğer dava ile bu arkadaşların bir bağı yok. Hiçbir irtibat yok.” [4].
AKP yanlısı Bugün, Yeni Şafak, Star, Zaman ve Vakit gibi basın/yayın organlarında ortaya atılan asılsız iddialar ve iftiralar bunlarla da sınırlı değildi. Tutuklananlar hakkında, “ASALA örgütüyle içli dışlı olmaktan”, “fuhuş organizasyonları yapmaya”, “çocuk pornosu bulundurmaya” varan, iğrenç bir dezenformasyon çalışması yürütülüyordu. AKP yanlısı medya, özellikle tutuklanan kişiler üzerinden devrimci güçlere karşı sistematik bir karalama kampanyası yürüterek, bu kesimleri toplum nezdinde “ahlaksız” ve “terörist” olarak göstermeye çalışıyordu.
Tutuklananlara karşı sahneye konulan bu komplo, sadece bu kişileri değil, tüm devrimci güçleri hedef almaktadır. Düzmece iddialarla gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklamalar, Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aylin Duruoğlu örneğinde olduğu gibi, bu işle alakası olmayan kişileri de hedef almaktadır. Operasyonu yürüten güçlerin amaçları çok yönlüdür.
AKP hükümeti toplumsal muhalefeti sindirmek ve tasfiye etmek için üç koldan operasyon yürütüyor. İlki, emekçilere, Kürtlere ve devrimcilere karşı korkunç suçlar işleyen devletin, geçmiş dönemdeki gizli yapılanması kontrgerilla (tüm burjuva devletlerin organik parçası olan bu yapılanma elbette tamamen tasfiye edilmemekte, günün ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmektedir) faaliyetlerinin örgütleyicisi ve uygulayıcısı olan eli kanlı faşist katillerin yanı sıra, bunlarla ilişkisi olmayan Ahmet Şık gibi demokrat gazetecilerin dâhil edilmesiyle yürütülen Ergenekon operasyonudur. İkincisi, Kürt siyasetçilerine karşı yürütülen KCK operasyonudur. Üçüncü ise devrimci güçlere karşı yürütülen “Devrimci Karargah Örgütü” operasyonudur.
Gelinen noktada, SDP ve TÖP gibi tamamen yasal zeminde siyasi faaliyet yürütmekte olan 10’dan fazla devrimci grup, Devrimci Karargah örgütü çuvalına sokulmak istenmektedir. AKP yanlısı medya, her geçen gün bu çuvalın içine yeni isimler eklemeye çalışıyor. Örneğin, halen İşçilerin Sosyalist Partisi Merkez Yürütme Kurulu üyesi olan Mahir Sayın, AKP yanlısı medya tarafından “Hanefi Avcı tarafından yurtdışına kaçması sağlanan bir Devrimci Karargah örgütü mensubu” olarak lanse edilmişti. Bu örnekte olduğu gibi, bir sonraki tutuklama ve gözaltı dalgasında, giderek farklı devrimci gruplar da “Devrimci Karargah örgütü” çuvalının içine sokulmak istenebilir. SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Oral Çalışlar’a gönderdiği mektupta şu değerlendirmeyi yapıyor:“Muhalifleri tasfiye etmek noktasında Devrimci Karargâh soruşturması da benzer bir torba soruşturma biçimine dönüştürülerek her türden sosyalist siyasetçi bu torbaya dolduruluyor. Belli ki bu konsept daha uzun süre böyle gidecek. Bunun işaretlerini iddianamede görmek mümkün.” [5]. İşin tuhaf tarafı, emniyetin, Devrimci Karargah örgütü operasyonlarının tamamında, bahsi geçen “silahlı örgüt” militanlarından çok, yasal sol örgütler ve dergiler içinde faaliyet yürüten kişileri gözaltına alıyor ve tutukluyor olmasıdır.
AKP hükümeti ve onun güdümündeki gerici güçler, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek ve sindirmek için her türlü yönteme başvurmaktan çekinmeyecektir. Bir taraftan “ileri demokrasiye” geçiş lafları edip, öte yandan legal zemini otoriter rejimlerin uyguladığı yöntemlerle ortadan kaldırmaya çalışan AKP hükümeti, bu yolun çıkmaz bir yol olduğunu eninde sonunda anlayacaktır. Bugün işçi sınıfının ve devrimci güçlerin öncelikli görevlerinden biri de, AKP hükümeti eliyle sahneye konulan bu komployu boşa çıkarmak; tutuklu devrimciler ve Kürt siyasetçileriyle olan dayanışmalarını her an göstermektir.