Uzun soluklu bir maraton yarışı olan 12 yıllık eğitimin ardından, 1 milyon 350 bin 124 üniversite öğrenci adayının girdiği Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve Yabancı Dil Sınavı (YDS) sonuçları açıklandı. Açıklanan sonuçların bizi ilgilendiren yanı, sınava giren ya da giremeyen veya sınavı geçerli geçersiz sayılanlar bir yana, sınavdan “sıfır” puan alan öğrenci sayısı, ÖSS’de derece yapan öğrencilerin büyük bir kısmının özel okullardan çıkması ve “başarısızlık”.
ÖSS ve YDS sonuçlarına göre, ÖSS’den 29 bin 928, YDS’den de 2 bin 208 aday sınavda “sıfır” puan aldı. Bir önceki yıllara göre bu yıl “sıfır” çeken öğrenci sayısında azalma gözüküyor, fakat sınava giren öğrenci sayıları göz önünde bulundurulduğunda, görülecektir ki, “sıfır” puan alan öğrencilerin oranında her yıl bir artış söz konusudur.
Tam bu noktada, ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, sınav sonuçlarına ilişkin düzenlediği basın toplantısında, basın mensuplarından birinin “sıfır” çeken öğrenci sayısındaki artışın nedenini sorduğu soruya yanıt vermekten kaçınarak “iyi bir araştırma konusu” demekle yetindi. Basın mensubunun çok doğru olarak sorduğu bu soru karşısında ÖSYM Başkanı’ndan doğru ve gerçekçi yanıt beklemek safdillilik olur. Basın ve medya kuruluşları olsun, devlet bürokratları olsun bu duruma getirecekleri açıklama “öğrencilerin başarısızlığı”dır. Onlar, öğrencilerin başarısız olmasındaki durumun altında yatan asıl nedenleri (eğitimi metalaştıran sistemi, emekçi ailelerin ve çocuklarının içinde bulunduğu durumu vb.) tartışmazlar; dönüp dolaşıp aynı yere gelir: Sorunun eğitim sisteminde değil öğrencide olduğunu iddia ederler. Buna çözüm olarak da, eğitimin piyasa kurallarına tabi kılınması gerektiği açıklamasını yaparlar (bu türde açıklamalar yapan koroya sol-liberallerin de dahil olduğunu belirtelim).
Oysa ki, zannedildiğinin aksine, öğrencileri başarısız kılan en büyük nedenlerin başında okullardaki eğitim geliyor. Buna kısaca değinmek gerekirse, gerek eğitimdeki müfredatın bilimsellikten uzak mistik düşüncelerle ve resmi ideoloji ile ağırlıkta olması, gerekse sınav sisteminin bilgi, beceri ve yeteneğin bir bütensellik arz etmeyerek ezbere dayalı olması neticesinde öğrenciler başarısız oluyor, daha doğrusu bile bile başarısız kılınıyorlar. Bu sistemde öğrenci, ne araştırmaya ne de sorgulamaya eğilimli (sorgulayan cezalandırılıyor!). Dolayısıyla öğrencilerin yorumlama gücü zayıf oluyor, bu nedenle bile bile başarısızlığa itiliyor.
Egemen sınıfların istediği tam da budur! Tek tip, bilinçsiz, araştırmadan ve sorgulamadan uzak bir öğrenci kitlesi. Egemen sınıflar böylece, sistemin pisliklerini ve iğrençliklerini açığa çıkmasını önlemiş ve siyasi ve ekonomik çıkarlarını güvence altına almış oluyorlar.
Her iki sınavda puan türlerine göre ilk üç dereceyi paylaşan öğrencilerin okudukları okullara bakıldığında, özel okulların devlet okullarından daha başarılı olduğu göze çarpıyor. Bunun böyle olması hiç kimse için şaşırtıcı değil. Bugün, eğitim alanında gelinen noktaya baktığımızda, “sosyal devlet”in sorumlu olduğu görevlerin başında gelen eğitimin ücretsiz olmaktan çıktığını, kar ve sömürüye dayanan bir sektör halini aldığını görüyoruz.
Bizzat devlet kendi eliyle özel okulları yaygınlaştırıyor, özel okullara teşvik, vergi indirimi gibi her türlü imkanı sağlıyor. Dahası, git gide devlet okullarını özelleştirerek eğitimin piyasalaştırılmasındaki engelleri ortadan kaldırıyor. Öte yandan devlet, söz konusu eğitim olunca ya muslukları kapatıyor ya da savunma sanayisine ve savaşa milyarlarca dolar bütçe ayırayım derken eğitim bütçesinde sürekli kesintiye gidiyor.
Dersaneler
Devlet sadece özel okulların değil, dershanelerin de önünü açıyor. Devletin eğitimde yarattığı “fırsat eşitsizliği” sonucunda, özel okullarda okuyan öğrencilerden “bir adım” geri olan işçi ve emekçi çocukları, güzel bir hayat ve iyi bir gelecek için hayal ettikleri üniversiteyi kazanabilmek adına dershanelere gitmek zorunda kalıyor / bırakılıyor. Devletin eğitim kurumlarındaki eğitim kalitesinin düşüklüğünden ve eğitim sistemindeki aksaklıklarından dolayı çözümü sömürü hizmeti veren dershanelerde bulunan işçi ve emekçi aileleri, her yıl dershanelere milyarlarca Lira ödemektedir. Binlerce öğrencinin dershanelere akın etmesi ve milyarlarca Lira’nın yatırılması her şeyden önce muazzam bir kar demektir. Bu da, dershane sahipleri için iştah kabartıyor. Zaten bundan dolayı her yıl dershane sayıları artıyor ve dershaneler daha da yaygınlaşıyor.
Türkiye genelinde ruhsatlı olarak faaliyet gösteren yaklaşık 4 bin dershane bulunmaktadır. Ayrıca 6 binin üzerinde “araştırma merkezi”, “test bürosu”, “rehberlik hizmetleri”, “etüt merkezi” vb. adlar altında çalışan korsan dershane vardır. Bu sayıya ruhsatlı dershanelerin isim hakkını satın alarak açılan şubeleri de eklediğinizde neredeyse her mahallede bir dershaneye rastlamak mümkün olmuştur. “Zincir dershaneler” denilen dershanelerin sayısının 20 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar yayılmış binlerce dershanenin 3 milyar YTL’den fazla bir rantı paylaştıklarını; özel okulları, okul öncesi eğitim kurumlarını, bilgisayar, İngilizce gibi farklı eğitim veren dershaneleri de hesaba katarsak sermaye açısından bu sektörün ne kadar kârlı görüldüğünü daha iyi anlayabiliriz.
Dershane demişken dershanelerde çalışan eğitim emekçilerinin sorunlarına değinmeden geçmeyelim. Her yıl binlerce öğretmen adayı üniversitelerden mezun oluyor; mezun olan öğretmen adaylarının bir kısmı, sınavların ardından, kuralarla devletin eğitim okullarında kadrolu / kadrosuz göreve başlarken diğer – büyük – bir kısmı dershanelerde kapı kapı dolaşıyor. Bu büyük bir kısımdan dershanelerde şans eseri iş bulanlar ise dershane patronları tarafından, uzun saat çalışma süreli, düşük ücretli, sözleşmeli ve sosyal güvencesiz bir şekilde çalıştırılıyor. Öte yandan, dershanelerde çalışan eğitim emekçileri her türlü örgütlenme hakkından yoksun. Bu durumda dershane çalışanlarının örgütsüz olmasını fırsat bilen dershane patronları, dershane çalışanlarının sosyal ve ekonomik haklarını gasp ederek kötü koşullarda çalıştırmaya mecbur bırakıyor. Bu tabloya bakıldığında, görünen şu ki, dershaneler ve okullar, hem öğrencileri hem de eğitim emekçilerini sömürmektedir ve bununla birlikte gelecek kaygısı taşımasına yol açmaktadır. Dolayısıyla, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin sorunları ortaktır; bu nedenle öğrenciler ile eğitim emekçileri arasında bir mücadele hattı oluşturulmalıdır. Bu konuda kendisini “sol” olarak nitelendiren sendikaların tutumları ise en kısa anlatımla ‘utanç verici’ olduğundan bu yazının sınırlarını aşacak ayrı bir yazı konusudur.
Bakın, sınav sonuçlarının açıklanmasından henüz daha bir hafta bile geçmeden “sıfır” çeken öğrencilerin sayısı ve devlet okullarının başarısızlığı unutuldu bile. Burjuva medya ve basın, eğitim sisteminin aksaklıklarını ve devletin eğitim kurumlarının başarısızlığının tartışılmasını söz konusu yapmayarak dereceye giren öğrencilerin okudukları özel okulları ve dershaneleri ön planda tuttu ve onların reklamını yapmakla meşgul oldu. Reklamlar sadece özel okullar ve dershanelerle sınırlı kalmadı. Derece yapan öğrencilere araba hediye eden otomotiv şirketlerinden tutun da üniversite masraflarını karşılayan vakıf üniversitelerine kadar sermayenin geniş kesiminin reklamını yaptı.
Anadilde eğitim
ÖSS sonuçlarına göre değindiğimiz noktalardan sonra son olarak, her yıl diğer illere göre daha az başarılı illerin başında gelen Kürt illerinin başarısızlığına değinelim. Her yıl açıklanan ÖSS sonuçlarında daha az başarılı illerin başında Kürt illerinin gelmesi bir rastlantı mı ya da bir tesadüf mü? Hayır, ne rastlantı ne de tesadüf! Peki o zaman, neden özellikle Kürt illeri her yıl daha az başarılı olmaktadır? Bu sorunun yanıtı, hiç şüphesiz “Kürt sorunu”nun çözümsüzlüğünde yatmaktadır.
Bilindiği üzere, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, Türk burjuvazisi ve devleti, Kürt halkını sistematik olarak asimilasyona maruz bırakmış, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak gelişmesine engel olmuştur. Devletin Kürt halkına karşı giriştiği sistematik asimilasyon politikaların başında, bölgeye eğitim konusunda kısıtlı imkanlar sağlayarak okuma – yazma oranını düşük düzeyde tutmak, Kürtçe bilen kamu personeli atamamak ve ana dilde eğitim hakkını tanımayarak zorunlu olarak Türkçe eğitim vermek geliyor. Bugün, bölgede hala okuma – yazma bilmeyen azımsanmayacak ölçüde insan vardır; okulu olmayan yüzlerce köy vardır. Dahası, Kürtlere ana dilde eğitim hakkı tanınmamıştır. Bir de tüm bunlara Kürt illerindeki işsizlik ve sefaleti ekleyelim. Hal böyle olunca, ister istemez, daha az başarılı illerin başında Kürt illeri gelmektedir.
Kapitalist Sistemin Bir Ürünü: ÖSS
Her yıl milyonlarca öğrenci ÖSS’ye büyük hayallerle ve umutlarla ve geleceğini güvence altına almak için giriyor. Lakin ÖSS’den iyi bir puan alıp üniversiteyi kazananların sayısı kimi zaman üçte birlik bir dilim kimi zaman yarısı kadar oluyor. Düşünün bir kere, bir milyonu aşkın öğrenci ÖSS’ye giriyor ama üniversite kontenjan sayısı 500 bin civarında (aslında bu bile, siyasi amaçlarla şişirilmiş bir kontejandır ve gecekondu üniversitelerde öğrencilerin, küçücük sınıflarda -deyim yerindeyse- kucak kucağa oturmasına yol açmaktadır). Bu durumda, herkesin üniversiteye gitmesi gibi bir durumun olmadığı apaçıktır. Yani ÖSS, daha henüz sınava girmeyen yüz binlerce öğrencinin hayallerini ve umutlarını suya düşürüyor ve üniversiteyi kazananları “zeki”, kazanamayanları da “aptal” yerine koyarak topluma böylesi bir bilinç empoze ediyor. Sonra, toplumdaki hakim düşünce, “öğrencinin başarısızlığı” oluyor ve bunun böyle olması sıradan olarak görülüyor. Halbuki, bu durum, hiç de zannedildiği gibi “öğrencinin başarısızlığı” değil, başta eğitim sistem ve eğitim sisteminin her zaman karşımıza çıkardığı sınavlardır. Bu sadece ÖSS için geçerli değil, aynı zamanda SBS, DGS, KPSS, ALES gibi vb. sınavlar için de geçerlidir.
Eğitim sistemi o kadar çok sınav uyguluyor ki eğitim sektörünün içinde başlı başına sınav sanayisi ortaya çıktı. Bilindiği gibi, her sınav başına zorunlu olarak ücret alınıyor, alınan sınav ücretlerinin toplamı milyonlarca lirayı buluyor. İşte bundan devasa kar ve rantlar sağlayan karşımızda bir sınav sanayi ortaya çıkıyor. Elbette bunun böyle olması kar ve sömürüye dayanan kapitalist sistemden dolayıdır.
İşte tüm bunlardan dolayıdır ki Marksistlerin programında, ÖSS’nin ya da bir başka sınavın kaldırılıp yerine başka sınavların getirilmesi değil; kapitalist çıkarlara dayanan sınav sisteminin ve eğitim sisteminin lağvedilmesi, herkesin eğitim kurumlarında eşit, parasız, bilimsel ve ana dilde eğitim görmesi; beceri ve yeteneğe göre iş bölümü ve uzmanlaşma alanları yaratan poli-teknik okulların açılması yer alır.
Türk Eğitim Sistemi’nin milyonlarca lise öğrencisini bir yarış atı gibi ÖSS’ye hazırlaması, işçi ve emekçi aileler açısından ekonomik sömürü anlamına gelirken, öğrenci gençlik açısından gelecek kaygısı, kabus, çile, bunalım ve psikolojik bozukluk demektir. Özetle, ÖSS ve eğitim sisteminin, işçi sınıfına ve öğrenci gençliğine tüm bunları yaşatmasının tek nedeni kapitalist sistemdir.